Yeni yıla bu kez İskandinav-ya’da girdik. Önce 2 gün Stockholm, ardından 2 gün Kopenhag. 10 yıl kadar önce bir basın gezisiyle bir buçuk gün kadar Göteborg’da bulunmuşluğum vardı ancak o kadar. Yani bir nevi İskandinavya’ya ilk ayak basıştı denebilir bu gezi için. İskandinavya, özellikle de İsveç’i görmek çok önemli bir deneyim. Zira ‘sosyal devletin yarattığı cennet’ ‘devletin büyüklüğünün faydalarının somut örneği’ diye sunularak solcuların ağzında adeta mabetleştirilen bir yerdir İsveç. Peki, biz böyle güzellemeler yapılan İsveç’i bulduk mu gittiğimiz Stockholm’de? Ya da solcuların tapındığı ‘sosyal demokrasi’ modeli mi hakikaten İsveç’i zenginleştiren?
Bu soruların cevabını ararken Atilla Yayla Hoca’nın ismini sık sık andık. Zira Yayla, eylülde Yeni Şafak’ta İsveç’in zenginleşmesini anlatan iki kapsamlı yazı yazdı. (20 ve 23 Eylül 2015-İsveç: Dünyaya Yeni Model 1 ve 2) Bu yazılarda İsveç’le ilgili kanıksanmış bilgileri çürüten birçok araştırma yapıldığından bahsediliyordu ve temel olarak Johan Norberg’in ‘How Laissez-Faire Made Sweden Rich?’ adlı kitabına atıfta bulunuluyordu.
Bizim 2015’e girdiğimiz Stockholm, sosyal devlet sayesinde mi refaha kavuştu yoksa sosyal devlet, oluşan refahın üzerine konup, hazırdan mı yiyor? Ezbere konuşacak olursak ilk şıkkı işaretlememiz gerek. Halbuki bu yüzeysel ve kanıksanmış bilgiyi çürüten bir çok araştırma yapılıyor son yıllarda.
İsveç’i İsveç yapan liberal politikalar
1700’lerin sonunda çok fakir ve gelir dağılımı fevkalade dengesiz bir İsveç vardı. İnsanlar kitleler halinde ülkeyi terk ediyorlardı. Fakirler hem çok çalışıyor hem de çok vergi veriyorlardı. Genç bir rahip ve aktivist olan Anders Chydenius diye bir adam çıktı ve sorunun sistemden kaynaklandığını söyledi. Devletin minimum, hür teşebbüsün maksimum olması gerektiğini savundu. Devlet küçülmeli ve vergiler düşürülmeliydi. Ticaret ve piyasalar tamamen serbest bırakılmalıydı. ‘Kuzey’in Adam Smith’i Chydenius siyasete de girdi. O ve fikirdaşları sayesinde liberal fikirler parlamentoda güçlendi. Liberal politikalar İsveç’i kökten değiştirdi. 1860 ve 1910 arasındaki erkek sanayi işçilerinin kazanç artışı yüzde 170 oldu. Merkezi devlet harcamaları milli gelirin yüzde 6’sına düştü. Toplum her bakımdan gelişti. ‘Deha endüstrileri’ kavramı İsveççeye girdi. Kısaca İsveç’te 1850-1950 arası nüfus 2 kat artarken, gelir 8 kat arttı.
1950’de İsveç dünyanın en zenginlerindendi. Vergi yükü 1965’e kadar yüzde 30’lardaydı. Ancak 1970’te işler değişmeye başladı. Enternasyonalist solcu akımlar bu tarihten itibaren yükselişe geçti. Kamu harcamaları ikiye katlandı, yüzde 60’ı buldu. Devlet büyüdü, vergiler yükseldi. Bu değişim, liberal ekonomi politikalarının sağladığı zenginlik nedeniyle kısa vadede sıkıntı yaratmadı ancak 80’lerde duraklama, 90’larda kriz başladı. Yine Norberg’in hatırlattığına göre, 2000 yılında var olan 50 büyük şirketin 49’u 1970 öncesi dönemde kurulmuştu. 1970’te en zengin 4. ülke olan İsveç, 1993’te 14. sıraya yerleşmeyi ancak başardı.
Tüm bu kötü gidişe dur demek için 2000’den beri önemli bir değişim gerçekleşiyor İsveç’te. Devlet bu kapsamda yeniden küçültülmeye çalışılıyor. Bu çerçevede devletin GSYİH’deki payı yüzde 18 azaldı örneğin. Kamu harcamaları hâlâ yüksek, vergi politikası hâlâ müteşebbisleri caydırıyor ancak İsveç değişmek zorunda olduğunun, kurtuluşunun liberal politikalara dönmek olduğunun farkında.
Devleti küçült
Kısacası, adeta bir ütopya olarak gösterilen ve sosyal devleti yüceltmek için verilen İsveç örneğinin altında bambaşka bir hikâye var aslında. İsveç’i İsveç yapan liberal politikalar. Ve bu politikaların ürettiği zenginlik. Sosyal devlet zenginliğin kaynağı değil, aksine mevcut zenginlik üzerine hazırdan yiyen bir model.
Peki, ben İsveç seyahatimi neden şimdi hatırladım? Çünkü Türkiye’nin İsveç’in liberal geçmişinden alacak çok dersinin olduğunu düşünüyorum. Evet, Türkiye son 10 yılda refahını 3 katına çıkarmayı başardı, bunu girişimcinin önünü açarak, yatırıma özendirerek yaptı. Ancak büyük devlet sorunu hâlâ yerli yerinde duruyor. Yolsuzluğun temel sebebi bu. Tekil örnekler üzerinden yolsuzlukla mücadele yapılamaz. Sistemin kendisi yolsuzluk üretiyor. Bağcı dövmek değil, kalıcı çözüm için sorunları temelden tartışmaya cesaret etmeliyiz. Türkiye’de devlet bu kadar büyük oldukça onun rantı da büyük olur, ihalesi de fazla olur...