Dalyan (Köyceğiz, Muğla)
Arabadan göremezsiniz. İnip yürümeniz lazım. Ara sıra durmalı, hatta bazen çömelmeli, ormana çocukların dünyaya baktığı yükseklikten bakmalısınız.
Ancak o zaman ağaçların, çiçeklerin ve üzerinde bin bir türlü bitki çürür ve doğarken toprağın çıkardığı kokuyu iyice duyabilirsiniz. Yerde kaynaşan bu böcek yığınının kanatlı karınca olduğunu görürsünüz.
Toprağa kendinizi tanıtın ki buluştuğunuzda bir tanıdık geldiğini anlasın.
Bu tepeye tırmanırken yanınızda bitkileri bilen bir yürüyüşçü varsa şanslısınız. Ama olmasa da olur.
Bu güzel ve narin çiçeğin nadide bir yabani orkide olduğunu bilmenize gerek yok, onun güzelliğinden tat almak için.
Burnunuz kokuyu alsın da kekikten çıktığını bilmese de olur. Bu pırıltılı, taze yapraklar çitlembiğe ait. Bunlar yabani zeytin. Bu keçiboynuzu. Bu yabani lavanta. Bu yuvarlak, yeşil yapraklar tavşankulağına ait. Ters çevirdiğinizde dünyanın en güzel morlarından birini göreceksiniz.
Neden sivil asker hemen hemen bütün üst düzey makam arabaları Mercedes?
Rolls Royce’tan Lexus’a, BMW’den Daimler’e birçok lüks marka var. Neden ille Mercedes? Türk büyüklerine bu arabaları kimler hangi ihale sürecini kullanarak alıyorlar yıllardır?
Cevabını merak etmeyin. Öğrenemezsiniz. Harcamalarda şeffaflık ve hesap verebilirlik TC’nin en güçlü olduğu konulardan biri değildir.
Savcılar Genelkurmay’ın en gizli planlarının saklandığı odalara girerler. Ama ihaleler ve satın almalarla ilgili, sır olmaması gereken dosyalara ne bakarlar ne de baktırılırlar.
Adaletin sembolü gözleri bağlı, bir elinde terazi diğer elinde kılıç olan bir kadındır. Bu açıdan baktığınızda Türkiye’de adalet gözü açık, her iki elinde de kılıç olan, kıllı bir erkektir. Görerek istediğini biçiyor.
Hükümetin planı askeri gözden düşürüp sindirmektir. Devletin paralarını har vurup harman savuranları bulup cezalandırmak gündeminde yok. Neden bütün makam araçlarının Mercedes olduğunu araştırsın? Sağ eliyle sol elini mi yakalayacak?
Ama bir bal var ve birileri de parmağını yalıyordur. Burası kesin. Bunu herhangi bir Türk araştırmasından değil Amerikan Adalet Bakanlığı’nın yayımladığı dokümanlardan
Ahmet Türk’ten sonra Enerji Bakanı Taner Yıldız da yumruklu saldırıya uğradı.
Taner Yıldız’a saldıran beden eğitimi öğretmeni Şahin Şimşek’tir. Görgü tanıklarına göre, sağ görüşlü eski bir boksör olan Şimşek, saldırırken, “Bu yumruk Türk milletinin yumruğudur” diye bağırmış.
Türk milletinin yumruğu yargıdır.
Yargı, moda halini alma eğilimi gösteren bu çirkin saldırıları cezalandırmakta ne kadar etkin olduğunu göstererek yumruğunun gücünü Türk halkına kanıtlayabilecek mi? Pek ümitli değilim.
Caydırıcı cezalar...
Yargının etkin olması için çabuk olması gerekir. Yeni bir suç modasının başladığı bu gibi hallerde sürat daha da önemlidir. En kısa zamanda en ağır ceza verilmelidir ki caydırıcı olsun.
Okul tatilleri sona erdiği için çocuklarım pazartesi günü Türk Hava Yolları (THY) ile Londra’ya gideceklerdi.
İzlanda’da patlayan yanardağın atmosferi kirletmesi nedeniyle uçuşları iptal oldu.
Durumda bir değişiklik var mı diye kontrol etmek için her gün birkaç defa THY’nin internet sitesine girmeye başladım.
