Ekonomi 2001’de duvara çarpınca hükümet iflası önlemek için Uluslararası Para Fonu’na (IMF) koştu.
Bir dizi ekonomik reform yapılması koşuluyla Fon “olur” dedi. Bu reformlardan bazısı ekonomi için iyiydi. Bazısı hem ekonomi hem de IMF’yi yöneten Batılı zengin ülkeler için.
IMF ve onun kardeş kuruluşu olan Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler gibi çok devletli kuruluşlardır. Ama büyük hissedar olan Batılı zengin ülkelerin çıkarlarını kollarlar.
Yıllarca, döne döne, Demirel-Yılmaz-Çiller-Ecevit dörtlüsü tarafından paçavra edilen ekonomi o kadar kötüydü ki Ankara ister istemez IMF’nin bütün koşullarını kabul etti.
Bu çerçevede “eyvallah” denenler arasında kamu şirketlerinin özelleştirilmesi ve yabancı sermayeye kapıların ardına kadar açılması da vardı.
Tişört satar gibi özelleştirme
Bunlar bizatihi kötü değildir.
Türkiye’nin en büyük şirketlerinden olan Türk Telekom’un (TT) ortaklık yapısında köklü değişiklikler meydana geliyor.
Kasım 2005’te hükümet TT’nin yüzde 55’ini 6.55 milyar dolara Ojer Telekomünikasyon’a satmıştı. Geriye kalan yüzde 45 hissenin üçte biri halka arz aşamasında bulunuyor.
Ojer Telekomünikasyon’un sahibi, merkezi Dubai’de bulunan Saudi Oger’dir. Saudi Oger’in sahibi ise Refik Hariri ailesi ve azınlık birkaç yatırımcıdır.
Lübnan’ın eski başbakanlarından ve Ortadoğu’nun en zengin işadamlarından biri olan Refik Hariri 2005’te Beyrut’ta bir suikasta kurban gitti. Hariri’nin iki eşinden olan beş çocuğu ve iki üvey evladı arasında miras kavgası başladı. Bunun sonucunda Saudi Oger’in satılmasına karar verildi.
2006 gelirleri 7 milyar dolar civarında olan Saudi Oger’in bünyesinde birkaç telekom şirketinin hissesi var ama portföydeki en değerli varlık TT’nin yüzde 55’idir.
İpi Suudi Telekom göğüsledi
Deniz Baykal’ın ne zamandan beri Cumhuriyet Halk Partisi’nin başkanı olduğunu hatırlayan var mı?
Benim aklımda Kanuni’nin İkinci Viyana Seferi’nden beri, diye kaldı. Yoksa Birinci Viyana Seferi mi idi?
Geçenlerde Milliyet okuru Ayşegül Bakkalbaşı’ndan aldığım elektronik posta üzerine bu soruyu düşünmekten kendimi alıkoyamadım.
Bakkalbaşı, Türkiye’nin en eski siyasi partisinin mevcut başkanını ne kadar az sevdiğini anlattıktan sonra, Baykal ile koltuğunu birbirinden ayırmak için cerrahi müdahale dışında bir yöntem kalmamış olabileceğini söylüyor.
70’ini dolduracak
Bu savı desteklemek üzere, bu centilmenle ilgili küçük bir araştırma yaptım.
Baykal’ın Ankara’da Meclis’e ilk girdiğinden bu yana 35 yıl geçti.
Boğaz'ın kıyısındaki park salıncaklarında yan yana iki tesettürlü genç kız sallanıyor. Tıfıl bir oğlan cep telefonuyla onların fotoğraflarını çekmeye hazırlanıyor.
Pazarın sabahının, kapalı havanın, Karadeniz’den esen serin rüzgârın, tombul tankerin, köprünün, Ortaköy’den Sarayburnu’na karşı kıyının keyfini çıkaran keyifli bir grup meydana getiriyorlar.
“Yeah, go!” diye bağırıyor oğlan. Salıncaktaki kızlar ona dönüyorlar. Yüzlerinde sallanma hazlı gülümseme, “Yeah!” diye cevap veriyorlar. Oğlan düğmeye basıyor.
Tam bir Latif Demirci anı.
Yalı duvarı ile köprünün altındaki askeriyenin duvarı arasındaki dar alanda bir ileri bir geri yürüyorum. Akşamdan kalma gibiyim, nedense, ama neden? Dün gece bir bardak şarap ya içtim ya içmedim. Rüzgâr ve açık hava bana iyi geliyor. Hava serince olduğu için park tenha. Gelenler birkaç dakika kalıp sıcak ve kapalı alanların tembelliğine dönüyorlar.
Bugün burası fotoğraf çekmeye gelenlerin mekânı. İşte
Eylülde Türk Telekom özelleştirmesinin ardından üç yıl geçmiş olacak. Ancak, bu alışverişle ilgili soruların ve dedikoduların ardı kesilmiş değil. Bunların aydınlanması iyi olurdu. Çünkü bu özelleştirmede hükümetin ekonomi yönetiminin kalitesi ve hatta dürüstlüğü konusunda belirleyici ipuçları var.
