Tuhaf ama tutarlı bir tesadüf olsa gerek, dün yani 28 Şubat’ın 18. yıldönümü ikinci bir açıdan daha not düştü tarihe. HDP heyeti ve Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan arasında geçen görüşmeden Abdullah Öcalan’ın PKK’ya yönelik silah bırakma çağrısı çıktı.
28 şubat bundan böyle utandığımız bir geçmişi çağrıştırdığı kadar, mutlulukla hatırlayacağımız bir günü de sembolize edecek gibi görünüyor... Bu gün mağdur edilen iki kesimin, dindarların ve Kürtlerin inisiyatifiyle yeni bir Türkiye’nin kurulmasına öncülük edecek bir gün olarak da geçecek tarihe.
Cehaletle gurur duymak
Ancak utandıran günler unutulmamalı. Çok değil, 18 yıl önce bu ülkede toplumun yüzde 50’sine, 60’sına düşman daha doğrusu onların yaşamlarına ve değerlerine kör cahil olan ve bunu bir gurur vesilesi kabul eden bir medya, Genelkurmay, yargı ve akademi ağı olduğunu bilmek, nereden nereye geldiğimizi görmek gerek.
Lacivert Dergisi çok güzel bir 28 Şubat arşiv çalışması yapmış. Ondan aldığım ilhamla o günlere bir yolculuk yaptım. Bazı şeyleri hatırladım, bazı şeyleri de ilk kez gördüm, zira o dönemde toplumun bir kesimi düşman ilan edilerek kovalanırken bir kesimi yaşananlardan haberdar dahi değildi. Ben de haberdar olmayan kesimde büyüdüm. İmam Hatiplerin önüne yerleştirilen terörle mücadele ekiplerini, ordunun içinde başörtülü eş avını ve birçok başka utanç dolu hadiseyi daha sonra öğrendim.
Bu günün Türkiye’sini eğrisiyle doğrusuyla anlayabilmek için o günün Türkiye’sini ve açtığı yaraları iyi anlamak gerek.
Başörtüsüyle Meclis'e girdiği için Merve Kavakçı’ya uygulanan linç tek başına o dönem başörtüsüne yapılan düşmanlığı ve saldırganlığı göstermesi bakımından çok önemli.
Bakın birkaç örnek
Tarih: 5 Mayıs 1999, Gözcü gazetesi şu başlığı atmış: ‘Vatandaş Merve Hanım’a soruyor: Zenciye neden meraklısınız?’ Altına da şunu yazmış: ‘Merve Kavakçı’nın kendisiyle Amerika’daki zenciler arasında bağ kurmasına anlam veremeyen vatandaşlar ‘Merve Hanım zenci merakını bir açıklasa da öğrensek, dediler’
Tarih:6 Mayıs 1999, gazetelere yansıyan bir haber: Bir dönem yaptığı şovlarla şöhret olan (daha sonra büyük bir bunalım yaşadı, tüm hayatını ve ismini dahi değiştirerek Kanada’ya göçtü) Leyla Tekül son derece frapan bir sahne elbisesinin üzerine başörtüsü takmış ve şöyle diyor: Merve de şov yapıyor, ben de’
Tarih: 30 Nisan 1999, Radikal şöyle demiş Merve Kavakçı’ya: ‘ Bir sen eksiktin’
Bu terbiyesiz, apaçık faşist ve tahkir edici bakış İslami kesimin dışında kalan bütün medyaya, gazetecilere, sanatçılara hâkimdi. Elbette istisnalar vardı ama bütün bir ülkenin konuşan ve yazan kesimi büyük bir nefret dalgası içinde birbirinden güç alarak her geçen gün daha da çirkinleşebildi o dönem.
Başörtülüleri karakola götüren yazar
Tarih 3 Mart 1997, Fatih Altaylı Hürriyet’teki köşesinde ‘Yeni vatandaşlık görevim’ başlıklı yazısında ‘Kendime yeni bir iş buldum. Bundan böyle kılık kıyafet kanununa aykırı olarak dolaşanları kolundan tuttuğum gibi karakola götüreceğim. Evlerini polise göstereceğim, otomobilde görürsem plakalarını alıp bildireceğim’ diyebiliyordu mesela. Ve ana akım medyada kimse böyle bir yazının yayımlanmasına çıt çıkarmadığı gibi, bu zihniyete destek veriyordu.
Tarih 24 Eylül 1998, Hürriyet Tayyip Erdoğan’la ilgili mahkumiyet kararının Yargıtay tarafından onanma kararını ‘Tayyip’in Bitişi’ başlığıyla duyuruyordu.
Fadime Şahin, Emine Kalkancı, Ali Kalkancı gibi isimlerin çıkarılarak muhafazakâr kesimin karikatürize edilmesi ve ‘ahlaksız’ imajı yapıştırılmasından bahsetmiyorum bile...
Pervasız, saygısız, kendi toplumuyla alay eden, kendini Batılı gören ama Batı’da da kabul görmeyecek nefret söylemi içinde boğulan bir dil 28 Şubat'a damgasını vurdu maalesef.
Bu gün başka bir Türkiye var. Değerleriyle barışık, toplumun çoğunluğunu hakir görmeyen, aksine o çoğunluğun iradesini iktidara taşımış bir Türkiye... Ancak... Yukarıda yalnızca belki 1000’de birini gösterdiğim bu toplu linç dönemi ile ilgili neredeyse hiç özeleştiri yapılmadı, özür dilenmedi. Halbuki 28 Şubat'ı yapan zihniyet bizi millet olmaktan alıkoyan bir zihniyetti. Bu günkü Türkiye bu zihniyetin toplumun çoğunluğuna karşı başlattığı savaştaki mağlubiyeti üzerine kuruldu. Ancak gerçek anlamda bir barış olması, tarafların arasında diyalog kurulabilmesi için 28 Şubat’ın muktedirlerinin kendileriyle yüzleşmeleri gerek.
Güney Afrika’ya barış Beyazların özür dilemesi ve tarafların yüzleşmesiyle geldi. Biz de artık bunu yapmalıyız. Zira kendi hatalarınızı kabul etmeden karşı tarafı eleştirme hakkına sahip olamazsınız...