Türkiye Kıbrıslı Türklere sadece can güvenliği ve özgürlük getirmedi. Rüşvet ve yolsuzluk da getirdi. Ve aynen Türkiye’de olduğu gibi, rüşvet ve yolsuzluğa göz yumulmasını, üzerinin örtülmesini, cezasız kalmasını...
Bu çürümüşlük, dinmeyen bir diş ağrısı gibi, toplumu rahatsız ediyor. Ama, gene aynen Türkiye’de olduğu gibi, Meclis, savcılık, Sayıştay, sessiz ve hareketsiz.
Türkiye 1974’te adaya çıkar çıkmaz, kendi kendine yetmeyen (ve bu gidişle ebediyen de yetmeyecek olan) Kıbrıslı Türklere mali yardımda bulunmaya başladı.
Rüşvet ve yolsuzluğun başlangıcı verenlerle alanların bir bölümünün cebe attığı bu paralardır.
Daha sonra devlet kurumları palazlanınca, yolsuzluk kamu harcamalarına sirayet etti. Bugün, aynen Türkiye’de olduğu gibi, harcanan her kamu kuruşunun bir bölümü birilerinin cebine giriyor.
Pazartesi günü, Lefkoşa’da, Ankara’nın desteği ile, geçen yıl batan Kıbrıs Türk Hava Yolları’nın yerine yeni bir hava yolu kuruldu.
Yeni hava yolunu kurmadan önce, ne KKTC’yi finanse eden Türkiye ne de Lefkoşa’daki hükümet, Kıbrıs Türk Hava Yolları’nın neden batmış olduğunu araştırma ve açıklama ihtiyacı duymadı.
Geçen yıl ağır borç yükü nedeniyle kapılarını kapatan Kıbrıs Türk Hava Yolları (KTHY) dün Lefkoşa’da imzalanan bir ortaklık sözleşmesi ile başka bir ad altında yeniden hayata döndü.
Yeni hava yolu, Türk Hava Yolları (THY), Kıbrıslı işadamları ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında bir ortaklık olacak. Şirketi THY yönetecek. Konuyu yakından izleyen kaynaklardan aldığım habere göre THY’nin 15 milyon dolar sermayelik şirkette yüzde 10 hissesi var fakat sekiz yönetim kurulu üyesinin beşini ve genel müdürü THY seçecek.
Kıbrıs özel sektörünün şirkette yüzde 60, yönetim kurulunda iki üyesi, KKTC devletinin yüzde 30 hissesi ve bir yönetim kurulu üyesi olacak.
“Ortaklık sözleşmesine göre, şirketi beş yıl süre ile THY yönetecek,” diye konuştu pazarlıkları yakından izleyen bir kaynak. “Ondan sonra toplanacaklar, geleceğini değerlendirecekler. Özel sektöre devredecekler, mümkün ise.”
Şirketin batışını ve yeniden kuruluşunu yakından izleyen kaynaklar, Kuzey Kıbrıs Hava Yolları’nın ekonomik değil siyasi bir proje olduğu, bunun da başarı şansını azalttığı görüşünde.
“Bu iş Kıbrıs’taki siyasiler istedi diye oldu,” dedi bir kaynak. “İşsiz kalan KTHY personelini yeniden işe almak ve rant
Gözünüz aydın, çevreciler. AKP’nin Meclis’ten geçirdiği Yenilenebilir Enerji Yasası ile ormanların kapısı girişimcilere ardına kadar açılıyor. Özelliği ne olursa olsun artık ormanlarda güneş, rüzgâr enerjisi ve hidroelektrik santral (HES) yatırımı yapmak serbest. Daha ayrıntılı bir anlatımla ve yasanın sözleri ile:
“(1) Milli park, (2) tabiat parkı, (3) tabiat anıtı ile (4) tabiatı koruma alanlarında, (5) muhafaza ormanlarında, (6) yaban hayatı geliştirme sahalarında, (7) özel çevre koruma bölgelerinde, (8) doğal sit alanlarında (9) içme ve kullanma suyu koruma alanlarında yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulmasına izin verilir.”
Duyduğuma göre yasa Meclis’te görüşülürken muhalefet milletvekilleri iktidara destek olmuş. Yani “yeni” CHP Türkiye’de orman bırakmamaya aday yeni düzenlemenin destekleyicisi oldu. Milliyetçiler milliyetçisi MHP’de.
Hiçbir konuda anlaşamayan partilerin ülkenin yeşiline tarihimizdeki en büyük tehdidi yönelten yasa konusunda ortak düşünmesi ilginç bir trajedi.
Makine Mühendisleri Odası, hükümetin “toplumu, insanı ve doğayı dikkate almayan yaklaşımları dikkate alındığında (yasa) son derece sakıncalı sonuçlar
Türkiye ile Fransa arasında dostane bir düşmanlık var. Almanya ile birlikte Avrupa Birliği’nin (AB) itici gücü olan Fransa, Türkiye’nin önemli addettiği birçok konuda karşımızdadır.
Fransız hükümetleri Türkiye’yi AB’de istemiyor. Ermeni kıtali konusunda Erivan’ı, Kıbrıs konusunda Rumları destekliyor.
Ermenilere arka çıktığı için on yıl kadar önce Fransız mallarına karşı gürültüsü etkisinden fazla bir ambargo girişiminde bile bulunmuştuk.
Fransız cumhurbaşkanının Türkiye hakkındaki sözleri de iltifatkâr değil.
