Gece gündüz “Barış” diye ağlayışlarıma kayıtsız kalamayan annemin
beni Barış Manço’ya götürüşü, tanıştıktan sonra onların çok iyi dost olması sayesinde sonsuz sevdiğim Manço’yla yıllar boyunca vakit geçirme şansına sahip oluşum, hayatımın en kıymetli anları, en paha biçilmez anıları şimdi... Sözü ömrümün en eski dostuna, Doğukan Manço’ya getireceğim, nam-ı diğer ‘İkizkuzum’a! Arada birbirimizi sinirden deli ediyoruz yalan yok, ama canımdan bir parçadır kendisi, değişmez!
Doğukan’la Emre Altuğ’un bir araya geldiği ‘Söyle Zalim Sultan’ cover’ına bayıldım, klip eşliğinde sürekli dinleme halindeyim. Barış Manço şarkılarına yeniden hayat vermek zor, büyük sorumluluk... Ama baba mirası şarkılara gözü gibi bakan Doğukan’ın kalbini, ruhunu kattığı düzenlemesiyle, Emre Altuğ gibi dört dörtlük bir sanatçının eşsiz yorumu birleşince, ‘Söyle Zalim Sultan’a yakışır, efsane bir proje çıkmış ortaya.
Klibe ayrı bayıldım, esprili ve eğlenceli hikayesiyle film tadında... Doğukan ve Emre Altuğ mahallenin birbirine rakip iki ağır abisini canlandırıyor ve mahalleye yeni taşınan güzel kızı etkilemek için yarışıyor. O kadar sevimli oynamışlar ki, izlerken mimiklerine, tavırlarına sürekli gülüyorum,
Spor antrenörüm Burak Ay, geleneksel olarak beni yorgunluktan yere serdiği bir dersimizin sonunda, o gün biraz keyifsiz olduğumu fark ettiği için, “Hadi seni balığa götürüyorum, eğer seni tanıyorsam gideceğimiz yere bayılacaksın” diyerek Rumeli Hisarı’ndaki İspendek Balık Restoranı’na götürdü.
Sağ olsun öğrencileriyle sadece ders saatleri içinde ilgilenen bir hoca değil, hayatın getirdiği zor anlarda da desteğini, dostluğunu hep hissettiriyor ve tam bir yaşam koçu kendisi!
Beni de çok iyi tanımış üstelik, İspendek’e resmen aşık oldum. Restoranın sloganı, ‘Yabancı girersin, müdavim çıkarsın’, hakikaten öyle oldu! İstanbul’un göbeğinde bir mekana girip de, kendimi sevimli bir sahil kasabasında hissedeceğim aklıma gelmezdi.
Tam sevdiğim gibi otantik ve salaş bir havası, sıcacık ve samimi bir enerjisi var. Çocukluğum boyunca ne zaman balık yesem hastanelik olurdum, alerjim vardı zahir. Çok sonraları yiyebilmeye başladım, o gün bugündür de ‘balık’ dediniz mi bende akan sular durur. İspendek’te yediğim balığın lezzetini çok az yerde bulmuşumdur. Mezesi, salatası ve dondurmalı irmik helvası ayrı olay...
Balıkları patron tutuyor...
Mekanın hikayesini ortaklarından Naz ve Zeynel Sezgün’den
Genel olarak eğlence anlayışım, arkadaşlarımla uzun saatler geçirdiğim akşam yemeği sohbetlerinden ibaret olsa da, her Bodrum tatilimde mutlaka gittiğim ve tam anlamıyla deliler gibi eğlendiğim iki kulüp var ki, hiç değişmez. Bir tanesi Türkbükü’nün her daim en popüler eğlence mekanı Sess... Pazartesi akşamları bile insanlar kapılardan taşıyor, böyle bir kalabalık olamaz. Sess’in hep zirvede kalmasının bir numaralı sebebi: Müzik direktörü DJ Can Parlak bugüne kadar sadece Türkçe müziğin geçmişten bugüne en iyilerini çalardı, bu yaz müdavimlerine sürpriz yaparak 80 ve 90’ların hit yabancı şarkılarını da playlist’ine almış, mest oldum. Coşturmayı o kadar iyi biliyor ki, mekana bir girdim mi gece bitmeden çıkamıyorum. Ünlülerin de en çok tercih ettiği kulüplerin başında gelen mekana hazır gitmişken, Türkçe müziğin nabzını belirleyen isimlerden olan Parlak’a 2018 yazının ona göre en iyilerini sordum...
