Soylu bir aydınımızı, yazar Demir Özlü’yü kaybettik. Demir, uzun yıllardır yaşadığı Stockholm’de 13 Şubat’ta kalp yetmezliğinden hayata veda etti.
Demir’le 1980 yılında 12 Eylül sıralarında Stockholm’de birlikteydik. Gazeteci Ulla Lundström ile evliydi. Ayrıca 40 metrekarelik bir çalışma dairesi kiralamıştı. Orada bir süre beni konuk etti. İşsiz, güçsüz, parasız günleri birlikte geçirdik.
Stockholm’e eşi ve çocuğu Milko’nun yanına bir süreliğine gelmişti. Türkiye’de peş peşe aydınlar katledilirken 5 yaşındaki oğlu Milko’nun “Baba ben büyümek istemiyorum, büyünce insanı öldürüyorlar” deyişi çok etkilemişti onu.
İstanbul âşığıydı. Her gün dönmeyi düşünürdü. Ama koşullar engel oldu. Derken Demir’in Almanya’da kimi gazetelerde yayımlanan yazıları üzerine hakkında yakalama kararı alındı. 1986 yılında vatandaşlıktan çıkarıldı. Yetmemiş gibi, pasaportuna ve kimliğine de konsoloslukta el konmuştu. Yurda 1989’da dönebildi.
Sene 1966.... Mart ayı... Lund şehrinde bulaşıkçılık ve garsonluk günleri sona erdi... Sebep biraz da Barbro oldu… Bizim Grand Hotel’in güzel bulaşıkhane şefi... Hikâye uzun. Sonuçta işten çıkışımı istedim. Doğru Kuzey’e liman şehri Helsingborg’a yollandım. Gemilerde iş arıyorum. Liman işletme müdürlüğünde odadan odaya dolaştıktan sonra Amerika’ya gidecek bir yük gemisinde iş buldum. Günde 8 saat denize projektör tutmak... İşim bu olacaktı. Ancak güverte defteri diye bir şey lazımmış gemilerde çalışmak için. Bende o yok... Olmadı. Oralardaki tek arkadaşım Mustafa Avcı haber verdi. Kavlinge (Şevlinge okunur) adlı köyde mezbahada iş varmış. Doğru Scan (Skon) adlı o mezbahaya... Aslında burası hem kesimhane hem sosis salam gibi et ürünleri imal eden dev bir fabrika... Beni mezbahanın buzhanesine verdiler. Adı üstünde: Buz gibi soğuk bir yer... Büyük baş hayvanlar kesiliyor, askıya asılıyor, tavandaki rayların üzerinden buzhaneye geliyor, biz Per adlı yaşlı ve sinirli zatla domuzları buzhanedeki raylara yerleştiriyoruz. Per
Kitaplığı karıştırırken gözüme Kenan Evren‘in “12 Eylül’den önce ve sonra - Ne demişlerdi, Ne dediler, Ne diyorlar” adlı kitabı ilişti. Milliyet Yayınları’ndan 1997 yılında çıkan bu kitapta Evren, 12 Eylül darbesi öncesi ve sonrası yazılan köşe yazılarını toplamış, vakti zamanında aldığı notları da ekleyerek bir kitap oluşturmuştur. Bu kitabın 360. sayfasında aynen şunları okursunuz:
“Melih Aşık da bana karşı olanlar arasında baş sıralarda yer alır. Gün geçmiyor ki aleyhimde bir şeyler yazmamış olsun...”
Evren kendisini eleştiren ve onun mizahını yapan yazılarımı da kitabına almış...
Kenan Evren malum, cunta lideriydi, darbe yapmış, askeri rejim kurmuş, 7 yıl cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmuştu.
Ancak ne Cumhurbaşkanlığı döneminde ne sonra hakkında yazılan yazıları dava konusu yaptığını, yazarlarıyla uğraştığını anımsamıyorum.
Baskın Oran’ın “Kenan Evren’in yazılmamış Anıları” adlı kitabı Evren’in Cumhurbaşkanlığı sırasında yayınlandı. Evren, kendisiyle resmen dalga geçen ne bu kitaba ne yazarına dava açtı. Ne satışını engelledi.
İlginç
Çorlu’da 2018 yılında meydana gelen tren kazasında eşini ve oğlunu kaybeden Mısra Öz Sel, sosyal medyada ‘kamu görevlilerine hakaret’ ettiği suçlamasıyla hâkim karşına çıkarıldı. Acılı anneye 8 bin lira para cezası verildi. Mısra Öz Sel, Çorlu’da 25 günahsız insanın hayatını yitirdiği tren kazasının gerçek sorumlularının yargıdan kaçırılmasına karşı hukuk mücadelesi veriyor. Suçu budur.
***
Cumhuriyet tarihinin muhterem simalarından biri de Genel Müdür ve Bakan olarak Demiryolları’nı 8 yıl yöneten Behiç Erkin’dir. Erkin, “Hatırat” adlı kitabında 1957 yılında meydana gelen Ispartakule tren kazası sorumlularının yargıdan kaçırılması üzerine şunları yazar:
“Ben 1920-1928 seneleri arasında demiryollarını idare ederken, ihmale hiç tahammül edemezdim. Aldığım ve aldırdığım tertibat sayesinde bu 8 sene içerisinde hiçbir yolcu telef olmamış ve yaralanmamıştır. Alelhusus, 1922 büyük taarruzu sırasında Yunanlıların tahrip ettikleri demiryollarının ilk tamiri, iki metre boyunda ray
Bilim Kurulu üyeleri “Üçüncü dalga geliyor” diye uyarılar yapıyor, gençlerin umursamazlığını eleştiriyorlar.