Misilleme olarak hükümet de Fransa’ya karşı ilan edilmemiş bir ambargo uyguluyor. Bu çerçevede Ankara, 2007’de Türkiye üzerinden Avrupa’ya gaz taşıyacak olan Nabucco boru hattına katılmak isteyen Gaz de France (GDF) şirketinin ortaklığını veto etti.
Bu koşullar altında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın geçen gün nükleer santral için Japonya ile devam eden görüşmelerin yanı sıra Fransızlarla da görüştüğünü söylemesi ne kadar ciddiye alınabilir?
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın geçen ay Japonya’ya yaptığı ziyarette ev sahipleri onu Kashiwazaki-Kariwa nükleer santralını gezdirdi.
Japon Denizi’nin kıyısında, 4,2 kilometre karelik bir alana kurulu olan tesis dünyanın en büyük nükleer santralıdır.
Gazetelerin yazdığına göre, tek başına Türkiye elektriğinin dörtte birini üreten kuruluş Yıldız’ı heyecanlandırmış. “Bu santralın Türkiye’de olmasını hayal ettim ve bu heyecanı yaşadım. Türkiye’ye böyle bir santralı kazandırmalıyız” demiş.
Böyle santralı Türkiye’ye kazandıracak birisi varsa o da Yıldız’dır. İsterse yapar. Ama yapabilecek mi, emin değilim.
Ziyaretten sonra medyada verilen izlenim Türkiye ile Japonya’nın nükleer gerdeğe girme aşamasında olduğuydu. Sinop’ta nükleer santral kurulması için ön anlaşma imzalanmıştı. Mutabakat süreci üç ayda tamamlanacaktı.
Çerçeve anlaşması olasılığı
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım geçen senenin nisan ayında “bir aksilik olmazsa” İstanbul Boğazı’nda yapılması planlanan üçüncü köprünün 2010’da ihale edileceğini söyledi.
Karayolları Genel Müdürü Cahit Turhan da, eylülde ihale ilanı için “Son adıma yaklaşıldığını, ihale sürecinin ‘çok uzayacağını’ düşünmediğini” söyledi. Ama ihale yapılmadı. Yakında yapılma olasılığı da yok. Aslında Yıldırım da, Turhan da açıklamalarını yaparlarken böyle bir olasılık olmadığını biliyorlardı. Veya bilmeleri gerekiyordu. Çünkü altı milyar tutacağı açıklanan böyle büyük bir projenin ihale edilmeden önce geçirmesi gereken aşamalar var. Bu aşamalardan geçilmemiş, süreç tamamlanmamıştı.
Hatta sürece başlanmamıştı bile denebilir. İşi yapmaya istekli şirketlerin fiyat oluşturabilmesi için zemin etütlerinin Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yapılmış veya yaptırılmış olması gerekirdi. Son araştırdığımda (geçen ay) böyle bir etüt yapılmamış, yapılması gerektiği düşünülmeye bile başlanmamıştı.
İhale yapmak için Yüksek Planlama Kurulu’nun olurunu almak lazım. Kurula başvuru Devlet Planlama Teşkilatı tarafından yapılır.
Sorduğumda üst düzey bir DPT görevlisi “bize (Karayolları’ndan) olayı net bir
On yıl kadar önceydi. Mangalda toz bırakmayan bir sivil toplum kuruluşunun mangalda toz bırakmayan başkanı tarafından toplantıya çağrıldım.
Konu rüşvet ve yolsuzluktu. Kuruluş bu konuyu irdelemek istiyordu. Kendileriyle çalışabilir miydim? Ne önerebilirdim?
Birkaç toplantı yaptık. Ne önerdiysem aşırı buldular. Politikacıları ve işadamlarını darıltmak istemiyorlardı. Açıkça söylemediler ama ne istedikleri belli idi: Rüşvet irdelemesi istiyorlardı ama rüşvet alanları ve verenleri tedirgin etmeden. Yani denize girip yüzmek istiyorlardı ama ıslanmamak şartıyla.
Birkaç gün düşünüp bir formül buldum. “Yargıya düşmüş rüşvet davalarını izlemek için bir grup kuralım” dedim.
“Basın bu davaları izlemiyor. Kendi tecrübemden biliyorum. Basının dikkati üzerinden çekildi mi rüşvetçiler bir şekilde sıyırıyor. Dava zaman aşımına bırakılıyor. Ya da başka bir formül bulunuyor. Bu davalar izlense bu gibi şeyler olamaz. Yargı önündeki bir davayı izliyorsunuz diye de size kızamazlar” dedim.
Veya bu anlamda başka şeyler.
Bu akıllarına yatar gibi göründü veya hayır diyemediler. İş için bir fiyat belirledik. Çok değildi. Birkaç bin dolar. Projeyi hazırlayıp yolladım.
Ahmet Davutoğlu’nun maestroluğunu yaptığı
Türk dış politikasının biri megaloman, diğeri akıllı iki
boyutu var.
Megaloman boyut Davutoğlu’nun Türkiye’yi sıkletinin üzerinde güreştirme merakından geliyor. Hiperaktif seyahat programları, ara buluculuk tutkusu, dünya satranç tahtasında oyuncu olma iddiaları, Osmanlı Devletler Topluluğu kurma projesi bu merakın tezahürleridir.
Bunun faydası nedir veya sonucu ne olur bilmiyorum. Oluşum halinde, sonuca ulaşmamış bir olgudan bahsediyoruz.
Ben, kendi adıma, her konuda alçakgönüllülükten yana olduğum için Davutoğlu’nun daha çok kendi kendini övme şeklinde ortaya çıkan bu özelliği bana
ters geliyor.