Çamların arasındaki 20-30 haneli Yağmuralan'ın nüfusu tamamen Türktü ama konuşma dili Rumcaydı. Annemden ilk (ama son değil) dayağı bir gün eve gelip ona Rumca konuşmaya başlayınca yedim. Rahmetli annem Rumca bilmezdi ve ısrarla öğrenmedi. Köyden ayrıldığımızda Rumcam o kadar iyiydi ki, Türkçeyi Rum aksanıyla konuşuyordum. Bu yüzden Lefkoşa'da devam etmeye başladığım ilkokulda alay konusu oldum.O zamanlar hemen hemen her yerde Türklerle Rumlar iç içe yaşıyorlardı. Dedemle dayımın Lefkoşa halinin yanındaki lokantalarının müşterilerinin çoğu Rumdu. Lokantanın karşısındaki berber Türk, çırağı Rumdu. Köşebaşındaki kahve Türk, onun yanındaki şarapçı Rumdu. Hemen hemen bütün Türkler Rumca biliyordu. Otobüslerde Rumlarla Türkler birlikte yolculuk ediyorlar, aynı plajlarda yüzüyorlar, aynı bakkal ve manavdan alışveriş ediyorlardı.Bütün bunlar Rumların adayı Yunanistan'la birleştirmek üzere 1955'te İngiliz idaresine başkaldırmasıyla sona erdi. Rumlar, İngilizlerle beraber bizden de kurtulmak istedikleri için Türklere de saldırdılar. İpler bir daha bağlanmamak üzere koptu. 1974'te Türk askerleri adaya çıktıktan sonra ada iki etnik bölgeye bölündü ve iki toplum neredeyse 30 yıl birbirinden
Federasyonu meydana getiren etnik gruplar kanlı savaşlardan sonra birer bağımsız devlet haline geldiler. Bosna Hersek, Hırvatistan, Makedonya, Slovenya ve Sırbistan Soğuk Savaş yıllarının bir yan ürünü olan bu federasyondan çıkmadırlar.Birlikten kopan son ülke daha sekiz ay öncesine kadar Sırbistan'ın bir parçası olan Karadağ'dır. Karadağlılar geçen mayıs ayında bir referandum yaparak Sırbistan'dan kopmaya karar verdiler ve 3 Haziran 2006'da bağımsızlıklarını ilan ettiler. Üç hafta sonra Karadağ Birleşmiş Milletler'in 192'nci üyesi oldu.Farklı etnik grupların barış ve refah içinde bir arada yaşamaları kural değil istisnadır. Ve bu istisna giderek daha istisnai hale gelmektedir. Avrupa Birliği üyeliği bile Çekler ile Slovakları bir arada tutamadı. Belçika'yı meydana getiren iki etnik grup ayrılmak için kaşınıyor. İskoçya'da Büyük Britanya'dan ayrılmak isteyenlerin sayısı azalmıyor. Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra 1945'te kuruldu, 1990'larda başlayan iç savaş sonunda dağıldı. Etnik gruplar veya milletler büyük imparatorlukların bir parçası olarak kan dökmeden bir arada yaşayabilmektedir. Bunun nedeni merkezi gücün asayişi bozan tarafın canını
Kıbrıs'ın en iyi okulu olan İngiliz Okulu adada Türklerle Rumların birlikte okuduğu tek okuldur. İngiliz döneminde kurulan okula eskiden sınavla her yıl 30 Türk, 70 Rum alınırdı. Toplumlararası çatışmalar başlayınca Türkler okula gidemez oldular. Birkaç sene önce sınır kapıları açılıp gidiş gelişler serbestleşince, okul yönetimi tekrar Türk öğrenci alınmasına karar verdi. Türkleri teşvik etmek için burs verildi. Önce Simerini adlı Rum gazetesinde bir haber çıktı. Lefkoşa'nın Rum semtindeki İngiliz Okulu'nda bir Türk öğrenci, Rum bir öğrencinin göğsündeki haça tükürmüştü. Simerini'deki haberden iki gün sonra okul dışından bir grup Rum öğrenci İngiliz Okulu'nu basıp Türklere sopalarla saldırdı. Çocuklardan bazılarını hastanelik edecek kadar dövdüler. İngiliz Okulu'nun Rum öğrencileri sınıf arkadaşlarını korumaya çalıştı. Rum polisi aşırı sağ örgüt üyesi olan saldırganlardan biri hakkında işlem yapmaya karar verdi. Diğerleri, "Çocukluk halidir, kulaklarını çektik, olayı büyütmeyelim" lafları arasında salıverildi. Çok geçmeden Simerini'deki haberin uydurma olduğu ortaya çıktı.Kıbrıs'ta iki toplum arasında tansiyon artıyor. Hudut kapılarından geçişlerde büyük azalma var, çünkü hem