Türkçe sitedeki açıklamaları okuduktan sonra “Acaba ek bir şey var mı?” diye İngilizce siteye girdim ve hafif bir şoka uğradım. Kötü, anlaşılması imkânsız bir İngilizce. Eski ve eksik bilgiler. Dün (salı) baktığımda bilgilerin çoğu iki günlüktü. Ana açıklama uçuşların ilk iptalinden bu yana yenilenmemişti.
Ustaca gizlenmiş
Türkçe sitede hangi havaalanlarının açıldığı vardı. İngilizcede yoktu. Veya ustaca gizlenmişti.
Dar ve sert ameliyat masasında anjiyo yapacak doktoru beklerken yıllarca önce bulup unuttuğum bir gerçeği bir daha keşfettim: Neyin gerçekten önemli neyin önemsiz olduğunu insan ancak ölüme yakınken kavrar.
Etrafımda biri erkek diğeri kadın iki kişi vardı. Ameliyat giysisi giyiyorlardı.
“Çok soğuk” dedim, laf olsun diye. Ameliyat odalarının -Yoksa salonları mı denir?- neden soğuk olduğunu biliyordum.
“Aşk olsun, biz de soğuk muyuz” dedi kadın gülümseyerek.
“Hayır. Siz hariç.”
“İki nedenle soğuk” dedi erkek. “Mikroplar çoğalmasın diye.” Başıyla televizyon ekranlarını ve diğer elektronik aletleri işaret etti. “Aletler ısınmasın diye.”
Hazırlıklarına devam ettiler.
Usanmış bıkmıştınız. Gözünüz aydın. Dünya ekonomik krizden çıkıyor, onunla beraber Türkiye de.
Bunu nerden anlıyoruz? Demir-çelik ve petrol fiyatlarının tırmanışa geçmesinden.
Geçen hafta petrolün varili 87 dolara çıktı. Bu geçen ekimden bu yana petrolün ulaştığı en yüksek seviye. Uzmanlar, tırmanışta küresel ekonomik toparlanma ve bu toparlanmanın devam edeceği beklentisinin rol oynadığını söylüyorlar. Buna bakarak krizden önceki gibi üç rakamlı petrol fiyatlarına uzak olmadığımızı öngörüyorlar.
Oysa ne güzel yedi sekiz aydır petrol ne üreticileri ne de tüketicileri fazla üzmeden 70-80 dolar aralığında dolanıp duruyordu.
Aynı paradoks
Petrol fiyatları ilk defa 100 dolar/varili 2008 ocağında gördü. Aynı yılın temmuzunda 147 dolarla zirve yaptı. Aralıkta ise 32 dolara yuvarlandı. Geçen hafta petrol 87 dolar civarında muamele görüyordu.
29 Mart günü saat 14.40 civarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bir mektup yolladım.
Cumhurbaşkanlığı sitesine girdim (http://cankaya.gov.tr/). Burada sol köşenin ortalarına doğru “Cumhurbaşkanına Yazın” diye bir ibare var. Onu tıkladım, açılan kutuya mesajımı yazdım ve yolladım.
On beş gün geçti. Cevap almadım. Herhalde artık almam diye düşünüyorum.
Bu tepkisizlik beni hayal kırıklığına uğrattı. Hem kendim hem de diğer mektup yazıp bir istek veya şikâyette bulunan ve cevap almayanlar için üzüldüm.
Herhalde büyük bir grubuz. Bana cevap yazmadılarsa kimseye yazmıyorlar, diye düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı’na mektup yollamak neden aklıma geldi, onu anlatayım.
Bir süre önce Köyceğiz Gölü’ne (Muğla) akan Yuvarlakçay adlı akarsu üzerine elektrik santralı kurulmasını önlemek üzere platform kuran köylüler ve çevrecilerle ilgili bir yazım çıktı.
Müzik tutkunuydu. Keman çalıyordu. Müzik okumak, hayatını müzisyen olarak geçirmek istiyordu.
Babası sıfırdan dev bir şirketler grubu meydana getirmiş ünlü bir işadamı idi. Tek oğlu için başka planları vardı. Yurtdışına gitsin, mühendislik okusun, aile şirketinde çalışmaya başlasın, o ölünce yerine geçsin istiyordu.
Eğer istediğiniz şeyin yeteri kadar güçlü bir biçimde arkasında duramazsanız, istediği şeyin yeteri
kadar güçlü bir biçimde arkasında
duranın istediği olur.
Babanın dediği oldu. Müzik tutkunu genç adam kemanını dolaba kaldırıp yurtdışına gitti ve mühendislik
okumaya başladı.