Metin Münir

Metin Münir

mmunir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Wikileaks’in yayımladığı belgelere dayanarak Başbakan’dan, İsviçre’deki bankalara başvurup herhangi bir hesabının olmadığına dair yazı alması ve bunu kamuoyu ile paylaşmasını istedi.
Çoktan beri bu kadar saçma bir şey duymamıştım.
Nedenine geçmeden önce hatırlatayım. Çalınmış Amerikan diplomatik yazışmalarını yayımlayan Wikileaks’in açıkladığı bir ABD Ankara elçiliği kaynaklı yazıda Başbakan’ın İsviçre bankalarında sekiz gizli hesabı olduğu iddia ediliyor.
Erdoğan’ın bütün İsviçre bankalarına mektup yazıp “lütfen bankanızda adıma hesap olmadığını teyit eder misiniz” demesi ne pratik ne mantıklıdır. Çünkü İskoçya’da ne kadar viski varsa İsviçre’de o kadar banka var. Ayrıca, bunların hepsinden kâğıt alınsa bile hiçbir kıymeti yoktur.
Dünya kendi ülkesini soyan liderlerle ve bunların paralarını işletmekte uzman bankalarla ve finans kuruluşlarıyla doludur. Kara para depolama büyük ve mahir bir endüstridir.
Ülkelerinden para çaldıktan sonra bunları yurtdışına depolayanların paralarını kendi adlarına açılmış banka hesaplarında tutacaklarını sanmak zaten saflıktır. Nakit olarak tutulacaklarını sanmak da saflıktır. Bu tür paralar için, banka içinde ve dışında, yapılandırabilecek bin bir türlü karmaşık alet mevcuttur ve bu konularda uzman taburlarca finans mühendisi, avukat ve muhasebe bürosu var.
İçlerine yüz milyonlarca veya milyarlarca dolar depo edilen bu gizli hesapların genellikle adı yoktur. Numaraları vardır ve kodları vardır. Bazen banka bile hesabın kime ait olduğunu bilemez.
Başka önemli bir şey var ki o da temel bir hukuk prensibidir. Buna göre ispat yükü iddia sahibine düşer. Örneğin, polis cinayet işledi suçlamasıyla kişiyi yargıç önüne çıkardığında bu iddiasını kanıtlayan delilleri göstermek zorundadır. Sanık suçu işlemediğini kanıtlama durumunda değildir.
Aynı şey “senin sekiz İsviçre bankasında sekiz milyarın var Erdoğan Bey” diyen için de geçerlidir.
Kılıçdaroğlu bundan önce de Başbakan’ın İstanbul’da Boğaz’a nazır “havuzlu villası” olduğunu ve bu villanın altın kaplamalı çeşmeleri olduğunu söyledi. Başbakan bunu yalanladı. Kılıçdaroğlu da bu noktada işin peşini bırakmak zorunda kaldı. Ne villanın Erdoğan’a ait olduğunu kanıtlayabildi, ne de altın kaplamalı çeşmelere sahip olduğunu.
Kılıçdaroğlu sevilmesini ve CHP başkanlığına seçilmesini yolsuzlukları ortaya çıkararak ve pis işlere karışanların siyasi hayatlarını söndürerek kazandığı üne borçludur.
O zamanlar ayağını sağlam basıyordu. Şimdi, anlaşılıyor ki, dikkatsizleşti. Böyle olunca da kendi kredibilitesi darbe alıyor, suçladığı kişi değil. Yolsuzluk AKP rejiminin yumuşak karnıdır. Ama bu karnı deşmek için laf değil kanıt lazımdır.