Adı Faruk Fatih Özer. En fazla 30’lu yaşlarda bir genç dolandırıcı. Çiftlikbank dolandırıcısı Mehmet Aydın halkı inekten para kazandırma vaadiyle dolandırmıştı, Faruk Fatih Özer de dijital para birimi “Bitcoin” ile kısa sürede zengin etme vaadiyle dolandırdı.
Fatih Özer, “Ben bunun borsasını kurdum, şirketimin adı da Thodex” diyerek 490 bin dolayında insandan topladığı 2 milyar dolar parayla geçtiğimiz hafta yurt dışına kaçtı. Geride, Bitcoin’in ne ve nasıl bir sistem olduğunu bilmese de kısa sürede çok kazanç hayaliyle para kaptıran 500 bine yakın insan kaldı.
İyi de Faruk Fatih Özer bu dolandırıcılığı nasıl bu kadar kolay yapabildi? Yapabildi çünkü karşısında bir yasal engel yoktu.
Oysa… CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer yaklaşmakta olan tehlikeye dikkati ta 4 Aralık 2017’de çekmiş. Dünyada hızla yaygınlaşan Bitcoin uygulamasına karşı dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’a verdiği soru önergesiyle özetle şu soruları yöneltmişti.
“Bitcoin’in herhangi bir merkezi kuruma bağlı
Bu sütunda geçen yıl 17 Ekim’de TÜBİTAK’ın geliştirdiği ve Sağlık Bakanlığı’nca kullanılan ÜTS (Ürün Takip Sistemi) isimli bir uygulama olduğunu, bunu cep telefonuna indirdiğimiz takdirde piyasada satılan maskelerin kutuları üzerindeki barkodu okutarak o maskelerin Sağlık Bakanlığı kayıtlarında olup olmadığının görüldüğünü yazmıştık.
Aynı yazıda devletin nedense bu sistemi halka duyurmadığını da kaydetmiştik
Yazımız fayda etmedi. Sistem vatandaşa yine duyurulmadı.
Her türlü kontrolden uzak üretilen kalitesiz maskeler piyasayı doldurdu.
Ticaret Bakanlığı geçen hafta 33 farklı marka maskenin güvensiz olduğunu, markalarını bildirerek açıkladı. Halkın çoğunluğu bu güvensiz maskeleri kullanmaya devam ediyor...
Titiz okurumuz Metin Bey diyor ki:
“Hala piyasada satılan maskelerin üzerindeki barkodlarını, cep telefonumdaki ÜTS uygulaması ile kontrol ettiğimde, bunların büyük kısmının kayıt dışı ürünler olduğunu üzülerek görüyorum.”
Sağlık Bakanlığı neden halka gerekli uy
Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal ölümünün 28. yılında kabri başında devlet töreniyle anıldı. Hakkında övgü dolu sözler söylendi. Bu arada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “O örnek bir siyaset ve devlet adamıydı” sözleri kendi partisi içinden eleştiri aldı.
ANAP’ı kurarak Türk siyasetinde söz sahibi olan Özal’ın en büyük hamlesi özelleştirme idi.
- Neydi özelleştirme?
- Denildi ki mülkiyet halka yayılacak. İşçiler çalıştıkları KİT’lerin hisse senetlerini alıp onların sahibi olacak. Zarar eden kuruluşlar kâr etmeye başlayacak. KİT’ler özelleşince devlete yük olmayacak...
- Peki, ne oldu?
- KİT’lerin kredileri kesildi. Kâr eden KİT’ler zarar ettirildi. Kârlı kuruluşlar blok halinde yerli ve yabancı sermayeye satıldı. Zarar edenler elde kaldı. İşçiler çalıştıkları KİT’lerin hisse senetlerini alacaktı. Bu beklenti boşa çıktı. Halka verilen sözler tutulmadı.
- Peki, sonra?
- KAMU kuruluşları rastgele satıldı. Siyasi yakınlık gözetildi. İşten anla
Montrö Sözleşmesi ve sarıklı amiral konularında açıklama yapan 104 emekli amiral ile ilgili işlemler devam ediyor. Bu amirallerden 14’ü hakkında ‘Suç işlemek için anlaşma’ iddiasıyla soruşturma başlatılmıştı. 10’u 6 gün Emniyet’te tutulduktan sonra adli kontrolle serbest bırakılmıştı.
10 emekli generale daha sonra elektronik kelepçe takıldı.
Orduevine giriş yasağı konuldu.
Açıklamayı destekleyen üç eski Deniz Kuvvetleri Komutanı, Bülent Bostanoğlu, Eşref Uğur Yiğit ve Murat Bilgel’in lojmandan çıkarıldığını Müyesser Yıldız Odatv’de yazdı.
Dün bazı amirallerin evlerinde yine arama yapıldı.
Soruşturma ve davanın nereye kadar uzanacağı bilinmiyor.
