Türkiye'de yöneticilik, genellikle, kulüp başkanının gölgesinde kalan, söz hakkı bulunmayan bir durumda... Bunun en somut gerçeği, son olarak Galatasaray'da yaşanmadı mı? Burak Elmas, "Her şeyin sorumlusu benim. Kararı da ben veririm" demedi mi? Ancak yönetimde bugün bulunanların hiçbiri, "Öyleyse benim burada ne işim var?" diyememişti
Başkanlar için yetkilerini arkadaşlarına dağıtmak; sanki etinden et koparmak! Böyle olunca da; danışmadan-tartışılmadan alınan kararlar karşısında, başarısızlık kaçınılmaz oluyor.
"Terim'i ben gönderdim", "Torrent'i ben getirdim"in sonu, nedense hocayı gönderirken, "Parasını ben cebimden veriyorum"a hiç dönüşmüyor.
Neyse, konu Galatasaray ve Torrent değil zaten... Asıl, en yakın rakibine 12 puan fark atan Trabzonspor'a bakmak gerek...
Başkan Ahmet Ağaoğlu, yıllardır sporun içerisinde olan, artık yöneticilik kariyerinde "profesörlük" düzeyine ulaşan bir isim... O koltuğun verdiği egoyu belli ki çoktan aşmış, üstelik Kulüpler Birliği Vakfı'nın başkanı olarak başkanların başkanı pozisyonuna da ulaşmış bir
Lig, artık üç büyükler için zul, sezon ise, Galatasaray için ligde kalabilme adına "Kurtuluş savaşı" gibi...
İlk dört için ümitleri, her maçın ardından biraz daha azalan Fenerbahçe ve Beşiktaş, gözünü "Türkiye Kupası"yla gelecek sezon Avrupa'ya gitmeye dikti. Testinin çeşmeye giderken kırılıp kırılmayacağı da, bu hafta ortaya çıkacak. Kupada 8 takım arasına kimin girip giremeyeceği belli olacak.
Galatasaray, Avrupa için UEFA listesini verirken, yine Türkiye Futbol Federasyonu'nun yardımına ihtiyaç duydu. Alelacele bir talimat değişikliği Pulgar'ın listeye girmesi için yetti. Kısacası, milli takımlarda bulunan futbolcuların tescili için, başvurusu bile yeterli olacak diyelim ve kısa keselim. Ama bu, Türk futbolu açısından önemliydi. Avrupa'da güçlü bir Galatasaray için kimse itiraz edemezdi.
Ancak Fenerbahçe o kadar şanslı değildi. Crespo, UEFA'nın Fenerbahçe'ye biçtiği, "Pozitif transfer dengesi", yani kamuoyunun bildiği şekliyle, "Satmadan alamazsın" raconu yüzünden, listeye
Galatasaray'da yönetim, "temiz lig" isterken, "temizlik" için kolları sıvadı.
Aslında Başkan Burak Elmas, göreve geldiği ilk andan itibaren, temiz bir lig için öncelikle Türkiye Futbol Federasyonu'nda ve Merkez Hakem Kurulu'nda değişiklik yapılması gerektiğini savunmuş, bu konuda çeşitli defalar basın toplantıları düzenlemişti. Ama TFF ve MHK'da beklediği değişiklik -temizlik- Galatasaray'dan başladı. Fatih Terim'in gönderilmesiyle zincire konan ilk halka, Elmas'a kadar sürecek mi bilinmez ama, sarı-kırmızılılar açısından işlerin hiç de iyi gitmediği bir gerçek... Elmas ve yönetimi bunun ne kadarını düzeltir, Galatasaraylı buna ne kadar sabreder onu zaman gösterecek.
Köksal Ünlü gitti, Rezan Epözdemir "elveda" dedi, Işıtan Gün, Hollanda'yı seçti (!), yönetimdeki kadın üyeler, Burak Elmas'ın hatırına Gün'ün kadınlarla ilgili sözlerini pas geçti. Aslında merak ediyorum; yönetim sözcüsü Remzi Sanver'di. Herhalde o da boş verdi! O kadar kavga, gürültü, tartışmayı "es" geçti, akışına koyverdi.
G
Hani, herkes gider Fatih Terim kalırdı! Hani, tribünü arkasına alan Terim’i Galatasaray’dan kimse uzaklaştıramazdı. Rahmetli Mustafa Cengiz, Fatih Hoca'nın kalemini kırdığında, ilk karşı çıkanlar kimler olmuştu acaba? Hatta, Başkan Burak Elmas’ın 25 Mart 2019’da attığı bir tweette şu yazıyordu: “Fatih Hocayı göndermek için kimsenin gücü yetmez. Hepimiz karşısında oluruz.”
Büyük lokma ye, büyük söz söyleme!
21 yıl öncesinde, Faruk Süren ve içinde Burak Elmas'ın da bulunduğu yönetime, deyim yerindeyse, kan kusturmuştu Fatih Hoca... "Hadi bana eyvallah" derken bile, "Ne haliniz varsa görün!" modundaydı hem de...
Bugün yaşananlara baktıkça, "2000'in rövanşı mı?" demek, çok fazla olmasa gerek... O günleri, ancak bugün 30 yaşının üzerinde olanlar bilebilir. Onların da, çok azı hatırlayabilir.
