Ben Cumhuriyet’in hedeflediği modernleşme ve Batılılaşma (ya da esasen Batıcılaşma) projesinin başarılı olduğu bir kesimin içine doğdum. Seküler bir yaşam tarzına sahip bir ailede ve çevrede büyüdüm. Ortaokul-lisede Alman, üniversitede Anglo-Sakson kültürle temas ettim. Yaşam alışkanlıklarımız buna göre şekillendi. Zaman zaman bu endoktrinasyonun etkisiyle kendi ülkeme oryantalist hatta kolonyalist gözüyle baktığım zamanlar oldu ama hiçbir zaman Kemalist olmadım. Toplumun birçok farklı yaşam alışkanlıklarına sahip kesimlerden oluştuğunu, önemli bir bölümünün daha dindar bir hayat yaşadığını bildim.
Üniversiteden itibaren ise devletin bana benzemeyen kesimlere karşı ne kadar zalim olduğunu, bu ülkede vatandaşlar arasında ayrım yapıldığını gördüm. Buna büyük bir öfke duydum. Mevcut sistemin değişmesi gerektiğini düşündüm.
Bu sebeplerle son günlerde yapılan parantez tartışmasını çok önemsiyorum. Perşembe günü Akşam gazetesinde yayımlanan yazısından gördüğüm kadarıyla Gülay Göktürk de benim gibi düşünüyor. Uzun süredir kafamı meşgul eden bu meseleyi o yazıda çok güzel bir şekilde ete kemiğe büründürmüş. Türkiye’de vesayetin bitişi, vatandaşlar arasındaki hiyerarşinin son buluşu ve unutturulmaya çalışılan geçmişle barışmayı başlatmak adına bir parantezi kapatmak önemli ve gerekli. Ancak parantez derken Göktürk’ün de söylediği gibi bazıları kökten değişimden bahsediyor ki, bu bizi bir yanlıştan diğerine sürükler.
Zira ben ve içinden geldiğim kesimi o parantez yarattı. Biz o parantezin içindeki yanlış uygulamaları gördük ve sesimizi çıkardık, çıkarmaya da devam diyoruz. Ancak o parantezi reddetmiyoruz. Edemeyiz, zira kendimizi çöpe atamayız. Esasen bunu kimse yapamaz, çünkü bugün o parantezi yok saymak isteyenler de o parantezin etkileriyle bugüne geldiler. Aslında bu ülkenin modernleşme, sanayileşme ve kentleşme yani kapitalistleşme ve sekülerleşme sürecine en çok katkı sunan liderler Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan gibi sağdaki liderler oldu. Yani toplumun geniş kesimlerini Batılılaştıran çizgi aslında CHP değil sağ muhafazakar partilerdi. Batılılaşma dediğiniz şey yukarıda saydığım sosyolojik süreçlerden başka bir şey değildir. Dolayısıyla bugün bir parantezi kapatacaksak bunu o parantezin sonuçlarını da kapsayarak, getirilerini de yanımıza alarak yapabiliriz.
Şiddetin olağanlaşması
Kavanozun içinden bakınca fark etmediğimiz bir mesele bence gündelik hayatımız için çok büyük bir tehlike. Biz şiddeti her geçen gün daha da fazla olağanlaştıran bir toplumuz. Şiddet ve şiddeti üreten gereçler yaşamımızın bir parçası. Bunu ataerkil kültür besliyor. Modern hayat da azgınlaştırıyor. Şiddetin erkek doğasının bir unsuru olduğu adeta a priori bir bilgi gibi kanıksanmış.
Mesela taksi şoförlerinin neredeyse tamamının sürücü koltuğunun altında bıçak ve hatta bazılarının da silah taşıdığını biliyor musunuz? Ben bundan birkaç yıl önce sinirli bir taksi şoförünün arabasına bindiğimde çıkarıp n3-4 bıçak gösterince şahit oldum. Daha sonra kullandığım taksilerde sormaya başladım. Evet, kendini korumak için bıçak bulundurmak bir rutin taksiler için.
Ancak daha sonra başka bir şey daha fark ettim: Bu rutin yalnızca taksiler için geçerli değil. En azından İstanbul’da arabaların önemli bir kısmında bagajda ya da koltuk altında sopa ya da bıçak gibi saldırı aletleri var. Defalarca trafikteki kavgalarda şoförlerin kudurmuş gibi arabadan çıkıp bagajdan beyzbol sopalarına benzer sopalar çıkardığını gördüm. Geçen pazar günü Çengelköy Migros’un önünde bir araba çok korna çalıyor diye oradaki eczanenin içinden bir adam çıkarak avaz avaz şoföre küfretmeye başladı. Derken şoför de ona bağırıp çağırmaya yeltendi. O sırada eczaneden adamın 9 aylık hamile karısı fırladı ve ağlamaya başladı. Bunun üzerine adam karısını sakinleştireceğine şoföre tekme savurmaya kalktı. Şoför ise bagajını açtı ve içinden koca bir bıçak çıkardı. Bütün bu korkunç hadiselerden sonra bir ‘büyük’ olayı ayırdı ve bu şiddet hiç yaşanmamış gibi herkes hayatına devam etti.
Peki ama bu nasıl oluyor? Arabada, koltuk altında ya da bagajda bıçak ya da kesici, delici aletler taşımak suç değil mi? Biz her gün sokağa adım atar atmaz bu silahlanmış vandal ordusunun arasına karışırken kendimizi nasıl güvende hissedeceğiz? Bunun için bir şeyler yapılması gerekmiyor mu? Bu ülkede arabada şiddet aleti bulundurmanın 3-5 kuruş para dışında, caydırıcı bir cezası yok mu?