Dindarların yeniden havaslaşması *

31 Mart 2013

Bir süredir zihnimin bir köşesinde duran ama somutlaşmamış bir düşünceyi geçtiğimiz haftaki Chicago seyahatinde olgunlaştırdım. Bugün bunun üzerine yazacağım. Mesele dindar kesimin estetik ile kurduğu bağ... Bu, benim için çok zor bir konu, zira bir yandan yıllarca ezilmiş, merkezden ve sistemden dışlanmış, mağdur edilmiş bir kesimle ilgili bir şeyler söylemek normalin üzerinde bir hassasiyet gerektiriyor. Öte yandan tespit ettiğiniz bir şeyi yazmamak da bu kesimi tarif ve teşhisten uzak tutmak anlamına geliyor. Bu da ayrı bir ötekileştirme, bir anlamda muhatabı yetişkin değil, ergen yerine koymak gibi.

Estetik derinliğin peşinde
İslam medeniyetinin tarihi aynı zamanda adım adım olgunlaşan ve hayatın her alanına yayılan bir güzellik anlayışının da tarihi aslında. Bu medeniyetin estetik derinliğini ben de bir süredir Seyyid Hüseyin Nasr ve Oliver Leaman gibi bilginlerin eserlerini okuyarak anlamaya çalışıyorum. İslam ve estetik ilişkisi üzerine yerli literatürde de başta Beşir Ayvazoğlu olmak üzere birçok entelektüelin değerli çalışmaları var. Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da atlamayalım. Her zaman Osmanlı medeniyetinin estetik özünün peşinde olmuş bir yazar ama Tanpınar’ı bu

Yazının Devamı

KİŞİSEL BİR HİKÂYE

24 Mart 2013

1999 yılıydı. Boğaziçi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi öğrencisiydim. Okulda demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi liberal değerleri kavramsal ve tarihsel olarak derinlemesine öğreniyorduk öğrenmesine ama o sıralarda fiilen içinde yaşadığımız, bu değerleri katleden darbe sürecinden hiç bahsedilmiyordu derslerde. 28 Şubat darbesi hiç yaşanmamış ve hala da yaşanmıyor gibi davranılıyordu Boğaziçi’nde... Steril bir ortamda eğitim görüyorduk.
Tüm ailesi CHP’li olan, ağabeyi CHP’den belediye başkanlığı yapmış merhum babam Rüştü Alçı o günlerde bana bir kitap verdi. Hasan Cemal’in “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitabıydı bu... “Muhakkak oku kızım. Bizler bazı şeylere uyanamadık. Devletin resmi ideolojisini hiç sorgulamadık. Ama sizler darbeci güçlere karşı uyanık olun” dedi. Hasan Cemal’in kitabını bir solukta, altını çize çize okuduğumu ve çok etkilendiğimi dün gibi hatırlıyorum...

‘Kahraman itfaiyeciler’
12 Mart öncesi darbe ortamının adım adım yaratılmasını anlatıyordu Cemal. 9 Mart cuntasının faaliyetlerinin bizzat içindeydi, şahit olduğu çok olay vardı. Kendini devrimci zanneden zavallı gençlerin nasıl darbecilerin yedek lastiği