Seçimde Burak Elmas'ın kozu olan Terim, geçim derdinden dolayı mı nedir, hiç saadeti bulamamıştır. Galatasaray, 20 maçta 7 yenilgiye ulaşmışsa, Fatih Terim, maç başına 1.35'lik
Galatasaray'da başkanlık yapmak, o kadar kolay değil... Hele böylesine günlerde, hiç kolay değil... O koltuk, iki "gönül şehidi" bıraktı arkasında... Biri Özhan Canaydın, diğeri Mustafa Cengiz... Galatasaray'ı, kendi sağlıklarından daha fazla önde tutan, iki büyük isimdi onlar... Doğrularıyla-yanlışlarıyla, tarih, ikisini de kocaman harflerle şimdiden yazdı.
Türkiye Futbol Federasyonu'na savaş ilan etmekle, sağı-solu dürtmekle, "sportif başarısızlık"lar unutulmuyor. "Ne oynadık ki" diyerek basın mensupları karşısında özeleştiri başka, Fatih Terim'in karşısına çıkıp, "Ne oynadık ki?" demek başka...
Terim, adeta başkanlar için "güç makinesi"... Dayanabilen paçayı kurtarıyor, dayanamayanın vay haline!
Ama bu sefer kaya sert, Fatih Hoca! Altı ayda, seçimde kendisi için en çok çalışan Köksal Ünlü ile başkan yardımcısı yapacak kadar güvendiği, inandığı Rezan Epözdemir'i harcadı(!) bu başkan... Yarın, diyebilir sana da; "Ne oynadık ki... Olmadı Fatih Hoca..."
Tutunacak tek dal Avrupa, bir de kupa... Ama ligde var olmadığın sürece, her
Galatasaray'da, Jan Olde Riekerink'in emanetçi olduğu dönemde çıkmıştı sarı-kırmızılı tribünlerden bu slogan:
"Riekerink Bey diyeceksiniz!"
Beşiktaş da, aynı yolu izledi; Önder Karaveli ile "şimdilik yola devam" dedi. Tırnaklarıyla kazıya kazıya buralara gelen, birçok Süper Lig hocasında bulunmayan UEFA Prolisans'ı hak edip alan bir teknik adam Karaveli... Yedek kulübesinin önünde heybetli, söylemleri kaliteli, hiç de eğreti durmadı Önder Hoca...
Daniel Farke olmamış! İsabet olmuş. O da kim?
Norwich City'nin başında 49 maça çıkıp, rakamla 6, yazıyla "altı" galibiyet alabilmiş... 35 de yenilgi... Bir de kabul etmemiş arkadaş... Çok şükür!
Bruno Pinheiro da varmış listede? Keşke olmasa... Ne yapmış?
Takımı Estoril, Portekiz Ligi'nde 5. sırada ama liderin 14 puan gerisinde... Beşiktaş da, Trabzonspor'un 15 puan berisinde...
Ne fark eder?
Saha içerisindeki sistem sorgulandığında, "Taktik-maktik yok... Bam bam bam" diyerek, "Türk gazı"nın kerametlerinden söz eden sembol teknik adamlardan da bahsedebilirsiniz; yıllar boyunca, sabır telleriyle örülüp, bilimin ışığında kalan ve kendine göre sistem oluşturanlardan da...
Trabzonspor Teknik Direktörü Abdullah Avcı için, başarılı-başarısız ayırımından çok, "sistem adamı" tanımlaması, daha üzerine oturacak bir kostüm olur. 17 yaş altı milli takımda, Avrupa Şampiyonu olması, yine gençlerle Dünya Kupası'nda üçüncülüğü kıl payı kaybetmesi, Avcı'nın rütbesini yükselten önemli faktörler arasındadır. Başakşehir gibi, büyük takımlara göre futbolcu kalitesi sınırlı olan, seyircisi bulunmayan ve medya desteğini arkasına alamayan bir takıma, kupa değil ama sistem kazandırmıştır Abdullah Avcı...
Beşiktaşlı, böyle bir hocaya dayanamayarak ayrılmış, kısa süren yorumculuk tecrübesinin ardından, huzuru Karadeniz'de bulmuştur Avcı...
Geçen seneki şampiyonluk nasıl tek başına Sergen Yalçın'a yazmadıysa, bugün
Tüm kulüplerin hedefinde olan, TFF tarafından ısrarla savunulan yabancı kuralı bir ay içinde değişecek. Çok iddialı ve hayrete düşürücü değil mi? Ne Türkiye Futbol Federasyonu'ndan bir yetkiliyle konuşmuşluğumuz ne de içeride bir "kuş"umuz var!
Ancak yabancı kuralını düzenleyen statüde, eğer 31 Aralık'a kadar bir değişim olmazsa, birçok kulüp, ara transferde elindeki yabancı oyuncuyu gönderemeden, yeni bir yabancı alamayacak. Sezon başında, statüdeki "tescil" maddesine rağmen, kelime oyunuyla "vizeli" olanları yabancı kontenjanında sayan TFF, bakalım şimdi ne yapacak?
Çünkü birçok kulübün kadrosunda 14 tescilli(!) yabancı var. Vize ettirilmeyenleri saymıyoruz bile... Onları da, işin içine kattığımızda, gel de çık işin içinden!.. Lider Trabzonspor, ara transfer için üç yabancı ile anlaşmış bile... Karadeniz ekibinin bugünkü kadrosunda, 13 yabancısı var. Ancak gelecek diğer yabancılar için, şu an kadrodakilerden ikisinin gitmesi gerekiyor. Buna rağmen, belki de büyükler