Televizyon dahisi Acun Ilıcalı gibi zeki birine kendini ayakta alkışlatıyorsa, ‘her şeye kusur bulan ve lafını esirgemeyen’ Ali Taran’ı bile hayrete düşürüyorsa, Aref’te gerçekten özel yetenekler var demektir!
‘Yetenek Sizsiniz’in yarışmacılarından İranlı Aref Ghafouri son günlerin en çok konuşulan isimlerinden. İnsanların aklındakileri önceden tahmin etme ve düşüncelerini etkileme şovuyla jüri üyelerinin bile ağzını açık bırakan, internette izlenme rekorları kıran Aref’in de foyasını meydana çıkardılar ‘çok şükür’!! Zaten bu muhteşem sihirbazlık gösterisini sadece izlesek ve tadını çıkarsak da ‘suyunu çıkarmasak’ şaşardım!
Neymiş efendim, bu genç adam şovunu dünyada bir çok sihirbazın kullandığı ‘master prediction’ isimli bir cihaz sayesinde yapıyormuş!
Bizde sihirbazın kaderi böyle!
Aklıma yıllar önce Türkiye’de muhteşem şovlara imza atan ancak yurdum ünlüleri tarafından ‘geldiğine geleceğine pişman edilen’ sihirbaz David Copperfield geldi. Hatırlarsanız, Copperfield’in ‘adam yok etme’ şovuna katılan birkaç güzide ünlümüz, şovun sırlarını bir bir açıklamış ve adamcağızı madara etmişlerdi!
‘Aref’cik de henüz dört senedir burada yaşadığından ‘Türkiye’de sihirbazların
Aysun Kayacı’nın oyunculuk konusundaki inadına gerçekten bir son vermesi gerekiyor. “Kumanda nerede kurtarııınnn.”
Bazı oyuncumsuların kabiliyetsizliklerini izlemeye tahammül edemediğim için ‘Küçük Sırlar’ dizisinden uzak dururum genelde. (İtiraf ediyorum; bazen Burak Özçivit için izliyorum!) İzlediğimde de “Aslında keyifli bir dizi, ama rol yapamayanlar dışarııııı” diye isyan ediyorum. Gelin görün ki büyük bir promosyon rüzgarıyla başlayan ‘+18’ dizisini izledikten sonra ‘Küçük Sırlar’a her haliyle şükretmeyi öğrendim. En azından göze hitap ediyor, güzel insanlar, güzel kıyafetler izliyorsunuz. Rol kesmeyi beceremeyenlerin ve yapmacık olmaktan öteye gidemeyenlerin yanında ekipte çok iyi oyuncular da var. Mesela Kadir Doğulu ve İpek Karapınar’a bayılıyorum, çok başarılılar.
Gel gelelim ‘+18’e. Bir kere Aysun Kayacı’nın oyunculuk konusundaki inadına gerçekten bir son vermesi gerekiyor. Hadi olmadığını kendi göremiyor, hiç mi dostu yok ‘Dost acı söyler’ kafasıyla ona gerçekleri anlatacak? Kırıcı olmak istemem, ama gerçekten izleyenin siniri asabı bozuluyor o dudaklarını büze büze oynayamamasına! Pamela Spence ve Paşhan Yılmazel bugüne kadar beğendiğim isimlerdi, ama bu dizide
Türkiye’nin geleceği gençlerden kaçı bir kafede oturup lak lak yapacağı yerde bir tiyatro oyununda alıyor soluğu merak ediyorum?
Londra’da eğitim gören kardeşim Kuki’yle muhabbetteyiz. Etrafı müzelerle çevrili bir bölgede yaşıyor ve “Müzelerin kapısındaki kuyrukları görmen lazım, millet çoluğu çocuğu toplayıp her fırsatta müze geziyor, gençler gruplar halinde akın ediyor” diyor. Müzelerin kapanış saati geldiğinde yapılan anonslar bile insanları çıkarmaya yetmiyormuş, “Bazılarını kovalamak zorunda kalıyorlar” diye anlatıyor.
Aynı şey tiyatrolar için de geçerli orada. Aynı oyunu onlarca yıl sahneleyen tiyatroların, müzikallerin biletleri aylar öncesinden alınıyor, ben de kaç kez şahit oldum ki çoğu zaman istediğiniz güne bilet bulamıyorsunuz.
