Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve ona bağlı olarak çalışan Karayolları Genel Müdürü M. Cahit Turhan Türk halkıyla alay ediyor.
Bu ikilinin yapılması tasarlanan Boğaziçi köprüsüyle ilgili açıklamaları halkın zekâsına hakarettir.
Yıllardan beri konuşulan ama hayata geçirilemeyen üçüncü köprü komedisinin son perdesini birkaç gün önce Yıldırım açtı. Köprü ve çevre yolları bu yıl yap-işlet-devret modeli çerçevesinde astronomik bir altı milyar dolara bu yıl ihale edileceğini açıkladı.
Rakam da, tarih de uydurmadır. Model ise bu bağlamada uygulanamazdır.
Köprüyle ilgili hiçbir etüt olmadığı için bu yıl ihale yapılamaz. Aynı şekilde maliyetin ne olduğu da tahmin edilemez. Altı milyar dolar, bir işadamının deyimiyle “ekstrem atmasyon”dur. Ölçüsüz bir uydurma, yani.
Turhan’ın açıklaması da gariptir. Turhan “Boğaz Köprüsü’nün de dahil olduğu Kuzey Marmara Otoyolu’nun yap-işlet-devret modeliyle ihalesi için Yüksek Planlama Kurulu’na (YPK) müracaat edilmiştir. YPK iznini müteakip ihale ilanına çıkılacaktır.”
Yüksek Planlama Kurulu, Başbakan’ın başkanlığında, Başbakan’ın belirlediği bakanlar ile Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı’ndan meydana gelir. Kurulun görevi ekonomi hayatıyla
Fransa’nın Aveyron ilindeki Millau Köprüsü dünyanın mühendislik harikalarından biridir.
Aralık 2004’te açıldı ve planlama, dizayn ve mühendislikte standartları yeni bir yüksekliğe taşıdı.
Tarn Nehri üzerindeki dört kulvarlı köprü Paris’i Barcelona’ya bağlar. Uzunluğu 2.4 kilometredir. Yüksekliği 270 metredir ve Paris’in ünlü Eyfel Kulesi’nden yüksektir.
Millau Köprüsü göze tat veren görüntüsünü ünlü İngiliz mimari Norman Foster’e borçludur. Foster köprüsünü “şeffaf ve narin” ve -bu bizi çok ilgilendirmeli- ucuz olmak üzere tasarladı.
Mümkün olduğu kadar az malzeme kullanılarak yapılan köprü neredeyse tamamen özel çelikten yapıldı.
Ne kadara çıktı peki?
Bunun cevabını vermeden önce Ulaştırma Bakanı Yıldırım’ın Üçüncü Boğaz Köprüsü için biçtiği fiyatı hatırlatayım: Altı milyar dolar.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım Boğaziçi Köprüsü ve bağlantı yollarının bu yıl içinde 6 milyar dolara ihale edileceğini açıklamadı.
Bu olmayacak.
Köprü bu yıl ihale edilemez. Gelecek yıl ve ondan sonraki yıl bile ihale edilmeyebilir.
Köprü yapmadan önce yapılması gereken hiçbir şey yapılmadığı için bunu söylüyorum.
Proje yok. Hatta ona zemin hazırlamak için gerekli ön proje de yok.
Köprüyle bağlantı sağlayacak 260 kilometre yolun -ki bunların bir kısmı yasaklı orman arazisindedir- İstanbul Belediye Meclisi’nden olur alması lazım.
Zemin arazi etütleri yapılmamış. Ayakların basacağı yerlerin mukavemetini bilmeden projeye başlanamaz.
Kanunlar bir ülkenin ruhudur. Veya ruhsuzluğu. Bizde para harcamak ve ihale vermekle ilgili yasa ve yönetmeliklerde getirdikleri düzenlemeleri sıfırlayan, keyfiliği yasallaştıran maddeler var.
Bunlar (yankesicinin siz farkına varmadan elini cebinize sokması gibi) yasa ve yönetmeliklerin içine kötü niyetli bürokratlar ve politikacılar tarafından sızdırılır.
Ne demek istediğimi bir örnekle anlatayım.
İhale yasası halkın ödediği vergilerle finanse edilen bayındırlık, satın alma işlerini vesaire düzenleyen yasadır.
İhale ve satın almaların rekabete açık bir ortamda yapılması gerekir.
Ama rekabet ve açıklık kötü niyetlilerin, yani kayırmak (ve bazen çalmak) isteyenlerin işine gelmez. Onları üzmemek için yasa ve yönetmeliklere her tarafa çekilebilecek maddeler konur.
Baraj ve santral lisansları fırsatçılar ve vurguncular için milyar dolarlık bir kazanç kaynağı haline geldi.
Bu konuları çok iyi bilen bir işadamına göre, lisanslar üç milyar dolarlık bir rant pastası oluşturuyor.
Vurgunun müsebbibi suiistimale açık bir lisans düzeni kuran ve sürdüren Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu EPDK ve dolaylı olarak onun patronluğunu yapan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’dır.
Lisans işinin diğer ayağını da Çevre Bakanlığı ve ona bağlı devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü meydana getiriyor.