Yazının Devamı

14 Mart’ın günahkârları

17 Mart 2013

Geçtiğimiz perşembe yani 14 Mart tarihe not düşülmüş bir gün. Zira bundan beş yıl önce 2008’in 14 Mart’ında, Genelkurmay’ın sivil hükümet aleyhine kara propaganda faaliyeti yürütmek için kurdurduğu yasadışı internet sitelerinde uydurulan “haber”lerden oluşan tuhaf ve saçma bir iddianame Anayasa Mahkemesi’ne sunuldu. Ak Parti kapatma davası, başka bir deyişle hükümeti gayrimeşru yollarla devirme süreci başladı.
Açık bir askeri darbe teşebbüsüydü 14 Mart... Yargı, darbecilerin emriyle operasyona girişti. Ama başarıya ulaşılamadı. 30 Temmuz’da bu ülke bir darbenin eşiğinden döndü...
Şimdi dönüp bakıyorum da... 14 Mart ile 30 Temmuz arası süreç gerçekten utanç verici. Açık konuşalım: AK Parti’nin içinden de belli isimler -içlerinde bakan olanları da var- ikili siyaset güttüler. Duruma göre Tayyip Erdoğan’ı her an satabilecek şekilde vaziyet aldılar. Bugün Başbakan’ın etrafında pervane olan kimi işadamları Erdoğan’ın bu vesileyle bitirilmesi için ABD Büyükelçisi’ne gidip yalvardılar. Bugün sabah akşam “demokrasi” nutukları atan bazı gazeteciler ve akademisyenler seçilmiş hükümet darbeyle alaşağı edilsin diye ellerinden geleni yaptılar. Hayatını dindarlara ve bu siyasi harekete

Yazının Devamı

Barış sürecindeki tuhaflıklar

10 Mart 2013

Seyahatler, görüşmeler, İmralı’da bir sonraki randevu ile ilgili gelişmeler... Çok şükür ki kan tüccarlarının tüm provokasyonlarına rağmen çözüm süreci son derece sağlıklı ve olumlu şekilde yürüyor. Daha önceki başarısız tecrübelerden ders alan devletin yeni aklı, Barış için baldıran zehri içmeye hazır Başbakan’ın cesur liderliğiyle oyunu doğru kuruyor, zamanın ruhunu doğru okuyor ve çözüm için, akan kanın durması için gereğini yapıyor.Toplumun çoğunluğu da Başbakan’a ve sürece tam destek veriyor.
Öte yandan bu dönemde inanılması güç, tuhaf gelişmeler de yaşanıyor malesef. Ulusalcı, faşist unsurların daha çok kan istemesi şaşırtıcı değil. Ama neyse ki onlar bu ülkede artık marjinal ve önemsiz konumda. PKK’nın silah bırakmasına karşı çıkan, savaşın daha da büyümesini isteyen tasfiye olmuş Türk solcularının tavrı da beklenir bir tavır. Bunları da kimsenin umursadığı yok...
Şaşırtıcı olan tavır, yıllardır ulusalcı-faşist zihniyete karşı mücadele ettiğini düşündüğümüz kesimlerden geliyor. Bu kesimleri Taraf yazarı Yıldıray Oğur “Vurun barışa” adlı, geçen hafta yayınlanan yazısıyla mükemmel bir şekilde özetledi:
“Yıllarca Kürt sorununa çözüm için imzalamadıkları bildiri,

Yazının Devamı

Bu gazetecilik değilse gazetecilik ne?

3 Mart 2013

Kim ne derse desin, bu haftanın haber bombasını gazetemiz Milliyet patlattı. Namık Durukan’ın BDP heyeti ile Öcalan’ın görüşme notlarını ele geçirmesi her meslektaşı kıskandıracak bir olay. Ancak bu gazetecilik başarısını tüm medya camiasının takdir etmesi gerekirken aksine bu başarıdan ötürü Milliyet’e ve Derya Sazak’a bir kısım medya mensupları haksız yere saldırıyor. Vallahi insanın pes diyesi geliyor...
Böyle bir tutanağa ulaşan bir gazeteci/haberci bu somut belgeyi yayımlamayacaksa ne iş yapacak? Bu görüşme notlarının yayımlanması gazetecilik değilse, gazetecilik ne demektir?
Nokta dergisi Özden Örnek’in darbe günlüklerini, Taraf gazetesi 7-8 Mart 2003 Balyoz darbe planı kayıtlarını yayımladığında büyük gazetecilik başarısı diye alkışlayanlar şimdi nasıl olur da ulusalcıların ve darbecilerin ağzıyla Milliyet’e saldırır? Ulusalcılar da zamanında “Bu günlükleri/ses kayıtlarını yayımlamak Türk ordusunu çökertmek isteyenlerin taşeronluğudur” gibi laflar ediyordu. Şu an aynı sakat dil, üslup ve zihniyetle Milliyet’e yüklenmek kimileri açısından büyük tutarsızlık değil mi?
Milliyet büyük bir habercilik başarısına imza attı. İki kere ikinin dört olduğu kadar net bu...