Neden?Çünkü sonuç getirmesi hiçbir koşulda mümkün değildir. Kıbrıs konusunu yakından izleyen herkesin bildiği gibi, bu öneriyi ne AB, ne Kıbrıslı Rumlar, ne de Yunanistan kabul edecek. Konuya başından bakalım: Türkiye AB ile bir protokol imzaladı ve limanlarını AB'ye yeni üye olan bütün ülkelere açacağını taahhüt etti. Bilahare bu taahhüdü Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti'ne uygulamayacağını beyan etti. Bu beyan sadece bizi bağlar ve geçersizdir. Çünkü bir akdi tek taraflı, sözlü beyanlarla değiştirmek mümkün değildir.Nitekim AB karşı bir açıklamada bulunarak Türkiye'nin Kıbrıs konusunda istisna getirmesini kabul edemeyeceğini bildirdi. Hükümetin AB görüşmelerini kurtarmak için Kıbrıs konusunda yaptığı son öneri diplomasi tarihimizde ender görülen bir beceriksizlik örneğidir. AB haklıdır. Eğer her üye yükümlülüklerine beyan yoluyla istisna getirmeye kalkarsa onun adına Avrupa Birliği denmez. Avrupa Kaosu denir. Bir diplomat dostumun dediği gibi, "Herkes işine gelmeyen her konuda ipe un sererse birliğin yürümeyeceği açıktır." AB ile müzakereler askıya alınınca, hükümet perşembe günü beklenmedik bir çıkış yaptı ve limanlardan ikisini sadece bir yıl için açacağını açıkladı.Bu hiçbir limanı
Çarşamba günkü yazımda sorduğum bu soruların bugün cevabını vermeye çalışacağım. Ama önce sormam gereken bir başka sual daha var. AB'yi örtünemezsek gerçekten donma tehlikesi var mı?Evet. Bence var. Donma değilse bile fena halde üşüme.Türkiye'nin son dört yıldır yaşadığı istikrar ve yüksek kalkınma hızının üç ana nedeni var: Uluslararası Para Fonu (IMF) ile imzalamış olduğu ekonomik istikrar programının aksamadan uygulanması. Avrupa Birliği üyeliğinin ilk defa realist bir hedef olarak belirmesi. Tek parti hükümeti.IMF ve AB bağlantısı Türkiye'nin belirli bir ekonomik politika uygulayacağı ve yasal ortamı Avrupa standardına getireceğinin güvencesi olarak görülüyor. Rekor yabancı sermaye yatırımların arkasındaki en önemli neden budur. Japona Japon olmak, Hintliye Hintli olmak yeterken, bize Türk olmak neden ince geliyor? Neden, soğuktan donmamak için, Avrupa Birliği'ni de örtünme ihtiyacı duyuyoruz? Yatırımcıların gözünde, AB ile müzakere sürecinde olan bir Türkiye ile, AB ile ipleri koparmış bir ülke aynı şey değildir. AB ile müzakere halinde olan bir Türkiye AB standartlarında yatırım ortamına ilerleyen bir Türkiye'dir. AB ufkunu kaybetmiş bir Türkiye ne yapacağı belli olmayan
