Barış, apartman komşumuzdu. Moda’da Belkıs Dilligil Sokak’taki apartmanda biz ikinci katta oturur, üzerimizde Lale Manço’nun sevgili ablası Berrin Çağlar ve gitarist eşi Ahmet Güvenç ile kızları Melis yaşar, onların karşısında da Lale ve Barış Manço ile oğulları Doğukan ve Batıkan otururdu. Barış benim tanıdığım en ünlü sanatçıydı sanırım. Sabah apartmanın kapısından çıkarken karşımızdaki Kadıköy Kız Lisesi’nin bizim tarafa bakan sınıflarında dersler durur, kızlar pencerelere yığılır, “Barış Barış” diye çığlıklar atardı. Barış onlara uzun uzun el sallar, kızlar da hep bir ağızdan kahkahalar atarak, “Arkadaşım Eşek”i veya “Domates Biber Patlıcan” şarkısını söylerdi.
O okulda öğretmenlerin Barış’ı görünce çılgına dönen kız öğrencileri durdurmak için yapacağı bir şey yoktu. Derslere mecburen birkaç dakika ara verilirdi. Barış’ı kıskanmak için daha pek çok sebep vardı. Ben Milliyet’in koskoca! yazarına günde 3-5 mektup ya gelir ya gelmezdi. Barış’a her gün
Andımız, tartışmanın esas konusu değildir
Tartışma, “Andımız”ın başındaki “Türk’üm” sözü üzerinedir.
Daha da büyük sıkıntı! Türk sözünün yalnızca Andımız’da değil Anayasa’da da yer almasıdır.
Anayasa 66. madde şöyle diyor:
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”
Bu madde 1924 Anayasası’na farklı etnik kimliklerin Türk değil diye aşağılanmaması, eşit addedilmesi için konulmuşsa da...
Irkçı bir vurgu yaptığı iddiasıyla hedefe konuldu.
Özellikle 2013 yılında çözüm sürecinde gündeme geldi. İçinde
Metin Oktay’la ilgili anı yazımız çok büyük ilgi gördü. O dönemi yaşayanlar Metin’le ilgili anılarını gönderdiler. Bir kitap yaparsam bu anıları da ekleyeceğim.
İstanbulspor ve Fenerbahçe’de futbol oynamış eski ünlü kalecilerden, Arap lakaplı Yılmaz Urul da anılarını gönderenler arasındaydı. Bir milli maç öncesi kampta Metin ile aynı odada kalmışlar. Yılmaz takımın en gençlerinden. Gece pencere kenarındaki yatağında kitap okuyormuş. Metin yerinden kalkıp pencereyi kapatmış. Yılmaz, ‘Abi söyleseydin ben kapatırdım’ deyince, Metin ‘Sen kitap okuyorsun’ deyivermiş.
***
Youtube’da Metin’le ilgili iki belgesel gördük. İkisi de maalesef aceleye gelmiş. Metin’i en iyi kaleciler anlatır. Eski Futbol Federasyonu Başkanı M. Kemal Ulusu ile konuşuyorduk dün. Yılmaz Urul’dan başka Metin’in karşısında oynamış Necmi Mutlu, Şükrü Ersoy gibi kalecilerin de halen sağ olduklarını hatırlattı. Onlarla da röportaj sağlanabilir, düzgün bir belge film yapılabilir Metin’le ilgili.
Gazete arşivlerindeki siyah
Danıştay Daireler Kurulu, 8. Daire’nin Öğrenci Andı’nı kaldıran Milli Eğitim Bakanlığı yönetmeliğini iptal eden kararını bozdu. Bu karara göre okullarda bundan sonra ‘Öğrenci Andı’ okunmayacak.
Ne diyor öğrenci andı:
“ Türk’üm, doğruyum, çalışkanım.
Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,
Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”
1997 yılında yapılan değişiklikle anda şu sözler eklendi:
Çok futbolcu geldi geçti bu alemden, hiçbirisi onun kadar sevilmedi. İnönü Stadı’nda bir Norveç milli maçı anımsıyorum. O yıl Palermo’ya transfer olmuş, İtalya’dan milli maç için gelmişti. Bütün stadyum o sahaya çıkarken “Metin, Metin” diye inledi. Fenerlisi, Beşiktaşlısı çok çekmişti ondan. Bütün kalecilerin kâbusuydu. Ama rakipleri tarafından da sevildi. Güzel adamdı. Alabildiğine efendiydi. Eşsiz bir stili ve mucizevi bir gol atma yeteneği vardı. Sağ, sol, kafa bütün uzuvlarını neredeyse aynı ustalıkta kullanırdı. Her hareketi estetikti. Kafaya herkesten fazla yükselir, topla en uç noktada buluşur, bir an havada durur, kafayı vururdu. Üstelik sapına kadar ahlaklı bir sporcuydu. Ne hakemi aldattığını gördük, ne rakibine kasten faul yaptığını, ne bir kötü söz söylediğini. Tekme yemekten tahammülünün tükendiği birkaç vaka hariç...
