Dâhi yetiştirebilir misiniz?

16 Aralık 2010

Neden bazı insanlar dâhidir de diğerleri değil? Birçok insan dehanın doğuştan geldiğine inanır. Son yıllarda yapılan araştırmalar bunun doğru olmadığını, daha doğrusu büyük oranda yanlış olduğunu gösteriyor.
Dehanın doğuşunda çevre, genler kadar önemlidir. Veya bir yazarın dediği gibi “Dehanın içinde büyüdüğü toprak en az tohum kadar önemlidir.” Belirli çağlarda, belirli kültürlerin, örneğin Hitler’e kadar Almanya’nın, birçok dâhi yetiştirmesinin nedeni bu bileşimin tutmasıdır.
Ama, uygun ortamda, hepimiz dâhi olamasak bile olağanüstü olabiliriz, diyor yazar.
Eski düşünce tarzına göre ne olduğumuzu genlerimiz tayin ediyordu. Göz rengimizden IQ’muza kadar tek belirleyici genler idi.
Bu teori geçerli değil. Artık biliyoruz ki ne olduğumuzu belirleyen, ana rahmine düştüğümüz andan başlayarak genlerimiz ile çevre arasında meydana gelen karşılıklı etkileşmedir.

Deha kimde ortaya çıkar?

Yazının Devamı

Bildiğimiz hayat, bilmediğimiz hayat

15 Aralık 2010

İnsanın başını kaldırıp yıldızlara ilk baktığından beri sormaktan vazgeçmediği bir soru var: Yalnız mıyım yoksa kâinatta başka canlılar var mı? Bu nedenle olmalı, Amerikan Uzay Ajansı NASA’nın dünya dışında canlı arayan araştırmalara ivme verecek bir keşifte bulunduğunu açıklaması dünyada büyük heyecan yarattı.
Buluş uzayda mı yapılmıştı? En sonunda kâinatta bizden başka canlılar olduğunu mu öğrenecektik? NASA yeni bir canlı türü bulmuştu ama uzayda değil, haşin koşulların hüküm sürdüğü Kaliforniya’nın Mono Gölü’nde. Bunun öğrenilmesiyle kamuoyunda konuyla ilgili merak dağıldı.
Oysa buluş hayat diye bildiğimiz şeyin tanımını değiştirecek, biyoloji kitaplarının yeniden yazılmasını gerektirecek, güneş sisteminde başka canlıları arama çalışmalarının yönünü değiştirecek kadar önemli idi.
Bunu şöyle anlatmaya çalışayım:
Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların DNA’ları aynıdır. City College of New York’ta teorik fizik profesörü Michio Kaku’nun sözleri ile, “DNA’nın bileşenlerini yeniden düzenleyerek mayayı tavşan, tavşanı fil hatta insan yapmak mümkündür.”
Bütün DNA’lar aynı altı maddeyi içerir: karbon, hidrojen, oksijen, azot, fosfor ve sülfür. Bir tanesi hariç. Bu NASA

Yazının Devamı

Haftada altı gün

11 Aralık 2010

Haftada altı gün bir klinikte çalışıyor. Günü işlek bir caddeye bakan, açılmayan pencereler arkasında geçiyor. İşten ara bulduğunda zemin katındaki kafeye iniyor, kaldırıma uzanan açık bölümde oturup kahve veya taze sıkılmış portakal suyu içiyor.
Sigara dumanı, trafik ışıklarında durup geçen arabaların gürültüsü ve egzozu, kapalı bir gök... Sanki hayat suratını asıp, sırtını dönmüş.
Arabası yok onun için hafta sonları şehir dışına kaçamıyor. Ancak birisi götürürse. O zaman da geri dönmek istemiyor. Niye hemen dönüyoruz, daha kalsak ya, diyor.
Mavi gözlü, kumral, zayıf bir kadın. Gülünce beyaz, şekilli dişlerini gösteriyor. Sanırım kanını Osmanlı saraylarına kız yollayan diyarlarda yaşayan insanlardan almış.
Yalnız yaşıyor. Bazı kadınlar önüne gelen erkekle çıkıyor, diyor. Sırf yalnız kalmamak için. Ben artık öyle yapmıyorum. Anlamlı bir ilişki istiyorum.
Duruyor ve kendi kendine gülüyor. Anlamlı ilişki istemeyen mi var? Ama adam gibi adam nerede?