Roma üzerinden uçacaktık. Hava bozuk olduğu için kalkış gecikti. Uçağı kaçırdık. Şirket bizi Roma'da havaalanına yakın otele yerleştirdi.Aylaklığa bu beklenmedik ek hepimizin hoşuna gitti. Odalarımıza yerleştikten sonra keyifle otelin minibüsüne dolup şehrin merkezine gittik. Herkes bir yerlere gitmek için dağıldı. Birkaç saat sonra İspanyol Merdivenleri'nin yanındaki pastanede buluştuk.Son dört günü iki Avrupa Birliği üyesi ülkede yaşamış olmaktan dolayı olacak belki, konu AB'den açıldı. Kısa bir süre önce AB'ye üyelik için müzakere tarihi almıştık. Ne zaman tam üye olacaktık? Kutlamaları hangi yıl için planlamalıydık? Beş-altı kişilik bir grup gazeteciyle beraber Barcelona'dan İstanbul'a dönüyordum. Ümitlenmeyin" dedim yarı şaka, yarı ciddi. "Katılmayı bir tarafa bırakın. En iyisi Ankara Anlaşması'nın yüzüncü yıldönümü kutlamaları için hazırlanmaya başlayalım. O tarihte bile girememiş olabiliriz."Bu önerim şen yuuuh sesleriyle karşılandı.Ne diyorsunuz?Türkiye, AB'ye ilk adımını 12 Eylül 1963'te imzalanan Ankara Anlaşması'yla attı. O zaman Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenciydim. İhtilalin üzerinden üç yıl geçmişti. Orgeneral Cemal Gürsel cumhurbaşkanı, İsmet İnönü
Yeni bir yasa geçirdi. Polise, sigorta ödemeyenlerin aracına el koyma yetkisi verdi. Polis, isterse, el koyduğu araçları ezdirtip hurda haline getirtebiliyor. Aracı düz bir platforma yerleştiriyorlar. Kalın bir zincirin ucuna asılı devasa bir çelik yumrukla iki defa vuruyorlar. Araç bükülü gazeteyle öldürülmüş sivrisinek gibi yassı oluyor.Bir süre önce Londra'da televizyon haberlerinde izledim. Polis sigortasız araçları yakalamak için büyük bir kampanya başlattı çünkü sigortasızlar bir araca veya birisine çarpınca kaçıyorlar. Tahmin ediyorum, izlediğim haberin çekimini de polis ayarlamış. Sigorta ödememenin bedelini halka göstermek için.Bu iş bu kadar, dedim kendi kendime.Konya ilinde yasadışı olarak 50.000'e yakın su kuyusu kazıldı. Aşırı ve akılsız su kullanımı su seviyesini aşağıya indirdi. Toprakta tuzlanma başladı. Bir zamanlar ülkenin buğday ambarı olan Konya ovası çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya. İngiltere'de aracını sigortalatmayanların sayısı artınca hükümet sert önlem almaya karar verdi. Eğer ta işin başında izinsiz su kuyusu açan birkaç Konyalı çiftçi bükülü gazeteyle öldürülmüş sivrisinek gibi yassı edilseydi, Konya ovası çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya
Hostes boş çay fincanımı alırken gülümsüyor ve dişlerini görüyorum. Çok güzel dişleri var. Beyaz, sağlıklı ve göze hoş gelen bir biçimde sıralanmış. Dudakları güzel. Gülümseyişi de. Gülümseyişi güzel olan çok az insan var, düşünecek olursanız. Birçok insanın gülümseyince ağzı açık bir yaraya benziyor. Canım hostesin yeniden gülümsediğini görmek istiyor. Gülümsesin, dudakları aralansın ve dişlerini yeniden göreyim istiyorum ama onu çağırıp "Bana lütfen dişlerini göster" diyemem. Her ne kadar bu, müzede geri dönüp aynı tablonun önünde bir defa daha durmak gibi zararsız bir istek olsa da. Hostes bunun zararsız bir istek olduğunu bilemez. "Dişlerini görmek istiyorum. Lütfen bana gülümse" desem herhalde yüzünden gülümseme silinir. Belki erkek kabin memurlarını çağırır beni zararsız hale getirmeleri için. Oysa ben zaten zararsızım. Yapılabilecek şey var. Yapılmayacak şey var. Hostesten dişlerini sergilemesini istemek yapılabilecek şeyler kategorisine girmiyor. Şirket politikası bu hizmeti kapsamıyor. Bilet parasına dahil değil. Yasaların, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu bir istek değil. 11,277 metre yükseklikte uçuyoruz ve dışarıda sıcaklık -60 derece. Uçak ortadan ikiye