Eski okuyucularımız Hüsmen Aga' yı mutlaka hatırlayacaklardır. 1980'li yılların sonunda, Todor Jivkov' un asilimasyon politikasına başlaması üzerine Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç eden bu şirin ihtiyar, Şumnu' da bıraktığı yeğeni Rüstem' e yazdığı mektuplarıyla uzun süre köşemizde yer almış, daha sonra ise sesi - soluğu kesilmişti. Hüsmen Aga, geçen akşam, televizyonda haberleri izliyordu ki, telefonu çaldı.
- Alooo ben Rüstem' imdır, siz kimsinız?
- Ne o, alamadın mı sesimı kapçık aazlı yigenım?
-Hah, şimdı almışımdır dayıcıımm...Nasılsın, iyı misın, isla misın, ne yapar, ne edersın?
- Ne yapacam be kızanım? Almışımdır rakıcazımı, geçmişımdır televizanın karşısına, hem inlerım, hem dinlerım...
- Kimı dinlersın, niçın inlersın be dayıcıımm?
- Vardır ya bizım bir acı kaderimız; Sülüman Bey, onu dinlerım...Layıklık üzerine kunuşur...Sülediklerınden anlarım ki, vaziyet karışıktır, paçaları fena halde tutuşur.
- Ne süler, ne anlatır ki?
- 40 sene evvel sülemesi lazım gelenleri süler be kızanım...Din ile devlet işlerinı birbirine karıştırmayalım, camiye siyaset sokmayalım, layıklıyın kıymetinı bilelım, der. Senin anlayacağın, ey milletım, bunları sana sülerim, Erbakan lafım asıl sanadır, der.
- Güzel dermiş be dayıcıım.
- O televizyada bunları kunuştuktça, ben de yerımden ona cevap yetiştirırım. Haçan, bu dedıklerını vakt-i zamanında sen niçin yapmadın, meydanlarda Kur'an'ı kafana götürüp götürüp senelerce niçın bu milletin inançlarını sömürdün, diye sorarım. Aklın başına şimdi mi gelmiştır, diye sitemler ederım. - Ee, başka ne var, ne yoktur oralarda be dayıcıımm? Yok mudur hiç isla aberler?
- İlaç için bir tanecik iyi aber bulayım diye kanallar arasında deli danalar gibı dolaşırım, ama neredeee? Allah sonumuzu isla etsin, vaziyetimız pek iyı degıldır. Hergün bir başka yobazlık, hergün başka bir melanet...Ha, unutmadan sorayım be Rüstem' ım, bakasın kolundaki saatine, süleyesin bana, kaçı gösterır? Gözum görmez zira bizım duvardaki saati...
- Dokuz'u gösterır dayıcıımm...Ne vardır, neden sorarsın?
- Neee, dokuz'u mu gösterır! Haydi bana eyvallah yegenım, kapatalım şimdı telefoncazlarımızı, sen on dakika sonra gene arayasın beni. Alektirikleri söndürme, balkonlarda tencere - tava tıngırdatma saatimız gelmiştır zira...
Trak!
- Faridiiinnn? Çabuk getiresın benım tencerecazımı be kızanım...Çalayım bu gece bi memleket avası, dinlesın bütun komşular ve Taşlıtarla, bilhassa da ırsızlar, uğursuzlar, namussuzlar...Ali-şi-min kaş-laa-rıı kaa-ree..Sülüman, sen açtın başımıza bütün bu yaa-ree..
Çok iyimser adammış. En kötü haberi de verseniz:
- Daha kötüsü olabilirdi, diye hem kendisini hem çevresini teselli edermiş...
Arkadaşları merak etmişler, "Çok kötü bir haber verelim bakalım yine aynı şeyi söyleyebilecek mi?" diyerek ona bir oyun oynamaya karar vermişler. Ve kötü haberi şöyle duyurmuşlar:
- Yahu duydun mu bizim Ahmet dün akşam iş gezisinden eve döndüğünde karısını yatakta başka bir adamla yakalamış, tabancayı çekip ikisini de öldürmüş...
İyimser adam başını kaşımış:
- Daha kötüsü olabilirdi, demiş...
- Daha kötü ne olabilirdi ki?
- Bir gece önce gelse şimdi ben ölmüştüm...
Demokrasimizin geldiği noktaya bakın... Demokrasinin vaz geçilmez unsuru olan partilerden biri demokrasiyi kaldırıp yerine şeriat düzenini getirmeye niyetleniyor. Sivil kuruluşlar bu gidişin önünü kesemiyor. Adı "darbeci"ye çıkmış ordu vaziyete el koyup siyasi partileri laiklik ve demokrasiye davet ediyor. Demokrasi şimdilik emir ve komuta ile ayakta duruyor.
İşler bu noktaya gelmemeliydi...
Sevinilecek tek durum... Sendikaları, muhalefet partileri, üniversiteleri, dernekleri ile toplumun yüzde 80'inin, Ordu desteği ile de olsa, laiklik ve demokrasiye sahip çıkan bir tavır almalarıdır.
Ama yeter mi?
- Laiklik korunacaaak , koru...
- Demokrasi ayakta tutulacaaaak, tut...
Gibi emirlerle laiklik ve demokrasi ayakta tutulabilir mi?
DSP Lideri Ecevit dün verdiği demeçte diyor ki:
- MGK bildirisinde laikliğin özellikle vurgulanmış olması, kamuoyunun büyük çoğunluğunun bu konudaki duyarlığını da yansıtmaktadır... Şimdi önemli olan aynı duyarlığın Hükümet uygulamalarına da yansımasıdır...
Yeter mi?
Necmettin Erbakan'ın:
- Ben MGK bildirisini gördükten sonra 180 derece dönmeye, zorunlu eğitimi 8 yıla çıkartmaya, imam hatip liselerinin ders programını laik eğitim ilkelerine göre yeniden düzenlemeye, Kuran kurslarına çeki düzen vermeye, dinci vakıfların faaliyetlerini daha sıkı denetlemeye, Cumhuriyet yasalarını harfiyen uygulamaya karar verdim, demesi beklenebilir mi?
Yoksa bu konuda denetleyici ve zorlayıcı görev, muhalefet partileriyle sivil kuruluşlara mı düşer?
Sorunun yanıtını dikkatlere sunuyoruz... Bu arada MGK bildirisinin son bölümünde yer alan "demokrasi ve insan hakları konusundaki eksikliklerimizin tartışılmasına son verilmesi" yönündeki isteğin garipliğini de kayda geçiyoruz. "Tartışma" nın değil "eksikliğin" ortadan kaldırılması gerekmez mi?
Cumhuriyet gazetesinde bir manşet:
"Muhtıra gibi tavsiye"
Haberler ve köşe yazılarında da sık sık " MGK'nın tavsiye kararı"ndan söz ediliyor. Oysa "tavsiye" çoktan tarihte kaldı. 1961 Anayasasında MGK'nın "tavsiye kararı" ndan söz edilirdi. 1982 Anayasasında "tavsiye" sözcüğü yer almıyor. Anayasa'nın 118'inci maddesinde aynen:
"Milli Güvenlik Kurulu; Devletin milli güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulaması ile ilgili kararların alınması ve gerekli koordinasyonun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir" deniyor...
Ve ekleniyor:
"Kurulun , Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulunca öncelikle dikkate alınır..."
Görüldügü üzre... MGK kararları artık "tavsiye" değil, "Bakanlar Kurulunca öncelikle dikkate alınacak" bağlayıcı nitelik taşıyor.