1980’lere doğru birçok yaz Ankara’da canım sıkılınca Doğu’ya gittim. Genellikle Van’a uçardım. Orada biraz kaldıktan sonra vapurla karşıya Tatvan’a geçer, dolmuş, otobüs veya taksiyle Bitlis’e ve daha güneye giderdim. Diyarbakır’dan eve dönerdim. Bazen yolculuğa Diyarbakır’dan başlar hudut boyunca gidip Van’dan geri uçardım.
Plansız gezilerdi bunlar. Çoğu zaman, döndükten sonra yazı bile yazmazdım. Sanırım orasını görmek kadar Ankara’dan kaçmak rol oynuyordu bu yolculuklarda.
Akşam nereye varırsam orada kalır, yatak çarşaflarının birkaç haftada bir değiştirildiği otellerde yatardım.
Bitlis’te çarşaflar o kadar pisti ki değiştirilmesini istedim.
“Ne pisi abi” dedi resepsiyoncu çocuk, “Daha geçen hafta değiştirdik.”
O zaman öyleydi.
Doğu tehlikeli, öldürücü hatalıkların kapılabileceği, geri, feodal bir yerdi. Oraya gidilmezdi. Sürgün olunurdu.
Rahmetli Bülent Ecevit beni ciddi bir hastalıktan kurtardı. Hastalığın adı yok. Onun için tarif ederek anlatmaya çalışacağım.
Bir gün ortaya yeni bir siyasetçi çıkar. İnsanlar ona inanır, kurtarıcı gibi görmeye başlar. Peşine düşer. Kusurlarına gözlerini kapar. Zaaflarını görmemeye veya görmezden gelmeye başlar.
Onun çözümlerinden başka bir çözüm olmadığına inanır. Dostlarına dost, düşmanlarına düşman olur.
Bunlardan biri olmak bir gazetecin kapabileceği en kötü hastalığı kapmak demektir.
Ben 1970’lerde kalabalıkların Karaoğlan’ı olan Ecevit’in büyüsüne kapılıp bu hastalığa duçar oldum. Onun Türkiye için bir kurtarıcı olacağına inandım. Yansızlıktan uzaklaştım.
Ecevit Türk politikacılarında az bulunan meziyetlere sahipti. Dürüsttü. Zarifti. Kültürlüydü. Çok iyi İngilizce biliyordu.
Ama kötü bir başbakan oldu ve kendisi dahil hiçbir şeyi değiştiremedi. Sinirli, fevri ve duygusaldı. Romantik ve hayalperestti. Ekonomiden anlamıyordu. Ortanın solunun davulunu çalıyordu ama ne ortayla, ne solla pek alakası vardı. Milliyetçi ve devletçiydi.
Bir şeyi yapmamak veya yanlış yapmak istiyorsanız birisinden fikir danışın.
Ne yapacağınızı bilmiyorsanız veya ne yapacağınız umurunuzda değilse birilerine “Ne yapayım” diye sorun. Bir milyon değişik cevap alacaksınız ve ne yapmanız gerektiği konusunda kafanız daha da karışacak.
Bir şeyi yapmamak istiyorsanız birilerinin fikrini sorun. “Yapmasan daha iyi olur” diyen birisini muhakkak bulacaksınız.
Bir şeyi yapmak istiyorsanız, yapmaya kararlıysanız, yapmanın doğru olduğuna inanıyorsanız, kimseye sormadan yapın. İnsanın içinde doğruya işaret eden bir ibre var. O ibre hiç yanlış istikameti göstermez. Yeter ki kafanız açık olsun ve ibreniz egonuzun sisleri içinde kaybolmamış olsun.
Güneydoğu’yu ateşten çekmenin zamanı geldi. Bunu, pişenler de, pişirenler de biliyor. Herkes biliyor aslında. Çoğunluk sorun çözülsün, kan dökülmesi dursun, bu konu arkada kalsın istiyor. Bu nedenle Baykal’a ve Bahçeli’ye danışmak veya onlardan destek istemek abestir. Onlar geleceğe değil geçmişe aittir. Onlar yapmak için değil yaptırmamak için vardır. Hiçbir sorun konusunda çözüme veya çözüm önerisine sahip değildirler.
