Cumhurbaş-kanı Erdoğan’ın Latin Amerika gezisi beni 2012 yazına götürdü. O yaz Meksika-ABD ve Küba’yı kapsayan bir seyahate çıkmıştık Rasim’le. Sırt çantalarımızı hazırlamış ve bir ay boyunca, plan yapmadan, spontane dolaşmıştık Amerika’da.
Cumhurbaşkanı, Mexico City’de basın toplantısı yaparken ben dev Zocalo meydanını, Frida Kahlo’nun rengârenk ama aynı zamanda hüzünlü dünyasını yaşatan evini, karanlık çöktükten sonra şehirde yaşadığımız tedirginliği, mariachi'lerin şarkılarını ve yağmurlu bir sabaha karşı Vera Cruz otobüsüne yetişmek için bindiğimiz takside nasıl korktuğumuzu hatırladım.
Cumhurbaşkanlığı heyeti Küba durağındayken, Havana’nın tecavüze uğramış çok güzel bir kadına benzettiğim sokakları teker teker gözümün önüne geldi. Ne büyük bir sömürü, ne korkunç bir tiyatro sahnesi görmüştük Küba’da. Yokluğu ve sefaleti paylaştıran bir zihniyetin dünyaya nasıl bir sempati malzemesi olarak pazarlandığına, Kübalıların turistlerin dünyasıyla hiç kesişmeyen paralel dünyalarına, sokaklarına, lokantalarına, para birimlerine ve hatta paralel rom ve purolarına şahit olmuştuk.
Castro’nun toplama kampları
Bu gün ‘Küba son devrimci günlerini yaşıyor’ diye hüzünlenenler bir açık hava hapishanesinin ortadan kalkmasına üzülüyorlar aslında. Castro devrime karşı gördüğü kimseye hayat hakkı tanımayan, hatta bu kadarla da yetinmeyip kişisel tercihleri dahi yasaklayan, mesela eşcinsellere inanılmaz işkenceler eden, ülkesinde rejime karşı olanlar için toplama kampları kuran zalim bir diktatör olarak geçecek tarihe. Bu zulmü, Kübalı ünlü şair Reinaldo Arenas’ın kendi ülkesinde yaşadığı cehennemi anlatan, Javier Bardem’in Arenas’ı enfes bir şekilde canlandırdığı ‘Before Night Falls’ adlı film çok güzel resmeder.
Ben Küba seyahatim sırasında şöyle yazmıştım: ‘Kendi topraklarında halkını adeta köleleştirmiş Castro. Güya eşitlikçilik uğruna halkın neredeyse tamamını sefalette eşitlemiş... Bu manzara karşısında insan çok utanıyor. Halkını bu şekilde sömüren diktatör Castro’ya lanet okuyor...’
Bu gün Castrolar kapitalist Batı’ya kafa tutar gibi yaparak aslında dünyaya kendi ülkelerini ‘sosyalizm adası’ olarak sattılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini sıktığı Raul Castro için Ernesto Guevara’nın kapsamlı biyografisini yazan Jon Lee Anderson kitabında birçok anekdot anlatır. Bunlardan biri de şudur: ‘Santiago’nun işgalinden hemen sonra Raul Castro 70 askeri topluca infaz etti. Askerlerin gözü önünde bir çukur açıldı ve hepsi makineli tüfek ateşiyle çukura itildi. Bu eylem Raul’un acımasız ve şiddet düşkünü biri olarak edindiği şöhreti artırdı. Aradan geçen bunca yıla rağmen bu izlenim zayıflamamıştır.’ (Che Guevara, Devrimci Bir Hayat, s. 385)
3 Müslüman’ın öldürülmesine kayıtsız kalan Obama’ya cesurca meydan okuyan, Esad’ın zulmüne dünyadan en net sesi çıkaran, sivilleri tanklarla katleden Sisi’ye karşı duran Erdoğan’dan, zalim Castro’nun da elini sıkmamasını beklerdim ben. Zira üzerinden zaman geçince zalimler kahraman olmuyor. Tayyip Erdoğan Türkiye’yi Batı’ya karşı ezik ve özgüvensiz bir ülke olmaktan çıkardı. Haksızlıklara karşı bir ses oldu. Ben bu çizginin hep arkasında durdum. Adaletin sesi olan Erdoğan’ı gururla savundum. Şimdi de aynı refleksle Raul Castro ile el sıkıştığı fotoğraf karesine isyan ediyorum! Hayır Sayın cumhurbaşkanı! Siz zulüm nereden gelirse gelsin karşı duran, bu uğurda dünyaya meydan okuyan bir liderseniz o eli sıkmayacaksınız!