Ünlü DJ’in Top 5’i şöyle; Soner Sarıkabadayı ‘Boza Boza’, Aleyna Tilki feat. Emrah Karaduman ‘Yalnız Çiçek’, Dilan Çıtak Tatlıses ‘Maalesef’, Hakan Peker ‘Unutuluyor mu Aşklar’ ve Kenan Doğulu ‘Vay Be’...
Club Gümüşlük’e özel danslar!
Diğer değişmezimse, dünyanın en sevdiğim yeri olan
Kardeş kadar yakın olduklarını söyleyen iki can ciğer arkadaşın, kavgaya tutuşup birbirlerini parça pinçik etmesi inanılır gibi değil. Gerçi zaten şahit olduğumuz çoğu şeye inanmakta zorlanıyoruz artık... Seçkin Piriler ve Meral Kaplan, ‘kardeş kavgası’ demişler de, iki aklı dimağı yerinde kardeşin bu şekilde birbirine zarar vermesi söz konusu olamaz... İnsan olsa olsa düşmanına böyle dalabilir! Kadın kavgası denince aklıma geldi; erkek kavgasının bir havası vardır ya hani... Sağlı sollu yumruklar, kafa atmalar, uçan tekmeler falan! Fena görünmüyorlar kavga ederken!
Kadınlardaysa, çok komik ve çirkin bir görüntü oluyor. Acaba daha zarif varlıklar olduğumuzdan ve bize yakışmadığından mı? Yoksa kavga etmeyi bilmemekten mi? Bu iş saç baş çekip, tırnak geçirmekle olmaz hanımlar! Madem dövüşeceksiniz, bari adabını öğrenin. Misal, ben yıllarca kickbox dersi aldım. En son bir idmanda hocam sağolsun burnuma yumruk attı da öyle bıraktım, burnum kıymetli neticede. Şiddete karşıyız tabii ama düşünüyorum da bazı mahluklar insanı zıvanadan fena çıkarıyor. Sükunetli duruşumu bozacak olsam ben de 1-2 kişiyi elden geçirirdim, ne yalan söyleyeyim!
FEHMİ DALSALDI’SIZ GÜNÜM GEÇMİYOR!
Yeni sezonda
Önümüzdeki ay İstanbul’u devasa bir müzik festivali bekliyor. Şimdiden paylaşıyorum ki, biletlerinizi alın ve bu çılgın eğlenceden mahrum kalmayın. Bugüne kadar New York, Los Angeles, Paris ve Sao Paulo gibi dünyanın önemli noktalarında, şehirlerin kültür ve müziğini harekete geçiren Red Bull Music, 26-30 Eylül’de bu kez İstanbul’u uçuracak! Beş günlük festivalde dört ayrı konsept, iki sergi ve film gösterimleriyle birlikte tam 60 sanatçı yer alacak.
İstanbul’da aşina olduğumuz yerlerin yanı sıra, ezber bozan mekanlarda da çok sayıda şova şahitlik edeceğiz. Cazdan hiphop’a, elektro- nikten rock’a kadar birçok tarzı bir arada bulacağımız festivalde beni en çok heyecanlandıran, kendi müzisyenlerimizi dünya yıldızlarıyla aynı sahnede izleyecek olmamız... Festival içeriğini görünce, yeminle takkem uçtu dostlar! Katiyen kaçmaz, benden söylemesi.
90’LARI ÖZLEYENLERİN İLACI ÇIKTI
90’lı yılların her şeyini özlemekteyim ama ‘En çok neyini?’ derseniz müziklerini... Yeşim Salkım’ın 1994’te çıkan ilk albümü bizler için o yılların en güzel müzik olaylarındandı. O albümde yer alan unutulmaz şarkılardan, sözleri Leyla Tuna, müziği Ercüment Vural gibi müzik dünyasının çok değerli iki ismine ait
Bendeki müzikal sevgisi de, Abba şarkılarına olan ilgim de annemden geçmiş. Her seyahatimizde müzikallere gittik çocukluğum boyunca, Abba ise evde en çok çalınan müziklerde başı çekerdi. Haliyle efsanevi grubun şarkılarıyla hazırlanan ‘Mamma Mia’ müzikali, benim için unutulmazlardan... Hayatımda gittiğim en neşeli ve keyifli oyunlardan biriydi. 2008’de müzikalden uyarlanan ve büyük hayranlık duyduğum Meryl Streep’in başrolünde olduğu ‘Mamma Mia’ filmine uçarak gitmiştim. O günden beridir kaç kere izledim, sayısını hatırlamam.
