OZANKÖY
Güneşli bir öğleden sonra. Düz ve tenha bir yol. Sağımda, adanın kuzeyindeki sahil şeridini Mesarya Ovası’ndan ayıran Beşparmak Dağı arabam batıya mesafe kat ettikçe yüksekleşiyor, yaklaşıyor.
Üzerinde kuş uçmayan, kuru bir ova Mesarya, bu ilkbahar. Bütün kış dört defa yağmur ya yağdı ya yağmadı. Zaman zaman yaprakları solgun, yorgun okaliptüs ağaçlarının yanından geçiyorum. Bunları, sivrisinekli sulak alanları kurutmak için İngilizler Avustralya’dan getirip diktiler. Sulak alanlar kurudu. Sivrisinekler sıtmayı da yanlarına alıp gittiler. Zamanla yağmurlar da onları izledi. Bulutlar adaya küstü. Kanlı Dere yıllardır akmıyor. Şimdi su oburu bu güzel kokulu ağaçlar da suya aç. Bu yaz susuzluktan kırılacağız diyor herkes.
Bugün bunları düşünmek istemiyorum, ama. Müzik çalarda tekrar tekrar Kronos Quartet’in seslendirdiği, Güney Afrikalı besteci Kevin Volans’ın Beyaz Adam Uyuyor’u dönüyor. Günlerdir otistik saplantıyla bu müziği dinliyorum.
Yavaş yavaş gidiyorum. Evde beni kimse
“İşte yeni Türkiye’nin yeni yüzü” dedi bankacı bir arkadaşım dün. “Keşke her şey böyle olsa.”
Erol Sabancı’nın 45 yıldır mesai verdiği Akbank’ta nöbeti kızı Suzan Sabancı Dinçer’e devretmesini konuşuyorduk.
Dinçer babasının yerine yönetim kurulu başkanı seçilirken Erol Sabancı, Onur Başkanı oldu. Yönetim kurulu üyesi olarak görevi devam edecek ve ayrıca idare meclisine danışman olacak. Bunların yanında Sabancı Holding’deki yönetim kurulu başkan yardımcılığı görevi de devam edecek.
“Genç bir kadının, çalışıp kendisini gösterdikten sonra bankacılık sektöründe en üst düzey yerlerden birine gelebilmesi Türkiye için çok hoş bir şey” dedi arkadaşım.
Erol Sabancı, Akbank’ı Türkiye’nin en sağlam kuruluşlarından biri yaptı.
Onun hayatı, sanırım, Türkiye gibi başı ekonomik ve siyasi krizlerden kurtulmayan bir fırtına ülkesinde başarılı, güçlü ve zengin olmaya devam etmenin sırlarını ihtiva eden bir ders kitabıdır.
Bankanın bu
Uluslar da insanlara benzer. Akıllı olanı var. Akılsız olanı var.
Biz akılsızlar arasındayız. Kongo, Küba, Kuzey Kore, İran, Sudan kadar akılsız değil. Ama oldukça akılsızız.
Almanya değiliz. Olsaydık, dünyanın en büyük ihracatçısı olurduk.
İsveç değiliz. Olsaydık, çok uygar ve uzlaşmacı olurduk. Ve çook zengin.
Japonya değiliz. Olsaydık, kapalı ve “geri” bir Doğu ülkesi olmaktan açık ve ileri bir “Batı” ülkesi olmaya geçmeyi becerebilirdik.
ABD değiliz. Olsaydık, büyük düşünmesini bilirdik.
İşi ciddiye almak
Financial Times’ın hafta sonu ekindeki kitap sayfalarında yazarlarla yapılan kısa bir soru cevap sütunu var.
“Nerede yazmak hoşunuza gider, yemekte yanınıza hangi ünlü kişi otursun isterdiniz, en çok ne sizi korkutur, kendinizle ilgili neyi değiştirmek isterdiniz” gibi sorular sorulur genellikle.
Geçen haftaki sohbetin konuğu Norveçli kadın yazar Asne Seierstad idi. Mesleği gazetecilik olan Seierstad 2004’te yayımlanan Kabul Kitapçısı adlı kitabıyla uluslararası üne kavuştu.
Ona sorulan sorulardan bir şu idi: “Bir ruh çağırma seansında kimin ruhunu çağırmak isterdiniz?”
“Peygamber Muhammed’in ruhunu” diye cevap verdi Seierstad. “Ona türbanla ilgili ne düşündüğünü sorardım.”