Av-ru-pa-lı-yızz!
Bir de bize bakalım! Gençler boş vakitlerini ya televizyon, bilgisayar başında ya da piyasa mekanlarda boy gösterek değerlendiriyor! Müzeye, tiyatroya gidenlere ‘looser’ damgası yapıştırılıyor! Malum bizde puanlar nereye gittiğine, ne giydiğine göre verilmekte! İşte kültür farkı böyle bir şey, sonra da neymiş Avrupalıymışız! Avrupalı olmak için giyim kuşamın değişmesi, açılıp saçılmak, onların minisinden daha mini ya
Türk Operası’nın en büyük ustalarından Dr. Okan Demiriş geçen yıl aramızdan ayrılmıştı. Ama Okan Hoca eserleriyle yaşamaya ve bizlerle olmaya devamediyor.
Tarih boyunca ‘hikayelerin en güzeli’ olarak kabul edilen ‘Yusuf ile Züleyha’; aşkı uğruna her şeyden vazgeçen cesur bir kadınla inandıkları uğruna sevdiği kadından uzak durmaya çalışan bir adamın yaşadıklarını anlatıyor. Gerçek hayatta şahit olamadığımız ve yüzyıllar boyunca birçok sanat dalında ilham kaynağı olmuş büyük ve saf bir aşk efsanesi... Devlet Sanatçısı ve besteci Okan Demiriş bu masalı ‘opera’ formatında sunan tek kişi olma özelliğini taşıyor.
Demiriş’in ‘Yusuf ile Züleyha’sı ilk kez 1990 yılında sahnelenmiş ve dünya prömiyerinde operamızın unutulmaz seslerinden Leyla Demiriş ve Ender Arıman sahneye çıkmış başrollerde. Miş’li geçmiş zaman kullanıyorum zira ben o zaman epey küçüktüm ama şimdi bu değerli eseri görmek için İstanbul’dan Ankara’ya gidecek kadar büyüdüm.
‘Yusuf ile Züleyha’ Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde 23 Şubat, 2 Mart, 30 Mart ve 16 Nisan tarihlerinde sahnelenecek.
Türk Operası’na ‘IV. Murat’, ‘Karyağdı Hatun’ gibi sayısız eser katan değerli sanatçı Okan Demiriş’in
Başarının, şöhretin en yüksek noktasındaki dünya starları davet edildiği programa nazlanmadan çıkıyor. Bizimkilerse yıldız olmasına sebep olan kendi medyasından kaçıyor...
Natalie Portman’ı dünyanın en ünlü talk show’cularından David Letterman’ın programında izledim. ‘Black Swan’ (Siyah Kuğu) filmindeki performansıyla Altın Küre’de en iyi kadın oyuncu ödülünü alan ve Oscar’ı almasına kesin gözüyle bakılan Portman’ın zarafeti, tatlılığı ve tüm dünyayı etkisi altına alan bir oyuncu olmasına rağmen mütevazılığı aklıma bizim yıldız oyuncularımızı, şarkıcılarımızı getirdi. Kadın, bu filmdeki başarısıyla milyonlarca kişinin hayranlığını bir kez daha kazanmış, başarının, şöhretin en yüksek noktasında ama davet edildiği programa nazlanmadan çıkıyor ve tatlı tatlı sohbetini ediyor. Diğer dünya starları da öyle...
Bizim starımız tevazudan hoşlanmaz!
Bir de bize bakalım, Türkiye’nin önemli talk show’cusu Beyaz yıllarca uğraşıyor, televizyonda resmen kampanyalar yapıyor ama Tarkan’ı programına çıkmaya bir türlü ikna edemiyor. Ülkenin saygı gören gazetecilerinden, önemli gazetelerin genel yayın yönetmenlerinden de duyuyorum, ses getiren dizilerin başrol oyuncularına değil ulaşabilmek,
Kimseyi üzmemek, egolardan, arınmak, vicdanını kaybetmemek, nefes alabildiğin her saniyenin tadını çıkarıp şükretmek lazım
Gencecik, etrafına neşe ve enerji saçan hayat dolu bir kadın. Ardında ufacık bebeğini bırakıp gitti başka diyarlara. O sabaha “Bugün her şey çok güzel olacak” cümlesiyle başladığımı hatırlıyorum ve Defne Joy Foster’ı hiç tanımamama, hayatımda hiç görmememe rağmen ölüm haberini duyduğumda nasıl sonsuz bir karanlığa gömüldüğümü. Kendimle girdiğim büyük hesaplaşmayı.
