Dinç Bilgin’in, sekiz yılı aşkın bir süredir devam eden banka hortumlama davasından beraat etmesi için şartlar oluştu. Ama acaba beraat edebilecek mi?
Bilgin, sahibi olduğu Etibank’ın içini, “bir daha geri dönmemek üzere boşalttığı” iddiası ile yargılanıyor.
Mahkeme kayıtlarından öğrendiğime göre, Bilgin’in Etibank’tan kullandığı krediler, faizler hariç, 372 milyon dolar idi. Kredilere karşı, o zamanki değeri 324 milyon dolar tutarında mal ipotek edilerek teminat gösterilmişti.
Banka battıktan sonra, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, (TMSF) Bilgin’in bütün mal varlığına el koydu ve tümünü sattı. Satışlardan elde edilen 1 milyar 400 küsur milyon dolar, alınan kredinin neredeyse dört misli mertebesindeydi. Ve Bilgin’in, hem devlete, hem de piyasaya olan borçlarının tamamını karşılamaya yetip artmıştı.
Nitekim TMSF, bayramdan önce, “Biz alacaklarımızı aldık” diyerek davadan çekildi. Gelgelelim maraton dava devam ediyor. Mahkeme, 3 Aralık’ta yeniden toplanacak ve beklenmedik bir gelişme olmazsa kararını açıklayacak.
Sorun sadece borç meselesi değil
Sabah ve atv karikatüristi Salih Memecan, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu göbek dansözü olarak çizdiği için kendini liberal sanan bazı kişiler tarafından sertçe eleştirildi.
Memecan, neden Kılıçdaroğlu’nu böyle ‘aşağılayıcı’ biçimde çizmişti? Neden ‘bütün’ karikatürleri muhalefete yönelikti ve neden Erdoğan’ı eleştiren karikatür hiç çizmiyordu?
Bu eleştirileri yapanlar önemli bir ayrıntıyı unutmuştu: Memecan’ın, Sabah ve atv’de çizdiğini... Bu kuruluşların, AKP taraftarı ve hatta, Erdoğan’ın damadının yönettiği bir şirketin malı olduğunu...
Ayrıca hiçbir yayın organının, yorumlarında (ki karikatür de bir yorumdur) tarafsız olmak gibi bir yükümlülüğü yoktur. Medya kuruluşlarının çoğu, bir partiyi veya ideolojiyi destekler. Bizde de, başka ülkelerde de bağımsız yayın bulmak neredeyse olanaksızdır.
Dünya, şu veya bu siyasi partiyi destekleyen yayınlarla doludur. Londra’da çıkan ‘Spectator’ bunlara iyi bir örnektir. Bu dergi fanatik bir bağlılıkla Muhafazakârları destekler. İngiltere’de hiç kimse, gülünç duruma düşmek istemediği için, Spectator’u (ve karikatüristlerini) “Muhafazakâr” diye eleştirmez. Memecan da, gerek çizdiği kurum, gerekse kendi dünya görüşü çerçevesinde,
İki tane burun deliğimiz var. Ama nefes almak için bunlardan sadece birisini kullanıyoruz.
Günün herhangi bir saatinde, burun deliklerimizden bir açık diğeri kapalı veya yarı kapalıdır.
İnanmıyorsanız deneyin.
Sağ elinizin başparmağı ile sağ burun deliğinizi kapatın ve sol burun deliğinizle nefes alın.
Daha sonra sol elinizin başparmağı ile sol burun deliğinizi kapatın ve sağ burun deliğinizle nefes alın.
Burun deliklerinden birinin diğerinden daha açık olduğunu fark edeceksiniz.
Sağlıklı bir insanda açık burun deliği iki-üç saatte bir değişir. Yani, iki-üç saat, örneğin, sağ burun deliğinizle nefes aldıktan sonra nöbet sol burun deliğinize geçer. Neden, diye sorarsanız bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Hayatın muammalarından biri.
Para ile doğa ringe çıktıklarında ringden sedye ile taşınan her zaman doğa olur. Einstein kâinattaki en büyük şeyin insan aptallığı olduğunu söylemişti.
Bence ondan da büyük bir şey var: Açgözlülük.
İnsan paraya asla doymayan bir varlıktır. Açlığı hiç geçmez, yedikçe acıkır. “Artık almayayım, doydum” demez. “Teşekkür ederim ben sıramı başkasına veriyorum” demez.
O cebi olmayan giysiyi sırtına geçirip sadece para ile satın alınmayan şeylerin değerli olduğu diyara göçünceye kadar dağarcığını doldur babam doldurur.
Bu nedenle Türkiye’nin akarsuları konusunda ümitli değilim.
Hükümet, ekonomik olsun olmasın, irili ufaklı bütün akarsular üzerine özel sektör eliyle hidroelektrik santral kurdurmaya azimli.
Kore Elektrik Enerjisi Şirketi KEPCO ile Sinop’ta yapılması planlanan nükleer santral konusunda yapılan görüşmeler çıkmaza girdi. Büyük bir olasılıkla taraflar ay sonundan önce görüşmeleri durdurduklarını açıklayacak.
Yedi aydır süren müzakereleri yakından izleyen kaynaklara göre “beş-altı önemli noktada uzlaşmaya varılamadı.”
