Milli Güvenlik Kurulu'nun 9 saat süren toplantısında İmam Hatip okulları uzun tartışmalara konu oldu. Çünkü bu okulların laik ve demokratik cumhuriyete bağlı gençler yerine Refah Partisi görüşü doğrultusunda nesiller yetiştirdiği yönünde yaygın bir kanı var. Necmettin Erbakan da zaman zaman bu kanıyı güçlendiren sözler sarfediyor; örneğin 13 Ekim 1966'da Ankara'da yapılan RP Büyük Kongresi'nde aynen şöyle diyor:
"...Biz bugünlere nasıl geldik?.. 27 yıllık mücadeleyi bu noktaya nasıl getirdik?.. Zaman zaman yaşadığımız iktidar dönemlerinde tam 350 İmam Hatip Lisesi, 10 Yüksek İslam Enstitüsü ve 3 bin Kur'an kursu açtık... Bugünkü imanlı nesiller böyle yetişti..."
İmam Hatip liselerinin bina inşaat masrafını genellikle okul yaptırma dernekleri ya da vakıfları karşılıyor. Ancak tedrisata geçildikten sonra öğretmen ve eğitim masrafları diğer okullar gibi bütçeden, sizin bizim vergilerimizle karşılanıyor. Ayrıca kimin parasıyla yetiştiği bir yana... Bu çocuklar da bizim çocuklarımız. Ülkenin yarınını emanet edeceğimiz çocuklar. Nasıl bir eğitimden geçirildikleri hepimizi en çok o yönden ilgilendiriyor... Acaba bu okullarda hangi tip insan yetiştiriliyor?
TÜSİAD Raporunu hazırlayan Profesör Bülent Tanör, üç hafta önce Cumhuriyet'te imam hatip eğitimiyle ilgili bakınız ne diyor:
" Bugün imam - hatip öğretimi öyle bir hal aldı ki, meslek mensubu yetiştirmek için değil, sözde laik öğretime bir alternatif öğretim olarak dinci kuşaklar yetiştiren kurumlar haline geldiler.
Biz üniversitede olduğumuz için gelen gençleri yakından tanıma fırsatına sahibiz. İmam - hatip lisesi kökenli gençlerimizin giderek artan bir yoğunlukta dinci dünya görüşüyle bize geldiklerini hissediyoruz....
En temel konularda, hukuk öğretiminde şu zorluklarla karşı karşıya kalabiliyorsunuz:
Hukukun ve Anayasa Hukuku'nun demokratik ülkelerdeki esası milli egemenliktir. Oysa dinci dünya görüşünde zihniyet, egemenlik millete değil, Allah'a aittir. Dolayısıyla da kanun yapılmaz, çünkü kanunlar zaten vardır. Bu görüşe göre dünyayı ve ülkeyi değiştirmek için kişiye fazla söz hakkı düşmez. İlahi söz kavranır ve onun gereği yapılır.
Daha bu noktada anayasa hukuku yapmak, tartışmak imkanı kısıtlanmaktadır. Bu gençlerle bu diyalog kopukluğunu yaşamaktayız... Biz demokratikleşmeyi istiyorsak demokratik zihniyetli, özgür zihniyetli gençler yetiştirmek zorundayız... Biz, bu malzemeyle demokrasiyi kuramayız."
Görüldüğü gibi... İmam Hatip okullarının eğitim programları, üzerinde tartışmayı gerektiren bir durum arzediyor. Yarınki nesillerin hangi ilkeler doğrultusunda yetiştirildiğini bilmek, bugünkü neslin hakkı değil mi?
Susurluk Komisyonu'nun DSP'li üyesi Sema Pişkinsüt, Bayan ve Bay Çiller'in komisyona çağrılmasına karşı, DYP'lilerle aynı yönde olumsuz oy kullanmış...
DYP'den DSP'ye kaçışların sürdüğü bir dönemde... Sema Hanımın davranışı anlamlı... Ama daha da anlamlı olan... DSP milletvekillerini tek tek cımbızla seçen Bay ve Bayan Ecevit'in kaydettiği isabet... Demek seçim zamanları DYP'lileri DSP'li gibi görüyorlar. Adına da "sağlıklı seçim" diyorlar.