Uzlaşma kültürü yok
Baykal’dan ve Bahçeli’den Kürt sorununun çözümü için
OMV’nin Petrol Ofisi’nin çoğunluk hissesini Doğan grubundan almak istemesinin mantığını anlamak mümkün.
Avusturya şirketi 2008’de 26 milyara yaklaşan cirosu ve 41.000 çalışanıyla, Avrupa’nın en büyük petrol ve gaz oyuncularından biridir.
Türkiye’nin doğusundan Avrupa Birliği’ne gaz götürmesi planlanan Nabucco’nun öncü ortağıdır. Türkiye’nin kendisi büyük ve büyüyen bir pazardır. Bu nedenlerle, OMV, Türkiye’de sağlam bir üs istiyor.
Doğan’ın, Petrol Ofisi’ndeki yüzde 54 hissesini satmak istemesinin mantığını anlamak ise mümkün değil. Değil, çünkü bu satışın arkasında mantık değil, baskı var.
Doğan grubu uzun zamandan beri sistematik siyasi baskı altındadır. Eğer bu baskı olmasaydı kârlı bir alan olan petrol dağıtımı işinden gönüllü olarak çekilmezdi.
Putin örneği
Başbakan, Aydın Doğan’ı sevmiyor. Onu iş hayatından ihraç etmek istiyor çünkü Milliyet, Hürriyet, Posta, Kanal D gibi Doğan yayın organları, birkaç küçük istisna hariç, medyada hükümeti özgürce eleştiren tek grup kaldı.
Hastalar kendi tedavilerinde yeterince bilgi sahibi olmadan ve hekimlerince aydınlatılmadan karar vermek zorunda kalıyorlar. Çekinmeyin ve sıkılmayın. Soru ve endişelerinizi belirtin
Türkiye’nin en iyi hastanesi hangisidir? “ABD’nin en iyi hastanesi veya hastaneleri hangisi?” sorusunun cevabı var, Türkiye’nin yok. Amerika’da her yıl hastaneleri ölüm oranları, teknoloji, doktor ve bakım personeli, hizmet yaklaşımı ve hastanın taburcu edilmesine ilişkin planlama gibi konularda derecelendirilen kuruluşlar var. Türkiye’de yok.
Birçoğumuzun aklında birkaç en iyi hastane var. Ama iyi bilinmekle iyi olmak arasında büyük bir fark var. İyi olan birçok hastane var. Ama ne “en iyi” hastane var, ne de “tıp hatalarından muaf” hastane. O zaman bir hasta veya hasta yakını gözlerini kapatıp emniyet kemerini bağlamış bir yolcunun kendini pilotlara bıraktığı gibi kendini hastaneye teslim mi etmelidir? Hayır.
Aşağıda değişik araştırmaların ortaya çıkardığı tavsiyelerin bir listesini bulacaksınız. Ama önce şunu iyice anlamak lazım: Hekim emreden, siz de emirleri yerine getirmek zorunda olan kişi değilsiniz. Kendi sağlık sorunlarınızla ilgili tüm süreçlere ve kararlara aktif olarak katılmaya hakkınız
Hekimler ve diğer hastane profesyonelleri açısından bakıldığında hataların gizlenmesinin en önemli nedeni, hasta veya hasta yakınları tarafından mahkemeye verilme korkusudurAyrıca imaj kaybı, meslektaşların suçlamasına ve ayıplamasına maruz kalma korkusu da varBu nedenle tıp hataları konusunda amaç cezalandırma değil, bozuk olan sistemlerin tamiri olmalıdır
üvenilir bir kuruluş olan Healthgrades’in (www.healthgrades.com) Nisan 2008 araştırmasına göre tıp hatalarında, uygulanan ilaçların ters etkisi sonucunda ölenlerin sayısı 106 bin... Ölümle sonuçlanan ilaç hatalarının yüzde 40’tan fazlası yanlış doz sonucu meydana geliyor. Bundan da kasıt çoğunlukla aşırı doz. Hastanelerde meydana gelen hataların çoğunun nedeni de bu karmaşıklık...
