Geçtiğimiz perşembe yani 14 Mart tarihe not düşülmüş bir gün. Zira bundan beş yıl önce 2008’in 14 Mart’ında, Genelkurmay’ın sivil hükümet aleyhine kara propaganda faaliyeti yürütmek için kurdurduğu yasadışı internet sitelerinde uydurulan “haber”lerden oluşan tuhaf ve saçma bir iddianame Anayasa Mahkemesi’ne sunuldu. Ak Parti kapatma davası, başka bir deyişle hükümeti gayrimeşru yollarla devirme süreci başladı.
Açık bir askeri darbe teşebbüsüydü 14 Mart... Yargı, darbecilerin emriyle operasyona girişti. Ama başarıya ulaşılamadı. 30 Temmuz’da bu ülke bir darbenin eşiğinden döndü...
Şimdi dönüp bakıyorum da... 14 Mart ile 30 Temmuz arası süreç gerçekten utanç verici. Açık konuşalım: AK Parti’nin içinden de belli isimler -içlerinde bakan olanları da var- ikili siyaset güttüler. Duruma göre Tayyip Erdoğan’ı her an satabilecek şekilde vaziyet aldılar. Bugün Başbakan’ın etrafında pervane olan kimi işadamları Erdoğan’ın bu vesileyle bitirilmesi için ABD Büyükelçisi’ne gidip yalvardılar. Bugün sabah akşam “demokrasi” nutukları atan bazı gazeteciler ve akademisyenler seçilmiş hükümet darbeyle alaşağı edilsin diye ellerinden geleni yaptılar. Hayatını dindarlara ve bu siyasi harekete borçlu bir isim bile savcı Abdurrahman Yalçınkaya’yı savunarak şu darbeci satırları yazabildi: “...Savcılar dava açar... Bu nedenle savcıya yüklenmek anlamsızdır... Kapatma davası, Erdoğan’a bir ‘altıncı şans’ fırsatı mı verecek, yoksa Erdoğan’ın meşhur şansının döndüğünün bir işareti ile mi karşı karşıyayız... Eğer kapatma kararı çıkmazsa Erdoğan’ın durumdan bir kez daha yararlanacağı kesin... Ama kapatma kararı çıkar ve Erdoğan da yasaklı hale gelirse... İşte bu durumda yolun sonu görülüyor.”
O yüzden bugün ne deseler hiç kimseye samimi ve inandırıcı gelmiyor. Çünkü bu kesimler demokratik meşruiyetlerini 27 Nisan ve 14 Mart dönemecinde kaybettiler. Başbakan’ı en sert cümlelerle eleştirmek demokratik bir hak elbette ama ya askeri bir darbe teşebbüsünü desteklemek? Bu, ahlaki bir suç! Kim ne derse desin, AK Parti’nin kapatılmasını meşrulaştıracak satırları yazanların bugün demokrasi adına söz söyleme hakkı yok. Başbakan da bu samimiyetsiz kesimlere ne kadar yüklense hakkıdır...
Önümüzdeki 10 yıl
15 Mart 2003, yani bu günden tam 10 yıl 2 gün önce, Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne çıkan tüm vesayet engellerini aşarak Başbakanlık koltuğuna oturduğu gün. Geçtiğimiz 10 yıl içinde o koltuktan zorba yöntemlerle defalarca indirilmek istendi Erdoğan. Bu 10 yıllık döneme çok başarı sığdı. Siyasi olarak Başbakan’dan nefret edenler bile ekonomi alanındaki büyük başarıları alkışlıyorlar...
Neler mi oldu? 10 yılda Türkiye üç kattan fazla zenginleşti. Tayyip Erdoğan Başbakan olduğunda 230 milyar dolar olan milli gelir 800 milyar dolar sınırına dayandı. İhracat sadece 36 milyar dolarken bugün 150 milyar doları aşmış durumda. Enflasyon tam 13 kat azalıp tek haneli rakamlara demirledi. Türkiye’ye gelen turist sayısı 13 milyon, turizm gelirleri 12 milyar dolarken bugün gelen turist sayısı 30 milyon kişiyi aştı ve 25 milyar dolar gelire ulaşıldı. Başka örneklerle de artırılacak bu rakamlar hiç kimsenin inkar edemeyeceği somut gerçekler ama bunlar hepimizin hayal ettiği büyük ve güçlü Türkiye’ye yetmez, yetmemeli...