Cumh

Yazının Devamı

Barışın Başbakanı ve liberaller

24 Şubat 2013

“Biz her türden milliyetçiliği ayakları altına almış bir iktidarız.”
Bu cesur cümleyi kurdu Başbakan. Hatırlayalım: Çok yakın bir geçmişe kadar kendine “liberal” diyen eski solcu kimi aydınlar tarafından MHP’lileşmekle, milliyetçi hatta ulusalcı tavırlara girmekle suçlanan Başbakan.
Zarfa bakıp mazrufu göremeyen bu yazarlar yanlış analizler yaparken Türkiye’nin yeni denklemini okuyabilen gerçek liberal entelektüeller ise özetle şu tespitte bulunuyordu:
“Bilakis Tayyip Erdoğan her türden zararlı milliyetçiliğin tek panzehiri. Farklı tiplerdeki nasyonalist zihniyetlerle mücadele etmek isteyenler, Erdoğan’ın önemini kavramak zorunda. Hem Türk toplumunun hem de AKP tabanının çoğunluğu milliyetçi olduğu halde, bu tabanı içeriden bir dille dönüştürebilecek, toplumun çoğunluğunu PKK ile barış ve çözüm masasına oturulması gerektiğine ikna edebilecek tek lider Erdoğan’dır.”
Bu tahlilleri epey önceden yapanların haklılığı bugün ortaya çıkıyor, ancak Başbakan’ın bir siyaset adamı olarak ortamı hazırlamak amacıyla attığı taktiksel adımları fotoğrafın bütünü zannederek Erdoğan’a haksız saldıran kimi aydınlar hala fotoğrafı yanlış okuduklarını kabul etmek istemiyorlar. Halbuki barış

Yazının Devamı

Günümüzün en acil ve yakıcı sorunu

17 Şubat 2013

Yolculuk başlıyor
Bugünden itibaren Milliyet’te bir yola çıkıyorum. Dilim döndüğünce gördüklerimi, bildiklerimi, inandıklarımı ve öğrendiklerimi yazacağım. Bu gazete benim için ayrı bir anlam taşıyor. Burada olmak heyecan verici. Ve de çok anlamlı. Haydi bakalım, yolculuk başlıyor...

Türkiye’nin en önemli siyasal meselesi hâlâ ‘iktidarın kimde olduğu’ meselesi. Eski rejim döneminde iktidar, demokratik yolla seçilmiş sivil hükümetin elinde olamazdı. Hükümetleri iktidar yapmayan ve “şartlar oluşturulduğunda” da deviren bir askeri vesayet rejimi vardı. Bu rejim bugün büyük oranda yıkıldı. Fakat devlet sistemimize yerleşmiş vesayetçilik hastalığı hâlâ yerli yerinde duruyor. Askerler dışındaki bürokratların ve yargı mensuplarının, devlet içindeki konumlarını kullanarak bazı “siyasal ve yargısal tavır”ları sivil hükümete dayatmaya çalışması da açık bir vesayet girişimi.
Her türlü vesayet girişimine karşı sivil hükümetin yanında olmak demokratlığın ilk şartı. Hükümette hangi parti olursa olsun... Bürokratlar doğrudan sivil hükümete, yargı mensupları da parlamentonun çıkardığı yasalara itaat etmek zorunda. Necdet Özel öncesi Genelkurmay Karargahı’nın yaptığı gibi “Sivil hükümet

Yazının Devamı