Bu yazın en güzel sürprizi devam filmi ‘Mamma Mia: Yeniden Başlıyoruz!’ oldu. Müzikal romantik komediyi izlerken de
birçok sürprizle karşılaşıyorsunuz. Hikayenin tatlılığı, filmin iç açıcılığı ve izlemeye doyulmaz sahneleri dinledikçe, geçmişe götüren Abba şarkıları yetmezmiş gibi; bir de ‘yıldızlar geçidi’ şeklinde bir oyuncu kadrosu var. Meryl Streep, Andy Garcia, Pierce Brosnan, Colin Firth, Amanda Seyfried, Streep’in gençliği rolünde harikalar yaratan Lily James, filmin sonunda söylediği ‘Fernando’ şarkısıyla bir kez daha sesine aşık olduğum Cher... Daha kimler kimler...
Filmden o kadar keyif aldık ki, ilk gidişimizden iki gün sonra dayanamayıp, tekrar
Basında ve sosyal medyada duyduğumuz olaylar artık bir insan evladının dayanamayacağı boyutlara ulaştı malum... “Yok artık, bu kadarı da olmaz!” dediğimiz her şey oluyor. Bazılarımız büyük tepki gösterip, bir çaba ortaya koymaya çalışırken, bazıları da sanki hiçbir şey olmamış kadar ilgisizler. Bu kitle daha mutlu, onları sadece kendileri ve yakınları ilgilendiriyor. Düşününce, “Bunlar acaba daha mı iyimser, yoksa daha mı duyarsız?” sorusu geliyor akıllara.
Bir de kendi yaşadığınız olaylar ve sizi özellikle incitmek için planlı hareket edenler kısmı var işin… Bazı insanlardaki kötülük ve vicdansızlık potansiyeli inanılır boyutlarda değil! Aslında onlara insan da denemez kanımca, insani özelliklerden yoksunlar çünkü. Şok yaşamak, Türkiye’de sıradanlaştı, her an bir başka şokla yaşamaya alıştık. Bu nedenle başka ülkelere veya memleketin daha sessiz, sakin köşelerine göç edenler arttı.
İnatçı aptallık!
Dünyaca tanınmış dört düşünür, ikişer kişilik gruplar halinde bu konuyu masaya yatırmış ve tartışmaları, bir kitap haline getirilmiş. Alain De Button, Steven Pinker, Matt Ridley ve Malcolm Gladwell…
Kitabın adı: ‘Gelecek Daha Güzel Günler mi Getirecek?’ İyimser grup, ‘cehalet, fakirlik,
Kalabalık bir grup, Boğaz kenarında, İstanbul’un büyüleyici manzarasına karşı oturmuş kahvaltı ediyoruz. Derken estetik kelimesini sözlüklerden silecek tipsizlikte, uzay aracı gibi koca bir gemi beliriyor denizde... Asabımız bozuldu görünce! Sanki birileri, “Bütün dünyanın hayran olduğu Boğaz’ı çirkinleştirmek için ne yapmalı?” diye düşünmüş ve ortaya bu garip şey çıkmış. Gezi gemisiymiş bu, malum yeni şehir hatları vapurları da ayrı çirkin... Ee çok iyi, topyekûn İstanbul’un tarihi dokusunu katletmeye devam!
Eski vapurlar sadece birer ulaşım aracı değildi, denizde kuğu gibi süzülen, etkileyici görüntüleriyle insanı mest eden, içinde yolculuk ederken şehrin özlenen eski havasını yaşatan birer İstanbul simgesi... Modernlik adı altında has güzelliklerimizi yitiriyor olmamız ve elimizden bir şey gelmeden bu çirkinliği yaşamak zorunda kalmamız ne üzücü. Bir bakın şu iki fotoğrafa, hangisi içinizi açıyor, hangisi görmemek için kafanızı çevirme isteği yaratıyor?
GÜRZAP HOCA’YA ACİL ŞİFALAR...
Türkiye’nin en değerli tiyatro sanatçılarından, sanat ve televizyon dünyasına sayısız isim yetiştiren en önemli hocalardan Can Gürzap... Arsen ve Can Gürzap’ın okulu Dialog’da (Ne mutlu ki zorlu