Başbakan’ı desteklesin ya da desteklemesin bu ülkenin her yurttaşını heyecanlandıran bir tarih 2023. Cumhuriyetimizin 100. yılı. İşte o 100. yılda bu ülkenin milli geliri en az 2 trilyon dolar olmalı. Kişi başına düşen milli gelir 25 bin doları aşmalı. İhracat 550 milyar doları bulmalı. Vergi oranları hızla düşmeli. Ülkemize gelen turist sayısı 50 milyona dayanmalı. Yeni yatırımlarla enerjideki dışa bağımlılık tamamen bitmeli. Türkiye’deki enerji piyasası tümüyle liberal bir yapıya dönüşmeli. Enerji meselesini çözebilen bir Türkiye cari fazla verecektir. Büyük ve güçlü Türkiye istiyorsak en önemli meselemiz enerji. Sürekli “Cari açığımız fazla” diye şikayet edenlerin bir yandan da yeni enerji santrallerine karşı çıkmaları ya kötü niyetle ya da aptallıkla açıklanabilir...
Recep Tayyip Erdoğan’ın 10 yıllık Başbakanlık dönemi refah yaratma açısından son derece başarılı. Bunu herkes kabul ediyor ama daha alacağımız epey mesafe var. Ve maalesef Erdoğan dışındaki hiçbir siyasi liderin bir gelecek vizyonu, bir projesi, kısacası büyük Türkiye tahayyülü yok. Erdoğan’ın en büyük şansı ama aynı zamanda en büyük şanssızlığı muhalefet liderlerinin çok zayıf ve silik olmaları...
Semahat Hanım bu rakam biraz komik değil mi?
Son zamanlarda bir girişim dikkatimi çekiyor. Emine Erdoğan, Fatma Şahin ve 81 ilin valilerinin eşlerinin öncülüğünde gerçekleştirilen bir girişim. İsmi ‘Gönül Elçileri projesi koruyucu aile uygulaması’. Türkiye maalesef hâlâ devlet-merkezli bir ülke olduğu için böyle değerli sivil girişimlere de devlet sahip çıkarsa bir noktaya gelinebiliyor.
Terk edilen ya da ailesini kaybeden 14 bin çocuk var bu ülkede. İşte bu çocuklara aile bulmayı hedefliyor proje. Dün Sabah Cumartesi’de Tuluhan Tekelioğlu çok güzel bir haber hazırlamıştı konuyla ilgili. Gitmiş ve üç haftasını bu ‘sahipsiz’ çocuklarla geçirmiş Tuluhan, sonra da koruyucu annelerle konuşmuş. Kim, nasıl koruyucu aile olabilir, şartlar neler, hepsini sıralamış...
Toplumdaki büyük bir yarayı sarmayı hedefleyen girişim ödüller de alıyor. Geçen gün Kristal Fare ödüllerinde Yılın Sosyal Sorumluluk ödülünü aldı mesela. Emine Hanım özel bir mesaj gönderdi ödül törenine. Bütün destekçilere teşekkür etti. O mesajı okurken aklıma bu projenin destekçileri geldi. Türkiye’nin dört bir yanından, özellikle önde gelen iş çevrelerinden yardım geldi ve gelmeye de devam ediyor projeye. Herkes kendi gücü oranında destek olmaya çalışıyor...
Fakat bazen orantısızlık da oluyor galiba. Sağlam kaynaklardan öğrendiğime göre Semahat Arsel 1 milyon lira bağışlamış. 1 milyon TL, yani yaklaşık 550 bin dolar... Yahu Semahat Hanım daha bu ay Forbes’un en zenginler listesinde 3,2 milyar dolar servetle Türkiye’nin 2. zengini çıkmamış mıydı? Bu servete oranla bu rakam komik değil mi? Üstelik Koç Holding sosyal sorumluluğa büyük bütçeler ayırdığını iddia eden bir kurum. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezler mi insana? Emine Erdoğan ve projenin diğer taşıyıcıları ne düşünürler bilmem ama ben en azından 5 milyon liralık bir destek beklerdim Semahat Hanım’dan...