Peki, hal böyleyken, valilik FB-GS derbi maçına ve FB’nin Euroleague basket maçına seyirci alınmasına neden izin verdi? Neden kimi parti toplantılarına izin var?
Geçiyoruz... Geçen ekim ayında aşının bulunduğu haberleriyle birlikte Avrupa ülkeleri aşı merkezleri hazırlamaya başladılar. Almanya’da spor salonları, konferans merkezleri, stadyumlar aşılama için hazırlandı. İngiltere’de keza. O yüzden Kadıköy’de bir aile hekimliğinde gördüğümüz manzara çok ilgimizi çekti.
Hekimler hastalarını odalarına kabul etmiyor, pencereden işlem yapıyorlardı. Fakat aşı olacaklar içerideki aşı odasına alınıyordu. Odaya aşı olacak kişi ile bir yakını giriyor, hemşireler ve doktorlar girip çıkıyor, küçücük odada aynı anda en az beş altı kişi bulunuyordu. İstanbul’da aşı için özel mekânlar hazırlanmamış, üç beş metrekarelik aşı odaları kullanılıyor. Oysa istense aşılama
İsveç’in dünyaca ünlü film yönetmeni Ingmar Bergman 2007 yılında öldüğünde Türkiye’de onun anısına yazı yazan bir veya iki sinema yazarı çıktı. Bir de ben... Sinema duayeni Atilla Dorsay da biraz garip karşılamıştı onca adam dururken Bergman’ı benim yazmamı. Oysa pek de ilgisiz sayılmazdım konuya.
Yıl 1965... Ankara’da Mülkiye’nin birinci sınıfında sıkkın geçiyor günler. Baskın Oran’dan Mahir Çayan’a, Yusuf Küpeli’den Hasan Celal Güzel’e, Ömer Madra’dan Halil Ergün’e, Nabi Şensoy’dan İlber Ortaylı’ya, Osman Birsen’den Murat Karayalçın’a, Cem Duna’dan Uluç Gürkan’a... Sonradan ünlenecek bir yığın genç adam o yıl birinci sınıfta cıvıltılı bir kadro oluşturmuşuz. Ama herkes derslere sardırmış durumda. Hayat monoton. Kimi akşamlar Orçun’la birlikte Fransız Kültür Merkezi’ne takılıyoruz. Güzel filmler geliyor. Derken, bir Bergman Haftası başlıyor. İlk film Yaban Çilekleri. Ne lezzetli bir film. Sonra diğer Bergman
Boğaziçi Üniversitesindeki üzücü olaylara odaklanmışken bir gündem konumuz daha oldu: Yeni anayasa.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Önümüzdeki dönemde yeni anayasa için harekete geçebiliriz” sözleriyle birlikte muhtemel değişiklikler üzerinde tartışmalar alevlendi.
Henüz nasıl değişiklikler düşünüldüğü bilinmiyor. Bol fikir jimnastiği yapılıyor.
Önceki akşam bir kanalda şu sözleri duyduk:
“İktidarla muhalefet daha demokrat bir anayasa üzerinde anlaşırsa iyi olur.”
Bundan böyle temennileri daha sık duyarız. Oysa... Daha demokrat bir düzen için daha demokrat bir anayasaya ihtiyaç yoktur. Bir anayasası olmasına rağmen faşizmin hüküm sürdüğü ülkeler olduğu gibi, İngiltere gibi anayasasız idare edilen ülkeler de vardır. Almanya ve Japonya gibi ülkeler İkinci Dünya Savaşı’nda Amerikan ordusunun hazırlayıp ellerine verdiği anayasalarla yönetilir, kimse şikâyet etmez.
Bir de ferahlatıcı! cümle geçiyor tartışmalar arasında:
“Anayasa’nın ilk dö
Bir tarih sayfası daha kapandı, Cahit Kayra ağabeyimiz 104 yaşında aramızdan ayrıldı...
Bürokrat, milletvekili, bakan, tarihçi, yazar... Bir ömre birçok marifeti sığdıran çok yönlü bir yurtsever idi Cahit Abimiz. Anlatmaya sayfalar yetmez.
Tarihçi Kitabevi’nde 100’üncü yaşını kutlarken yaptığı kısa konuşmada “5 yıl daha yaşamak istediğini” söylemişti bizlere... Yaşayacaktı da... Ömrünü maalesef pandemi ve 65 yaş yasakları kısalttı. Onun alıştığı bir yaşam temposu vardı. Sabahları yürüyüşe çıkar, dönüşte biraz dinlenir, gazeteleri okur, yazı masasına oturur. Akşam 17:00 sularında evden çıkar, Tarihçi Kitabevi’nin yolunu tutardı. Orada akşamları memleket meseleleri konuşulurdu. Cahit Ağabeyin en büyük özelliği dinlemeyi sevmesiydi. Herkesi dinler, kendi söyleyeceğini en sona bırakırdı. Kitaplarını yıllarca Tarihçi Kitabevi bastı ve yaydı. Kitabevi sahibi Necip Azakoğlu ve eşi Nevin Hanım, Cahit Bey’in koruyucu melekleriydi, bir gün olsun yalnız bırakmadılar.
Ne diyorduk, evet... Pandemi