Tıbbi hata yüzünden ölen hastalar, hâlâ hastanelerin en karanlık sırları arasında... 1991’de ABD’de yapılan araştırmaya göre, Colorado ve Utah’ta hastaneye başvuran hastaların yüzde 2.9’u, New York’ta yüzde 3.7’si hatalar nedeniyle ters olaylara maruz kaldı. Bunların Colorado ve Utah’ta yüzde 6.6’sı, New York’ta 13.6’sı öldü Türkiye’de 2008 yılındaki 9.9 milyon yatışa en düşük ölüm oranı yüzde 6.6’yı uygularsak, 18 bin kişinin tıp hataları nedeniyle ölmüş olduğunu varsayabiliriz. Eğer büyük çarpan 13.6 kullanılırsa ölüm sayısı 50 bine çıkar
irisi kemoterapide aşırı ilaç verildiği için ölür. Birisinin sağ yerine sol böbreği alınır. Birisi basit bir ameliyat geçirirken yanlış ilaç uygulandığı için hayatını kaybeder. “Biraz da pencerenin yanındaki yatakta yatayım” diyen bir hastaya o yatakta devamlı yatan hastanın ilacı verilir ve ölür.
Tıp olduğundan beri tıp hataları yapılıyor olmasına rağmen Batı’da bu soruna çare aranmaya başlayalı on yıl dolmadı. Türk kamuoyu ise mutlu bir şekilde habersiz.
Gelişmiş Batılı ülkelerde yapılmış çalışmalardan yola çıkılarak Türkiye’de hastanelerde tıbbi hatalar yüzünden en muhafazakâr tahminlere göre her yıl 19.000 ile 34.000 arasında kişi
Eylem yoksa laf var. Hükümetin Kürt açılımı laf denizine açılmış delik bir teknedir. Hükümet, Kürt açılımı konusunda eyleme sahip olmadığı için laf denizinde boğuluyor.
Hem hükümet boğuluyor hem de Kürt açılımı. Boğulurken Türkiye’ye asılmışlar onu da dibe çekiyorlar.
Malum kişiler bir idam mangası teşkil etti. Her keyiflerine estiğinde başka bir olumlu şeyi alıyorlar, ellerini ve gözlerini bağlıyorlar, siyasetin duvarının karşısına dikiyorlar ve tetiği çekiyorlar.
Sabah barış. Akşam uzlaşı. Öğleden sonra sempati. Kuşluk vakti empati. Bugün hoşgörü. Yarın anlayış.
İnsaf! Sıra sende, seni unuttuk sanma.
Ümit! Kuytularda saklanmaya çalışma. Çayın yerine senin kanını içeceğiz.
ABD’nin başı dertte. Araç üreticisi General Motors (GM) Saab fabrikasını satıyor.
GM, İsveç’te üretilen ve dünyanın efsane arabalarından biri olan Saab’ı 19 sene önce satın almış ve yüzüne gözüne bulaştırmıştı.
Böyle olacağı başından belliydi. Neden belliydi?
MacDonalds kendi sahasındaki belki de en iyi şirkettir ama Konyalı lokantasını asla çalıştıramaz.
GM/Saab evliliği bir çeşit MacDonalds/Konyalı birleşmesi idi.
Saab nispeten küçük bir işletmedir. Geçen yıl 90.000 araba üretti. Aynı yıl GM 9 milyona yakın araç sattı. Saab biraz artizan işidir. Ruhunda sevgi ve hayal gücü, tasarım ve yenilik vardır. Alıcı kitlesi sadık ve özeldir.
Saab, kitle üretimiyle uyuşmadı.
Tanrı’nın sevgili kulları olduğu gibi, sevgili ağaçları da var. Bunlar zeytin, incir ve üzümdür.
Zeytin, incir ve üzüm bitkiler âleminin Âdem ile Havva’larıdır ve hepsi Tanrı’nın yeryüzünde en sevdiği yer olan Akdeniz’e aittir.
Bu üçlü arasında zeytin eşitler arasında birincidir. Zeytin hem meyvedir, hem sebze. Hem ehlidir, hem yabani. Hem olgunlaşmadan yenir, hem olgunlaştıktan sonra. Hem sıvıdır, hem katı.
Ömrü uzundur. Bin yıldan fazla yaşayan zeytin ağaçları var.
Dayanıklıdır. Orman yangınından bile sağ çıkar. Gövdesi tükense bile köklerinden yeni fidancıklar fışkırtır.
İnsan gibidir. Küser ve barışır. Onu sevmeniz gerekir. Ona iyi bakarsanız size iyi bakar.
Zeytin Anadolu’ya eski Yunanlılar tarafından getirildi ve daha çok Ege bölgesinde bulunur.
Geçtiğimiz üç yıl içinde Ilısu baraj projesi hakkında 30’dan fazla yazı yazdım. Amacım, baraj inşaatını engellemek veya engellemeye çalışanları desteklemek değildi.
Aslında yeni baraj yapımına karşıyım. Çevreyi çok hırpaladık, kendimizden başka bütün yaratıkların yaşam haklarını ellerinden aldık, bütün denizlerimizi ve akarsularımızı suları kirlettik, ormanlarımızı perişan ettik.
İnsan için kalp krizi neyse akarsu için baraj odur. Bu nedenle artık baraj yapılmaması gerektiğine inanıyorum. Ama, dediğim gibi, amacım baraj inşaatını kösteklemek değildi. Zaten 30 değil, 300 yazı yazsam bunu başaracak gücüm olmadığımı biliyorum.