Bunlardan biri risk paylaşımı, yani nükleer sorumluluğun sınırı. Bu bir kaza veya başka olağan dışı olay meydana gelmesi halinde, doğabilecek zararı hangi tarafın ne kadar karşılayacağı meselesidir ve bütün ülkelerde en zor konulardan biridir.
Bir başka konu teknoloji transferi ile ilgili. Türkiye ebediyen santral satın alan değil, zaman içinde kendi santrallarını yapan hatta ihraç eden bir ülke olmak istiyor. Tıpkı bir zamanlar Kore’nin istediği gibi. Anladığım kadarıyla Koreliler bu konuda verici değil.
Bir başka anlaşmazlık konusu santralı yapıp işletecek şirkette hangi tarafın ne kadar hisseye sahip olacağı. Sektör kaynaklarından aldığım habere göre Koreliler hisse dağılımının yüzde 40 KEPCO’ya, yüzde 60 Türkiye’ye şeklinde olmasını istiyorlar. Ayrıca kendi hisselerini üçüncü tarafa devretme özgürlüğü talep ediyorlar.
“Koreliler bütün malzemeyi ve
Oktay Ekşi eğer İngiltere veya ABD’de Hürriyet muadili bir gazetenin başyazarı olsaydı işinin başında olmaya devam edecekti. Çünkü onu başyazarlıktan istifa etmek zorunda bırakan o deyimi yazısında kullanmayacaktı. Kullansaydı bile sorumlu editör tarafından çıkartılacaktı. ‘Çıkartılmasın’ diye ısrar etse bile onu kimse dinlemeyecekti. Türkiye’deki gazetelerin en büyük eksiklerinden biri etkili bir kalite kontrolüne, süzgece sahip olmamalarıdır. Batı’daki gazetelere giren yazıların hepsini, yazarları ne kadar ünlü ve kıdemli olursa olsun, editörler okur ve düzeltir. Ernest Hemingway’in gazete ve dergi yazıları bile bu süzgeçten geçerdi.
Düzeltme şunlardan müteşekkildir: Yazıyı gazetenin standartlarına uydurmak, gramer ve imla hatalarını düzeltmek, kısaltmak, hatalardan arındırmak, dava konusu olabilecek iddialardan veya söylemlerden temizlemek. Gazetede çıkan haber olsun yorum olsun her yazının doğru, açık, genel gazetecilik kurallarına uygun olması ve dava konusu olacak içeriğe sahip olmaması gerekir.
Gazeteci kolay hata yapabilen bir yaratıktır. Zaman baskısı altında olduğu, yani yazıyı belli bir saatte teslim etmek zorunda olduğu için hata yapabilir. Habere çok yakın olduğu
Gazeteci Meral Tamer yılda bir defa meme kanseri için mamografi testi yaptırıyordu.
Son gittiğinde, doktoru elle muayenede bir şey bulamadı. “Her şey normal görünüyor, bir yıl sonra görüşürüz” diyerek onu mamografiye gönderdi.
Mamografi bir çeşit röntgendir. Normal röntgene kıyasla biraz daha farklı enerjiye sahiptir ve kullandığı
0.1-0.3 mm gibi küçük odak çapları çok ayrıntılı, çözünürlüğü yüksek görüntüler elde eder. Meme kanserinin erken teşhisinde en etkin yöntemdir.
O gün Tamer’in çekimi normalden uzun sürdü. Sol göğsüne evire çevire birkaç defa baktılar. Üç-dört milimetrelik bir kitle buldular. Kanser olma olasılığı %50 idi. Ertesi gün başka testler yapıldı ve ameliyat edildi. Alınan kitle
kanserli çıktı.
Tamer hiçbir şey olmamış gibi hayatını yaşamaya devam etti. Kanser teşhisi konulduğu günün gecesi daha önce planlandığı gibi konsere gitti.
Dava neredeyse on senedir devam ediyor. Yirmi civarında yargıç ve mahkeme değişti. Ama yargılamanın ne zaman biteceği belli değil.
Dava konusu Etibank. Baş sanık Dinç Bilgin. Bir zamanların dişli medya patronu, Sabah ve atv’nin sahibi. Etibank’ı satın alıp zimmetine para geçirmekle suçlanıyor.
Bilgin on yıldır birçok temel hakkından mahrum yaşıyor. Evi dahil bütün malı mülkü satıldı. Yurtdışına çıkması, mülk edinmesi yasak, banka hesabı açma olanağı yok.
Bilgin Etibank’ı 1998’de işadamı Cavit Çağlar’la birlikte özelleştirmeden satın almıştı. Banka’ya 2001 ekonomik krizinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) el koydu. Bilgin Londra’daydı. Kendi isteğiyle İstanbul’a geri döndü. Gözaltına alındı ve hapiste aylar geçirdi.
TMSF atv, Sabah ve diğer yayınları 5 Aralık 2007’de 1,1 milyar dolara sattı. Bilgin’in mal varlığından yapılan diğer satışlarla da 300 milyon dolar gelir elde etti. Bu meblağlar, Bilgin’in devlete olan borçlarının neredeyse iki katı idi.
Ama ona bu güne kadar bir kuruş para verilmediği gibi ibra edilmedi ve hakkında açılmış olan dava geri çekilmedi.
Yaklaşık 22 ay önce TMSF’nin o zamanki patronunu aramış ve ondan şunları duymuştum: “Prensip olarak Dinç