Ne yazık ki bunlar ilelebet karanlıkta kalabilir. AKP iktidarında devlet denetim mekanizmaları güçsüzleştirildi. Örneğin, bazı yasa değişiklikleriyle, Kamu İhale Kurumu’nda murakabe zayıflatıldı. Bakanlıklardaki denetçilerin ise kendi bakanlarının işlemlerini sorgulaması söz konusu değil.
Cumhurbaşkanlığı’ndaki Devlet Denetleme Kurulu’nun durumu da tarihinin en parlak dönemini yaşamıyor. Necdet Sezer zamanında her ne kadar çelimsiz ve etkisiz olsa da bu kurul çalışıyordu.
Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olduktan sonra Devlet Denetleme Kurulu törensel bir statü kazandı. Gül’den, kısa bir zaman öncesine kadar üyesi olduğu bir hükümetin işlemlerini inceletmesini beklemek ne
Forbes dergisine göre, dünyanın ikinci en zengin insanı Meksikalı Carlos Slim’dir.*
Slim, servetini kendi kazanmadı. Meksika telekom şirketini, rekabet ortamı yaratmadan özelleştirerek onu Meksika hükümeti zengin etti. Telekom şirketini ele geçirdikten sonra Slim tarifelere Meksika gibi yoksul bir ülkede aşırı sayılabilecek oranlarda zam yaptı.
Bunlar size bir şey hatırlatıyor mu?
Piyasayı serbestleştirmeden telekom şirketi özelleştiren bir diğer ülke Türkiye’dir. Mimarı da AKP hükümeti.
Rekabet ortamı yaratmadan telekom özelleştirmesi yapmak, devlet tekelinin yerine bir özel sektör şirketi ikame etmek, devlet eliyle trilyoner yaratmaktır.
Rekabet ortamı yaratmak, tarifelerin mümkün olduğu kadar düşük, hizmetin kaliteli olması için değişik oyuncuların telekom hizmeti vermesini sağlamak demektir.
Meksika hükümeti hiç olmazsa Meksika telekom şirketini bir Meksikalıya verdi. Kasım 2005’te özelleştirilen Türk Telekom’un yüzde 55 hissesinin alıcısı Suudi-Lübnan ortaklığı Oger Telecoms’du.
Kapitalistlerin &
Geçenlerde Ülker’in basın toplantısında grubun performansıyla ilgili rakamları dinlerken, “İyi ki rekabet kurumundan kimse yok” diye düşündüm.
Ülker bisküvi-çikolata ağırlıklı gıda faaliyetlerinin bazılarında pazarın yüzde 60’ını kontrol ediyor, birçoğunda da birkaç büyük oyuncudan biri. Kola sektöründe iki dünya devi arasında ikinci numarayı yakalamış ender şirketlerden biri. Satışlar 2006’da 7.5 milyar dolar iken, 2007’de 9.9 milyar doları aştı.
Dünyaca ünlü çikolata markası Godiva’yı satın alması Ülker için hem yol ayrımı hem de dönüm noktası teşkil edecek.
Şurası kesin: Çok az ülkede Ülker kadar pazarında hâkim gıda şirketleri var. Belki de yok.
Bu bilgiler kürsüden dökülürken yanımda oturan meslektaşım “Ama kurumsallaşmamış” dedi. “Profesyonel değil. Bir aile şirketi.”
Ülker gerçekten bir aile şirketi. Örneğin Unilever, Nestle veya, ne bileyim, General Electric gibi değil. Onlar çokuluslu,
Çölde kaybolan birine su ver, içer. Türkiye’ye ver, içinde boğulmaya çalışır.
AKP sekiz ay önce ikinci defa ve daha çok oy alarak iktidara geldi. O gün bu gündür Türkiye bir siyasi krizden diğerine sürükleniyor. Sebep, Erdoğan’ın, kendi bildiği nedenlere, ikincil konuları öne sürüp esas hedef olan demokratikleşmeyi ve ekonomik büyümeyi halının altına süpürmesidir.
Bir öncelik tefrik edememe sorunu, özetle.
Sonuç: Donanımsız kişileri iktidara getirme konusunda özel bir dehaya sahip bir ülkenin potansiyelini hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğini bir defa daha öğrenmesi.
Bir iktidar çoğunluğunu kendini imha etmek ve ülkeyi krize sokmak için neden kullanır?
Bunu öğrenmek yararlı olurdu. Çünkü tarih sıkıntı verici bir sıklıkla tekerrür ediyor. 1960, 1980. Diğer daha “küçük” felaketleri saymazsak.
Şimdi, Erdoğan yönetiminde başka türlü ama mega olacağı kesin başka bir karmaşaya uygun adım yapıyoruz.
Kim haklı, kim hak