Yazının Devamı

Vapurdan inince toprak konuştu

10 Aralık 2010

YALOVA
Eskihisar-Yalova vapuru denize açıldıktan sonra güverteye çıktım ve korkunç bir manzara gördüm.
Karşı sahil, bacalarından duman fışkıran fabrikalarla dolmuştu ve kıyı ile tepeler sis içindeydi.
Benim İstanbul’un bahçesi ve sayfiye yeri olarak bildiğim Yalova ve çevresi endüstriyel bir cehennem olmuştu.
Vapurdan inince topraktan bir ses geldi: “Ben bir zamanlar cennet bir ova idim. Yeşildim, meyveliktim, bostandım, fidanlıktım, sayfiye yeriydim. Şimdi sizi dumanlarımla karşılıyorum. Eskiden sizin nefes alabildiğiniz bir yerdim. Şimdi ben nefes alamıyorum. Ölüyorum ve sizi de öldürüyorum.”
Gelişmiş ülkelerde “Zoning” diye bir şey var. Bölgeler zone’lara yani kuşaklara ayrılır, konut, ticaret, endüstri için ayrı ayrı yerler belirlenir. Ticarethane olan yerlerde imalat yapılmaz, konut olan yerlerde fabrika kurulmaz. Zoning mahalle, ilçe, il hatta ülke bazında yapılabilir.
Bunun amacı ve neden uygar bir uygulama olduğu en geri zekâlının anlayabileceği kadar açık olduğu için uzun uzun anlatmaya gerek yok. Konut olan yerde kaportacı açılırsa bütün mahalle halkı rahatsız olur.

Yazının Devamı

Klinik araştırmalar tartışmaya açılmalı

9 Aralık 2010

Her ilacın uzun ve karmaşık bir araştırma süreci var. İlk aşamada laboratuvar çalışmaları yapılır. Meydana getirilen ilaç önce hayvanlarda denenir. İnsanlarda test edilebilecek duruma getirilince klinik araştırma on kişilik bir grupla başlar. Sonra bu sayı elliye çıkarılır. Ardından binlerce, bazen on binlerce insan üzerinde deneme yapılan klinik araştırmalara geçilir. Sonuç başarılıysa gerekli izinleri aldıktan sonra ilaç piyasaya çıkar.
Tıp bu tür klinik araştırmalarla gelişir.
Klinik araştırma sadece daha piyasaya sürülmemiş, ümit vaat eden bir ilacın gönüllüler üzerinde denenmesi değildir. Yeni ameliyat veya tedavi yöntemleri de bu prosedürün bir parçasıdır. Bu deneyler, hangi tedavilerin iyi sonuç verdiğini, hangi yöntemlerle hastaların iyileştirilebileceğini öğrenmenin kaçınılmaz yoludur. Amerikan hükümetinin ClinicalTrials.gov sitesinde 174 ülkede yapılmış veya yapılmakta olan 99 bin 800 küsur araştırmanın kaydı var. Bu araştırmaların 738’i Türkiye’de yapıldı ya da yapılmaktadır ve bunların kaydını Sağlık Bakanlığı tutar.
İnsanların kobay olarak kullanılması gibi de değerlendirilebilen klinik araştırmaların ahlaki yönü 1900’lerden beri yoğun olarak tartışılmakta. Çünkü

