Naim Dilmener

Naim Dilmener

ndilmener@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Uluslararası çapta bir popülerliğe sahip müzisyenlerimizden Zülfü Livaneli’nin, bu aralar keyfi-mutluluğu tavan yapmış olmalı.
Ajda Pekkan, Sezen Aksu ve Nilüfer’den Hakan Aysev ve Özcan Deniz’e varan “dev bir kadro”nun sahne alıp Livaneli’ye “saygılarımız sonsuz” dediği “35. Yıl Konseri” hem DVD hem de CD olarak yayınlandı.
Fazla uzun sayılmayacak bir zaman önce yayınlanmış “Dünya Solistlerinden Livaneli Şarkıları” (İda Müzik) adlı albüm ile de, dünyanın dört bir yanında söylenmiş Zülfü Livaneli şarkıları bir araya getirilmişti.
Hiç şüphesiz Livaneli, tüm dünyada en iyi bilinen, şarkıları en yaygın biçimde söylenen müzisyenimiz. “Müzisyenlerimizden biri” değil; en başta geleni, yani birincisi.
Bunu duymamış değildik. Bilmiyor da değildik.
Ama yine de, “Dünya Solistlerinden...” albümü görüldüğünde-dinlendiğinde, insan şaşırmadan edemiyor: “Livaneli’nin dünya çapındaki yaygınlığı öyle böyle değilmiş; çokmuş!”
Hakikaten çokmuş; Livaneli’nin etrafında, “Dünyanın Bütün Şarkıları” birleşmiş gibi. Dünyanın dört bir bucağına ait “ses”ler, ait oldukları toprakların-iklimlerin havasını-rengini de katmayı ihmal etmeden, devamlı surette Livaneli şarkıları söyleyip durmuşlar meğer.

Hiroşima’da öleli

Albümdeki şarkılardan biri olan Joan Baez’in “Kız Çocuğu”, daha ilk dinleyişte insanı yere seriyor.
Bir kuşağın “Tanrıça” katına yükselttiği bir isimdir Joan Baez. Boşuna da olmamıştır bu; hak etmiştir-böyle olmuştur.
Bu Tanrıça’nın bir konserinde canlı olarak söylediği “Kız Çocuğu”, bu albüm sayesinde önümüze gelebildi. Bu albüm sayesinde de hiç kaybolmayacak, geleceğe aktarılacak.
Tanrıçaların Tanrıçası Baez, Türkçe söylüyor şarkıyı. Ve Baez bu işte; yapmaya karar verdiğinde hakkını da veriyor. Hem “kulak” var, hem de çalışıyor. Baez’in şarkısında birkaç sözcük hariç (en fazla en fazla, birkaç dize dışında), şarkıyı bizden birinin söylediğine yemin bile edilebilir.
Livaneli’nin şarkılarının dünya çapında yaygınlık kazanmasına sebep olan isimlerin başında gelen Maria Farandouri’nin de albüme katkısı büyük.
80’li yılların ilk yarısında, 12 Eylül’ün Moral İmha Harekâtı’ndan kaçabilmenin imkânlarından biriydi Farandouri’nin Livaneli şarkılarını seslendirdiği albüm. “I Mnimi Tou Nerou” adlı bu albüm, cunta korkusuna rağmen kopyalana-kopyalana el altından yayılmış, yayıldıkça da yüzlerde güller açmıştı.
Farandouri’ydi bu boru değil; “Adaletin bu mu dünya?” feryadını, kendini bildi bileli etmekten çekinmemiş bir başka “yüce kadın”, bir başka Tanrıça.

Teyze amca bir şarkı ver

Albümün Yunanistan kontenjanından bir de George Dalaras ve Alkitis Protopsalti var; ilki İsrail Filarmoni Orkestrası ile birlikte seslendirmiş şarkısını, ikincisi ise bir başına. Her iki isim de, Yunanistan’da hem sıradan dinleyici, hem de entelektüeller tarafından yere göğe konamıyor. Hele hele Dalaras; oraların hem Barış Manço’su, hem Cem Karaca’sı, hem de Fikret Kızılok’u. Biraz “3’ü 1 Arada” formüllü bir tanımlama oldu ama gerçek bu.
Ve İspanya’dan Maria Del Mar Bonet, Avusturya’dan Christina Zurbrugg, İngiltere’den Londra Senfoni Orkestrası, Hollanda’dan Liesbeth List, Amerika’dan Jocelyn B. Smith (“Bliss” adını almış şarkının düzenlemesi, ağır bir biçimde Barış Manço’nun “Kol Düğmeleri”ne meylediyor) ve İtalya adına Deniz Ünel ile Piccolo Coro da var, Livaneli’nin şarkılarına yeniden hayat verenlerin arasında.
Daha başkaları da olabilirdi.
Livaneli bir röportajında, “Ancak bu kadarını sığdırabildik,” diyor ama daha fazla şarkı konabilirdi bu “double” albüme.
İlk diskin süresi 38 küsur, ikincisinin ise 33 küsur dakika. Tek bir CD’sinin süresi ise hepimizin malumu.
Yani “Yerimiz dar” gerekçesi makul değil. Hatta iki diske yayılan albüm, tek diske bile sığdırılabilirmiş, neredeyse.
Tabii hepimizin derdi, “daha az değil, daha fazla şarkı”dır. Bu “ince hesap” da, bu nedenle yapıldı.
Ve bu albümün gösterdiği en “baba” şey ise şu: Zülfü Livaneli iyi, çok iyi bir şarkı yazarıdır. Ama (sesinin sınırlarını bilmediği, bu sınırlarla iktifa etmediği için) çok iyi bir şarkıcı değildir. Şarkıların bu “yeni yaşam”ı, bu “yeni tur”u, en çok bunun altını çiziyor.
Ama yazanın da, yorumlayanın da, dinleyenin de isteği aynı: Çocuklar öldürülmesin; kimse öldürülmesin.