***
Yıllar geçti... Bir gün Güneş gazetesinin kadrosuna spor yazarı olarak dahil oldu. Bir biçimde
Memleketin iki ana derdi var: Enflasyon ve işsizlik.
Üretim yetersiz kaldığı için enflasyon yüksek çıkıyor.
Üretim merkezleri ortadan kalktığı için işsizlik büyüyor, rekora ulaşıyor.
Bu konular yeni mi ortaya çıktı? Hayır. 2000’lerin başında Türkiye IMF programlarına kilitlendiğinde geleceğin fotoğrafı az çok belirmişti. O gün dayatılan (ve hâlâ uygulanan) programların ülkeyi buraya getireceği çok yazıldı, söylendi. Ama kulak tıkandı.
IMF programları sanayiyi bitirdi, tarımı daralttı, ekonomiyi inşaata yönlendirdi.
80 sonrası verilen liberal vaatler hatırlardadır.
Özelleştirme yapılacak, sermaye tabana yayılacak, işletmeler daha akılcı çalışacak, verim artacak, ülke zenginleşecekti.
Bu hızla Cumhuriyet döneminde kurulmuş ne kadar tesis ve fabrika varsa satıldı. İsdemir. Kardemir, Asilçelik, SEKA, Sümerbank tesisleri, Etibank tesisleri, PETLAS, TÜRBAN, HAVAŞ, USAŞ, SEKA, ET BALIK, çimento fabrikaları, şeker fabrikaları, limanlar
8 Mart, dünyada “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanıyor. Bizde de geçmişte kadın günü olarak kutlanırdı. Artık adeta “kadına şiddet günü” olarak anılıyor. Bakınız 8 Mart tarihli gazete yazılarına, televizyon programlarına... Yazılan, konuşulan genellikle kadına şiddet. Kadın denince akla artık ilk olarak şiddet geliyor.
Öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki dönemde gazeteci bayramları da “gazeteciye şiddet günü” olarak anılacak. Gazeteciye saldırılar neredeyse gündelik hale geldi. Ayda en az bir iki gazeteciye saldırı olayı yaşıyoruz. Halk TV’de program yapan Levent Gültekin saldırıya maruz kalan (korkarız şimdilik) son isim oldu. Kanalın önünde 20-25 kişilik güruhun saldırısına uğradı.
Son bir yıl içinde Sabahattin Önkibar, Yavuz Selim Demirağ, Ahmet Takan, Murat İde, İzzet Tınmaz, Murat Üçkuş, Afşin Hatiboğlu, Kıymet Sarıyıldız, Orhan Uğuroğlu, Osman Güdü saldırılardan nasiplerini alan meslektaşlarımız. Bildiğimiz kadarıyla da şu anda bu saldırıları yapanlardan içeride olan yok.
Gültekin’e
Manken Aysun Kayacı’nın “Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum bir mi?” sözleri 14 yıldır tartışılıyor. Kayacı mankenliği çoktan bıraktı, evlendi, iki çocuk sahibi oldu, yurt dışına yerleşti ama o tek cümlesi hâlâ gündemde. Ne demek istemişti Kayacı:
“Dağdaki çobanla benim oyum eşit ağırlıkta yani 1 oy olarak sayılıyor ama öyle olmaması lazım, benim oyum daha değerli.” Kayacı’nın sözleri bu anlamda ele alındı ve demokratlar tarafından çokça eleştirildi.
Peki, çoban ile Kayacı’nın oyları bir mi gerçekten?
Prof. Barış Doster bu soruya son kitabında net bir yanıt getirdi:
- Çoban ile Kayacı’nın oy hakkı eşittir ama söz hakkı eşit değildir. Zenginin veya şöhret sahibinin sözüne kulak verilir, çobanın sözüne kulak verilmez. Çoban seçimden seçime oy kullanır, sesini hiçbir platformda duyuramaz. Toplumda ağırlığı olan kişi sesini her platformda duyurabilir. Oyların eşitliği lafta kalır.
KELEPÇE
Kadın cinayetleri tüm toplumu ettirecek kadar arttı. Kadına şiddet denince alınan