Yazının Devamı

Kılıçdaroğlu ve Başbakan’ın İsviçre’deki parası

8 Aralık 2010

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Wikileaks’in yayımladığı belgelere dayanarak Başbakan’dan, İsviçre’deki bankalara başvurup herhangi bir hesabının olmadığına dair yazı alması ve bunu kamuoyu ile paylaşmasını istedi.
Çoktan beri bu kadar saçma bir şey duymamıştım.
Nedenine geçmeden önce hatırlatayım. Çalınmış Amerikan diplomatik yazışmalarını yayımlayan Wikileaks’in açıkladığı bir ABD Ankara elçiliği kaynaklı yazıda Başbakan’ın İsviçre bankalarında sekiz gizli hesabı olduğu iddia ediliyor.
Erdoğan’ın bütün İsviçre bankalarına mektup yazıp “lütfen bankanızda adıma hesap olmadığını teyit eder misiniz” demesi ne pratik ne mantıklıdır. Çünkü İskoçya’da ne kadar viski varsa İsviçre’de o kadar banka var. Ayrıca, bunların hepsinden kâğıt alınsa bile hiçbir kıymeti yoktur.
Dünya kendi ülkesini soyan liderlerle ve bunların paralarını işletmekte uzman bankalarla ve finans kuruluşlarıyla doludur. Kara para depolama büyük ve mahir bir endüstridir.
Ülkelerinden para çaldıktan sonra bunları yurtdışına depolayanların paralarını kendi adlarına açılmış banka hesaplarında tutacaklarını sanmak zaten saflıktır. Nakit olarak tutulacaklarını sanmak da saflıktır. Bu tür paralar için, banka

Yazının Devamı

‘İçimde 17 yaşında genç bir kız var’ dedi

4 Aralık 2010

Oğlum iki haftalık sömestr tatilinin üç gününü deneyim kazanmak için İstanbul’da bir anaokulunda çalışarak geçirdi.
“Nasıl geçti?” diye sordum, birlikte yemek yerken.
“Beklediğimden ilginçti” dedi.
Neyin ilginç olduğunu sordum.
“Çocuklar” dedi. “Çocuklar çok orijinal” dedi. “Gerçek. Hiçbir sahtelikleri yok.”
Bana “Teşekkür ederim” demeyi reddeden oğlanı anlattı. O hariç sınıfındaki çocukların hepsi kendileri için bir şey yapıldığında teşekkür ederim demeyi öğrenmişler. “Teşekkür ederim de” dendiğine o dudaklarını kısıp soldan sağa kafasını sallıyormuş. “Iıh.” Teşekkür ederim demezsen sana su yok! “Iıh.” Bahçeye çıkamayacaksın. “Iıh.”
Oğlum. Gelecek mayısta on sekizine basacak. Ne zaman büyüdü? Bebeklik kokusu hâlâ burnumda. Koruya tırmanırken sırtımdaki bebek çantasında uyumaya başladığını vücudunun ağırlaşmasından anlardım. Başı omzuma düşerdi. Ne zaman bu kadar kocaman oldu?

Yazının Devamı

Bana kâğıt gazete verin internet sizin olsun

3 Aralık 2010

Gazeteleri internette okumak hoşuma gitmiyor. Eski modayım. Elim kâğıt tutsun, burnum mürekkep konusu alsın isterim. Bu nedenle Financial Times’ın paralı internet sitesine abone olmama rağmen İstanbul’da olduğum zamanlar kâğıt baskısını da satın alıyorum.
Fakat zamanımın bir bölümünü Kıbrıs’ta geçirmeye başladığımdan beri internete mahkûm oldum, diyeyim. Sabah ve Hürriyet dışında İstanbul gazeteleri adaya bir gün geç geliyor. Sabah ve Hürriyet de o kadar iştah açıcı değil, çünkü pek heyecanlı olmayan taşra baskılarını yolluyorlar.
Gazeteleri internette okumak bana ilginç bir şey öğretti: Birkaç istisna dışında, büyük gazetelerin kâğıt baskılarıyla internet nüshaları arasında büyük farklar var. O kadar ki, örneğin Milliyet ile milliyet.com.tr’nin ayrı gazeteler olduğunu bile söyleyebilirsiniz.
Aradaki fark internet ile gazete okuyucusu profillerinin farklı olmasından kaynaklanıyor. Daha doğrusu, gazetenin internet versiyonu için farklı bir okuyucu kitlesine gitmekten, planlı bir şekilde değişik bir okuyucu kitlesi yaratmaktan...
Bütün davranışları ölçüldüğü için internette gazete okuyan ortalama kişinin ne istediğini biliyoruz. Onun aradığı içerik, verdiği tepki, okumak için

Yazının Devamı