Bu bir mazeret değil, tabii. İyi şirketler nasıl fabrikalarında kusursuza yakın ürün imal etmenin yolunu buldularsa sağlık kurumları da tıp hatalarını ortadan kaldırmanın veya asgariye indirmenin yolunu bulmalıdır. Ama bu, belki de hiçbir zaman mümkün olmayacak.
Bir vidayı en iyi şekilde çevirmenin bir tek yolu var ama bir kutudan hap çıkarıp bir hastanın ağzına vermek bile basit bir iş değil: Yüzlerce hasta, binlerce hap, sayısız değişik hap
Amerika’da yapılmış araştırmalara göre, bir hemşirenin 7’den çok hastaya bakması halinde ameliyat olmuş bir hastanın hata dolayısıyla ölme tehlikesi yüzde 31 artıyor. Bir doktor haftada 85 saatten fazla çalışırsa yaptığı hata oranı kabul edilebilir sınırın üzerine çıkıyor
İyi fabrikalarda (örneğin Toyota veya Bosch) hata oranı sıfıra yakındır. Yani üretilen her mamul neredeyse kusursuz olarak fabrikayı terk eder. Bunun nedeni işin her aşamada eksiksiz yapılması, hataya kapalı bir şekilde düzenlenmesidir.
Ne yazık ki hastane otomobil veya beyaz eşya fabrikası değil. Sağlık kurumlarının en iyisinde bile tedaviyi meydana getiren aşamaların neredeyse tamamı hataya açıktır. Çünkü hastane fabrikadan çok daha karmaşık bir yerdir.
Örneğin, İstanbul yakınlarındaki Toyota fabrikası bir tek model araba yapar. Hastaneye her giren ve çıkan kişi ise genetik yapı, yaş, kilo, ruh yapısı v.s. bakımından farklıdır.
“Hastaneye götürülen hastalıklar, aynı olsa bile değişiktir” diyor Anadolu Sağlık Merkezi Tıbbi Hizmetler Direktörü ve Profesör Metin Çakmakçı:
“Mesela, her mide kanseri değişiktir ve her birinin ameliyat yöntemi farklıdır. Dolayısıyla araba imalatı gibi standardize edilemez.”
Tıp hataları istisnasız bütün ülkelerin sorunu. ABD’de tıp hataları nedeniyle ölümler kalp hastalıkları, kanser, serebrovasküler hastalıklar (yani felç gibi beyin damar hastalıkları) ve akciğer hastalıklarından sonra beşinci sırada. Bundan dolayıdır ki hasta güvenliği iyi hastanelerin öncelikleri arasına girdi...
ağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof. Sabahattin Aydın hem Türkiye hem Avrupa için tıp hatalarına dair kesin rakam olmadığını söylüyor. “Cömertçe araştırma yapıp kendi sistemini eleştiren tek ülke ABD” diyor.
ABD’de tespit edilen hata oranları Türkiye için de geçerli olabilir mi?
“Eğer Amerika’daki özel hastanelerle karşılaştıracak olursak bizdeki oranların daha yüksek olmasını bekleriz” diyor Prof. Aydın. “Amerika’daki devlet hastanelerinden ise biz Türkiye olarak çok daha iyiyiz diyebiliriz. Ama bunlar birer tahminden ibaret.”
Amerika’daki köşe taşı tıp hataları araştırmasının sonuçlarına en çok şaşıranlar arasında doktorlar da vardı. Oysa tıp olduğundan beri hata yapılıyor ve insanlar bunlardan zarar görüyor. Ancak bu konunun açıkça konuşulmaya başlanmasından bu yana on sene bile geçmedi.
“Neden sorun bu kadar geç fark edildi?” diye sordum Hacettepe