Amacım, Ilısu örneğini kullanarak Türkiye’nin ne kadar kötü yönetildiğini göstermekti. Ne kadar düşüncesiz, özensiz işler yapıldığını... Plansızlığın boyutlarını. İnsanların ne kadar hor görüldüğünü. Bürokrasinin iç çökertici beceriksizliğini ve zavallılığını.
Politikacıların ne kadar yalancı ve ikiyüzlü olabileceğini. Rant yaratmanın politikada nasıl diğer amaçların önüne geçtiğini. Dindar olmanın her zaman ahlak ve prensip sahibi olmakla ilgili olmadığını, dinciliğin CHP veya MHP veya herhangi bir parti gibi bir kisve, üniforma olabileceğini... Bunları
Nükleer santral ihalesi iptale doğru gidiyor. Gerçi Enerji Bakanı Taner Yıldız geçen Çarşamba Antalya’da gazetecilerle yaptığı sohbette konunun hala ortada olduğunu söyledi ama satır aralarından ve hatta satırların kendilerinden çıkan anlam budur.
Yıldız ihalenin ideal olmayan bir şartname ile yapıldığını ve ortaya çıkan fiyatın yüksek olduğunu söyledi.
Anadolu Ajansı’nın haberine göre, “Eğer ihale sizin bakanlığınız döneminde yapılsaydı aynı yöntemi mi izlerdiniz?” sorusuna “Hayır. Mutlaka daha çok katılımın olabileceği bir seviye olurdu” dedi.
“Baştan (şartnameye kamunun işi yapacak şirkete ortak olacağı yazılsaydı) .. fiyat değişirdi. Daha çok katılımcı .. olabilirdi,” dedi.
“On beş küsur cent bir kere nükleer için yüksek bir fiyat. Bunu bu kadar açık, net, şeffaf konuşuyorum çünkü sonuçta geldiğimiz rakam, bizim ortalama olarak Türkiye’de ürettiğimiz rakamın üzerinde. Biz bundan hoşnut değiliz... Nükleeri mutlaka yapmamız şart ama makul fiyatlarda,” dedi.
Mahkemede söylenmiş olsaydı bu sözler ihale aleyhine ifade olarak kabul edilirdi. Nükleeri makul şartlarda yapmanın yolu ihaleyi iptal etmek, projenin çekiciliğini maksimum düzeye getirecek bir şartname hazırlamak
Çevre Bakanlığı’nın projeye 500 küsur milyon euro sağlayacak Alman, Avusturya ve İsviçre’ye verdiği taahhütler arasında en talihsiz olanı yeniden yerleşimle ilgilidir.
Bakanlık, Ilısu’nun yerinden edeceği 60-70.000 kişiyi Dünya Bankası’nın standartlarına uygun bir biçimde başka yerlerde iskân etmeyi kabul etti. Ama bunu yapması imkânsızdı. Ve borçlandığı ülkelere söz verirken bakanlık bunu biliyordu.
Nedeni açık: DSİ ne kadar samimiyetle istese de Türkiye’nin iskân yasaları buna müsait değildir.
Yeniden yerleşimin söz verildiği gibi yapılabilmesi için yeni bir iskân yasası yapılması gerekiyordu. Resmi kaynaklardan öğrendiğime göre, bu konuya dikkati çekildiğinde Eroğlu’nun tepkisi “Bana yasa getirmeyin” oldu.
DSİ kamulaştırma dairesinden öğrendiğime göre, baraj için 300 küsur kilometrekare arazinin kamulaştırılması gerekiyor. Kreditörlere verilen söze göre, inşaat kamulaştırma aşama aşama tamamlanmadan başlamayacaktı. Çevre Bakanlığı bu sözü de tutmadı.
Yol genişletildi
Baraj inşaatında kullanılacak ve uzunluğu yaklaşık 54 km olan Mardin-Dargeçit yolunun yaklaşık 10 kilometresi kamulaştırma yapılmadan genişletildi. “Köy muhtarlarından onay yazısı alındı” dedi kaynağım, “Ama
Ilısu baraj bölgesinde, biri sular altında kalacak olan Hasankeyf’te olmak üzere, üç Bilgilendirme Ofisi kuruldu. Bu ofisler aynı zamanda halkın şikâyetlerini işletecekleri yerler olacaktı.
Bunlar da yine Nurol adına Encon tarafından kuruldu. Personeli Encon tarafından sağlandı. Yani DSİ gibi ülkenin önemli kuruluşlarından biri, Encon’un sağlayabileceği düşünülen nitelikli danışmanları istihdam etmekten acizdi. Bu yetmezmiş gibi, Encon, DSİ bünyesinde bulunan ve Ilısu projesini götürmekle görevli Proje Uygulama Birimi’ne adam soktu.
“Yani” diyor kaynağım, “halkın müteahhitlerden şikâyetini yine müteahhitlere yapması, müteahhitlerin de inşaatın durdurulmasını göze alarak bu şikâyetleri gerekli mercilere, en üst düzeyde de kredi kuruluşlarına iletmesi beklendi.”
Bunun halkla nasıl alay etmek olduğunu az sonra okuyacağınız, baraj bölgesinde kamulaştırma yapılmadan yapılan yol inşaatları kanıtladı.
Hazırlanan yeni planlar
Bilgilendirme ofisleri aynı zamanda çevre ve kültürel varlıklar konusunda da gerekli izleme ve kontrolleri yapmakla yükümlüydüler. Burada çalışan arkeologlar da yine Encon tarafından görevlendirildi. Bu arkeologlar inşaattan etkilenecek kültürel, tarihi