Enerji Bakanı Taner Yıldız geçenlerde yaptığı bir konuşmada enerji sektöründeki spekülatörleri çantacı olarak isimlendirdi ama tanımlamadı. Onu ben yapayım.
Çantacı, akarsulardan elektrik elde etmek üzere devletten baraj ve santral lisansı alan ama yatırım yapmaya ne gücü ne de niyeti olan kişidir.
Amacı, elindeki lisansı gerçek yatırımcıya satmak ve havadan para kazanmaktır.
Dalyan, Köyceğiz, Muğla
Geçen yıl Tropikal Turizm ve Ticaret adlı bir şirket Muğla, Yuvarlakçay yakınlarında bir su şişeleme fabrikası kurmak için Çevre Bakanlığı’na başvurdu.
Bakanlık “Olmaz” dedi.
Özel Çevre Koruma Kurumu Başkan Vekili Ahmet Özyanık şirkete “Yuvarlakçay deresine 50 metre mesafede olduğu” için fabrikanın faaliyetine izin verilemeyeceğini söyledi.
Özyanık açık konuştu: “Korumaya değer alanlar haritasında” Yuvarlakçay deresi boyunca derenin iki tarafından 500 metrelik mesafenin su koruma sınırı olarak belirlenmiştir dedi. Bu sınırlar içerisinde... “herhangi (yeni) bir faaliyet ol(a)maz.” Müracaatınızı reddediyoruz. Bunlar geçtiğimiz ocak ayında yazılan bir mektupta söylendi.
İnanmak zor ama aynı bakanlık geçen aralıkta baltacılarını Yuvarlakçay’a yollayıp, iki kilometre dere boyunca yüzlerce ağaç kestirdi
Ve aynı bakanlığın bir parçası olan Devlet Su İşleri Yuvarlakçay üzerinde bu elektrik santralı kurulmasına lisans verdi.
Akfen Holding’in sahibi Hamdi Akın’la birkaç hafta önce konuştuğumda “Gerekirse Yuvarlakçay’da santral yapmaktan vazgeçerim” demişti.
Ben de ona inanmamıştım.
Dün sözünün eri olduğunu kanıtladı ve Akdeniz havzasının en önemli ekosistemlerinden birine sahip olan Köyceğiz (Muğla) Gölü’nü sulayan bu güzel çaydan elini çekti.
“Bu proje kamuoyu vicdanında yapılmaması gereken bir iş olarak damgasını yemiştir” dedi dün telefonda yeniden konuştuğumuzda. “EPDK’ya (Enerji Piyasası Denetleme Kurumu) başvuracağız, lisansı geri çekeceğiz ve iptalini isteyeceğiz,”
Akın kararını yöreye gidip köylüler ve çevrecilerle toplantı yapan Akfen HES Yatırımları ve Enerji Üretimi A.Ş. Genel Müdür Saffet Atıcı ve arkadaşlarıyla görüştükten sonra aldığını söyledi.
Atıcı bir Akfen ekibiyle birlikte iki hafta kadar önce yöreye gitti. Çayın Topgözü olarak bilinen kaynağında kamp kuran kızgın köylüler ve çevrecilerle konuştu.
“Arkadaşlarımız gittiler, gördüler, konuştular. Bu kadar insan eğer cephe oluşturduysa ve etrafta da destek buluyorsa haklı bir tarafı vardır diye düşünüyorum. Üç kuruş para kazanılacak diye bu riski almamak lazım.”
Dalyan, Köyceğİz, Muğla
Haziran 2003 Türkiye’nin akar suları için bir dönüm noktasıdır. O tarihte hükümet hidroelektrik santralı (HES) için akarsuları özel sektöre kiralamaya başladı. HES, sudan elektrik elde eden tesis demektir.
Bu düzenlemenin mimarı 2003’te Devlet Su İşleri Genel Müdürü, halen Çevre ve Orman Bakanı olan Veysel Eroğlu’dur.
Proje ilk bakışta harika bir fikir gibi görünüyor. Hükümetin artan nüfusa ucuz, güvenli ve, tercihen, yerli, enerji sağlaması lazım. “Boşa akan” suya gem vurmaktan daha makul ne olabilir?
Ancak Eroğlu’nun projesi harika olmaktan uzaktır. 1950’lerin kafasıyla hazırlandı. Yasal altyapısı eksik. Doğa katliamına, vatandaş mutsuzluğuna yol açtı. Dağıtılan bin beş yüze yakın lisans vurguncular için milyar dolarlık rant kapısı oldu. Baraj yapılmadan önce, yapılırken ve yapıldıktan sonra uyulması gereken kurallar var. Batı dünyasında barajların yaptığı tahribattan alınan derslerden sonra derlenen bu kuralları Dünya Bankası, IBRD gibi uluslararası kuruluşlar yazdı. Birçok uluslararası banka bunlara uymayan şirketlerin baraj yatırımlarına kredi vermiyor.
Düzenlemenin amacı barajların çevreye, orada oturanlara ve, varsa, tarihi dokuya en az zarar