Seierstad’a ulaşabilsem, “Neden Peygamber, neden bu soru?” diye sorardım ama ulaşabileceğimi sanmıyorum. Bu, zaten, pek o kadar muamma da değil, muhtemelen. Nüfusu Müslüman olan ülkelerde savaşın ve çatışmaların insan yüzü ile ilgilenen Batılı bir kadının neden Müslüman kadınların
Konum, Türkiye uluslararası karayolu eşya taşımacılığı sektörü. Bildiğimiz TIR’lar var ya, yanından geçerken git git bitmeyen o zımbırtılar... Onlar işte. Bu sektör, ben de dün öğrendim, 43.000 çekici ile Avrupa’nın en büyük filolarından biridir. Türkiye’nin ihracatının yarısından fazlası TIR’larla taşınıyor. Sektör 400 binden fazla insana ekmek yediriyor. Kazandırdığı döviz üç milyar dolar. Türkiye bu sahada Doğu Avrupa’da bir numarada.
Daha da büyüme potansiyeli var ama Avrupa Birliği üyeleri Türk TIR’larını kotaya bağlamış vaziyette. Her ülke kendine göre bir kota koydu. O sayıya varıldı mı Türk TIR’ları ağzıyla kuş tutsa o ülkeden geçemiyor.
Avrupa Birliği ülkelerinin kendi aralarında böyle bir kısıtlama yok. Örneğin İsveç TIR’ları İtalya’ya sonsuz sefer düzenleyebilir. Türkiye AB üyesi olmadığı için bu özgürlükten yararlanamıyor.
Ancak, Türkiye ile AB arasında gümrük birliği var. Yani karşılıklı olarak
Donanımsızlık, ufku olmayan bir okyanustur, sahillerimizi dövüp duruyor.
Gözümde gözlüklerim, elimde kitabım sahilde uzanmış dalgaların sesini dinliyorum.
En az üç çocuk yapın, her çocuk kendi bereketiyle doğar diyor dalgalar.
Kadınlardan başlarını açmalarını istemek donlarını çıkarmalarını istemekten farksızdır diyor.
CHP’lilere yönelik operasyonlar bekliyorduk, Edirne Belediye Başkanı'nın gözaltına alınması bizim için sürpriz olmadı diyor.
Katili affetme yetkisi maktulün vârislerine aittir diyor.
Türk demokrasisi Avrupa çapındadır diyor.
Türkiye’nin, Çin gibi yılda yüzde 10-12 oranında kalkınması lazım. Buna ihtiyacı var, çünkü gelir düzeyi düşük, milyonlarca işsizi var ve her sene yedi yüz binden fazla yeni insan iş piyasasına giriyor.
Bunu yapacak kapasitesi de var.
Ama ne yazık ki yapması mümkün değil.
Türkiye, kurumları etkin olmayan, entelektüel birikimi zayıf, iş yapma know-how’u kısıtlı, motivasyonu düşük, ufukları dar bir yönetim yapısına sahiptir. Yasalar eski ve eksik. Yargı yavaş ve geridir.
İktidarda hangi partinin olduğu fazla fark etmez. Yönetim altyapısı ve felsefesi yüksek bir kalkınma hızını taşımaya müsait olmadığı için Meclis’te mutlak hâkimiyeti olmasına rağmen AKP bile ekonomik reform konusunda felç durumda.
Büyüme yavaşlıyor
Geçen temmuzda ABD’nin uzun vadeli konut sektöründe başlayıp uluslararası mali sistemi zayıflatan durgunluk bu güne kadar Türkiye’yi fazla etkilemedi diye düşünülüyor, genellikle. Bu bir açıdan doğrudur. Eskiden olsaydı bu olay
Selam çocuklar. Nasıl gidiyor Edirne su şebekesini özel sektöre kiralama ihalesindeki yolsuzluk soruşturması?
Bu konuyu biraz da ben araştırdım. Tabii, amatörce. Sizin gibi uzman değilim. Gene de öğrendiklerimi anlatayım. Belki işinize yarar.
“Adres göstermek” nedir biliyor musunuz, çocuklar?
“Damda dolaşmazsa, miyav miyav demezse, martta azmazsa bu ihaleye teklif veremez” demek adres göstermek demektir. Köpekler, kargalar, serçeler, martılar, bülbüller ve şehrin diğer bütün yaratıkları anlarlar ki bu ihale sadece kediler içindir.
İhale şartnamesinde adres gösterilmesi yolsuzluk olduğuna dair kanıttır -güçlü bir karinedir, en azından.
Çünkü adres göstererek, idare sektöre, “Ben işi şu şirkete vermeye karar verdim, siz hiiç iştahlanmayın” der.
Bu yöntemle ihaleye katılacak şirketlerin sayısı asgariye indirilir. Rekabet de asgariye indiği için kamunun ihaleden elde edeceği menfaat azalır.