Avrupa Birliği'nin "Hristiyan Demokrat" parti liderleri Türkiye hakkında "AB üyeliğine aday olamaz" yani "Asla giremez" yollu karar alırken bizim açımızdan üzücü bir deyim kullandılar:
- Avrupa Birliği bir uygarlık projesidir...
Böylece demek istediler ki:
- Türkiye asla uygar olamaz...
İncitici, kırıcı bir sözcük. Ama ülke olarak şöyle bir aynaya baktığımızda... Acaba biz bu yolda kendimizde ne kadar umut görüyoruz? Neyse...
Umutların yine de tam olarak bitmiş olmadığını dünkü telefon görüşmemizde Almanya'daki Türkiye Araştırmalar Merkezi Başkanı Profesör Faruk Şen söyledi. Şen dostumuz dedi ki:
- Alman Başbakanı Helmut Kohl bu görüşmeye giderken Alman Dışişleri kendisine Türkiye'nin aday ülkeler arasına alınması yönünde olumlu görüş vermişti. O yüzden Kohl'ün Türkiye aleyhine davranışı sürpriz oldu. Ancak İngiltere, Fransa ve İtalya adaylığımızı destekliyor. O yüzden benim inancım Türkiye'nin 13 - 14 Haziran'da Amsterdam'da yapılacak zirve toplantısında aday ülkeler arasına alınacağı ve aile fotoğrafı içinde yer bulacağı yönünde...
Cumhuriyeti ilan ederken "muasır medeniyet seviyesine yükselmeyi" hedef almış... 1964 yılında Ankara anlaşmasıyla, Yunanistan ile aynı çizgide üyelik yarışına başlamış olan Türkiye... Bugün " AB'ye belirsiz bir tarihte üye olabilir" yollu bir temenni kararının peşinde koşuyor... O koşu sırasında da hakaretler işitiyor. Bizi bu durumlara düşürenler utansın, diyeceğiz ama... Onlar utanmaz.... Utanacak olan yine biziz...
Geçtiğimiz Cumartesi günü, SSK Genel Müdürlüğü toplantı salonu alkışlardan ve hep bir ağızdan atılan sloganlardan yıkılıyor adeta:
"Türkiye seninle gurur duyuyooorrr! Türkiye seninle gurur duyuyooorrr!"
"Vur vur inlesin! Mesut Yılmaz dinlesiiinnn!
Aradan birkaç gün geçiyor, bu kez aynı alkışlar ve aynı sloganlar Ankara Garı'ndaki bir salondan yükseliyor:
"Türkiye seninle gurur duyuyooorrr! Türkiye seninle gurur duyuyooorrr!"
"Vur vur inlesin! Mesut Yılmaz dinlesin!"
Kalabalık kim? Bu denli büyük sevgiyle bağırlara basılan, alkışlanan kim?
Alkışlayan toplu sözleşme imzalayan demiryolu ve şeker işçileri...
Alkışladıkları ise Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller!
Peki sebep? Sebep önemli! Toplu iş sözleşmeleri imzalanmış ve Tansu Çiller' in sayesinde müthiş ücret zamları almışlar!
Bu tezahüratı duyan da zanneder ki, Çiller öyle müthiş bir ücret zammı vermiş ki işçiye, gelmiş geçmiş bütün günahlarını unutturmuş. Yoksa bu ani değişikliğin başka bir sebebi ne olabilir ki?
Acaba öyle mi? Sözleşmeleri yakından incelemiş bir dostumuza soruyoruz.
- Adı geçen sendikaların yöneticileri, üyelerini resmen kandırıyor. İmzalanan sözleşme hiç de iyi bir sözleşme değil. Türk -İş'in hesaplarına göre son iki yılda işçi ücretlerindeki reel kayıplar yüzde 50 oldu. Şeker - İş ve Demiryol - İş'in yaptığı sözleşmeler bu kayıpların yüzde 10'u bile telafi etmedi. İşçiler yakında gerçeği görecek...
Sonuçta... Sevgili işçiler... Üç kuruşluk zamma bu dönüş! Hiç de hoş değil... Bu hareketinizden dolayı ileri Türkiye işçi sınıfı sizinle hiç de gurur duymayacak... gibi görünüyor.