Ölüm bizden ve yakınlarımızdan hep uzak olacak, hiç ölmeyecekmişiz gibi hissederiz ya, aslında ne kadar da yakın olduğu yüzümüze tokat gibi çarptı Foster’ın gidişiyle. İnsan hayatta ne saçmalıklara üzülüyor ve acımasızca yıpratıyor kendini. Halbuki bitmeyecek sandığımız hayat bugün var, belki yarın yok ya da birkaç dakika sonra.
Düşündüm, Allah kimseyi kimsenin hakkıyla göndermesin bu dünyadan. Acaba bana hakkını helal etmeyecek olan var mıdır hayatımdan geçenlerden? Kalbim vallahi temiz, kimseye bir kötülük yapmadım, umdum ki yoktur. “Ben de herkese hakkımı helal etmeliyim” dedim. Beni en vicdansız şekilde üzene de, kötülük edene de, hayatımdan çalana da. Dilim varmadı, yapamadım. Belki bir
Tam 12 yıl olmuş Barış Manço aramızdan gideli, halbuki daha dün gibi, gittiğini öğrenen milyonlarca kişinin ardından ağlayışı, Moda’daki köşkün bahçesinde insanların yas tutuşu...
Dünyada kaç kişiye nasip olur öyle uğurlanmak? Kaç kişi milyonların kalbine bu kadar derine kazıyabilir adını?
Sadece Türkiye’ye değil, yeryüzüne ayak basmış en büyük efsanelerden biri o. Ve efsaneler hep erken gidiyorlar ne yazık ki.
Düşününce onun neden bu kadar çok sevildiğini anlayabiliyor insan. Şarkılarından yüzüklerine, saçlarından el hareketlerine, vücut diline kadar öylesine özel ve farklıydı ki bugüne kadar ona benzer birini göremedik, hala da görmüyoruz.
Yıllarca birlikte çalıştığı grubu da dahil, kimse onun gibi söyleyemiyor şarkılarını. O nasıl tüyleri diken diken yapan bir ses, nasıl bir yorumdu ki kimse taklit bile edemiyor?
Kimse onun gibi gerçekten 7’den 77’ye herkes tarafından sevilmeyecek. Onu hayatında hiç görmemiş şimdinin çocukları bile onu biliyor, seviyor, şarkılarını ezberliyor. Barış Manço ‘hak ettiği’ gibi nesilden nesile ölümsüzlüğünü korumaya devam ediyor.
O dünyaya özel olarak gönderilmiş bir büyük insandı. Allah’tan kıymetini biliyoruz, anıyoruz ve hiç
Annem birkaç günlüğüne İstanbul’dan giderken bana sıkı sıkı tembihledi (yaklaşık olarak bin beş yüz kez!) sokakta baktığı kedilerinin mamalarını ve sevgilerini aksatmadan vermemi... “Sonra sağa sola, köşelere de mama bırak, başka kediler de aç kalmasın” dedi. İtiraf ediyorum ki annemin onları beslerken huzur bulacağımı söylemesine rağmen; bu soğukta günde iki kez uygulanacak bu görev bana biraz zor geldi. Ta ki ilk mesaime kadar...
Gecenin buz gibi soğuğunda oturduğumuz sitenin karanlık yolunda yürümeye başladım. Önce bacağı sakat anneyle yavrularını besledim, mamalarını hızla ve ürkekçe yemelerini izledim. Sonra sıra Kanka’ya geldi.
Kanka’nın hikayesi çok hüzünlü... Annemin içi sıcak battaniyelerle kaplı bir kulübede beslediği iki kediden biri. Birbirlerinden bir an olsun ayrılmayan, yuvalarının içinde sarılıp birbirlerini ısıtarak uyuyan, birlikte oynayan, birlikte mama yiyen, hayatı paylaşan mutlu iki dost ya da aşıktı onlar kim bilir?
“Saçmalama, kedi de aşık olur muymuş hiç?” demeyin, emin olun onların aşkı, sevgisi bizim yaşadıklarımızdan daha gerçek! Yalan, ihanet, ego, hırs, kıskançlık, bencillik, birbirinin canını yakmak yok; sevginin en saf ve temiz hali...
O