Bazı kalemler bu süreci Balyoz sürecine benzetiyor.
Oysa arada çok fark var. Balyoz sürecinde hatırlanacağı gibi ortada ustaca hazırlanmış bir darbe senaryosu vardı, kimi basının da desteğiyle kamuoyu darbeye inandırılmıştı.
Kovid salgınında nüfusa göre vaka sayısında dünya birincisi olduk. Rakam 60 binlere dayandı.
Son genelgede, “Mutasyona uğrayan Kovid-19 virüsünün dünya genelinde hastalığın yayılımını artırdığı, Türkiye’de de özellikle İngiltere varyantı sebebiyle hızlı bir artış yaşandığı” ifade edildi.
Bizdeki büyük artışın sebebi İngiltere varyantı imiş.
Peki, İngiltere’de durum nedir?
Önceki günkü rakamlara göre...
Türkiye’de vaka sayısı 59 bin 187.
İngiltere’de vaka sayısı 2 bin 472.
Ölüm: Türkiye’de 273. İngiltere’de 23.
Bendeniz Kovid aşısı oldum. İkinci aşıyı olduktan 28 gün sonra antikor testi yaptırdım. Çok çok az bir antikor oluşmuş. Neredeyse sıfıra yakın.
Peki, genelde durum nedir? Aşılananlara örnekleme yöntemiyle antikor testi yapılarak aşının etkinliği ortaya çıkarılabilir. Koronadan ölenlerin kaçta kaçının iki aşı yaptırdığına bakarak da aşının etkinliği konusunda fikir edinilebilir. Aşının etkin olmadığının ortaya çıkmasından mı korkuluyor? Oysa aşının etkin olmadığının açıklanması hiç açıklanmamasından iyidir. Aşının etkin olmadığı bilinirse önlemler gevşemeyecektir.
***
Bir yılı aşkın süredir Türkiye’de sıkı korona önlemleri uygulanıyor. 65 yaş üstü vatandaşlar yılın neredeyse yarısını ev hapsinde geçirdiler. Serbest çalışan vatandaşlar ve esnaf büyük zarar etti. Sonuç: Yeni vaka sayısı nüfusa oranlandığında dünya birincisiyiz. Yeni vaka sayısı Hindistan’da 169 bin, ikinci Türkiye’de 50 bin. Hindistan nüfusu (1.3 milyar) bizden 15 kat fazla. Demek ki önlemler işe yaramamış. Ya da yanlış önlem
Halk TV’de perşembe gecesi ilginç bir tartışma izliyoruz.
Amirallerin duyurusundan “darbe iması” çıkaranların başta gelen gerekçesi metnin “Büyük Türk Milletine” hitabıyla başlaması ve gece yarısı yayımlanmış olmasıydı.
Programa telefonla katılan emekli amiral Semih Çetin “Bildiri bana da geldi ancak bildiride ismi olan bazı kişilerin Balyoz sürecindeki vefasızlıkları nedeniyle imzalamadım” dedikten sonra şöyle devam etti:
“Bana geldiğinde bildiri son halindeydi. Üzerinde ‘basın duyurusu’ yazıyordu. Sonunda da ‘kamuoyuna saygıyla arz ederiz’ ifadesi vardı. Yüce Türk Milletine diye bir başlık yoktu. Bildirinin altındaki tarih 06.04.2021 olarak görünüyordu. Ancak bu bildiri çok ilginç bir şekilde 4 Nisan’da basına sızdırıldı.”
Programa telefonla katılan bir diğer konuk Ergenekon ve Balyoz davalarında askerleri darbecilikle suçlayan kitaplar yazan Zihni Çakır’dı. Duyuruyu erkenden yayımlayan AvazTürk internet sitesinin sahibi olan Çakır dedi ki:
“Duyuruyu bana,
İki Alman savaş gemisi Göben ve Breslau, 1914 yılında emrivakiyle Boğazları geçerek Karadeniz kıyısındaki Rus limanlarını bombalayınca Rusya bize savaş açmış, Türkiye kendini böylece Birinci Dünya Savaşı’nın içinde bulmuştu.
Türkiye o yüzden Boğazların kontrolünü hayati önemde görmüş, Lozan sonrası yoğun diplomatik girişimler sonucu 1936’da Montrö imzalanmıştı. Montrö bir savaş sırasında Türkiye’ye Boğazları savaş gemilerine kapatma ve tarafsız kalma yetkisi tanıyor. Ülkemizi ABD-Rusya çatışmasında taraf olmaktan kurtarıyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler de Karadeniz’e inmeyi zorunlu gördü. Ancak Türkiye Boğazları savaş gemilerine kapatmıştı. Peki çare?
Hitler, Fatih’in gemileri karadan yürütmesine benzer bir çare üretti. Altı adet Alman cep denizaltısını Tuna’dan geçirerek Karadeniz’e indirdi. Nasıl mı? Altı U-bot, Almanya’nın liman şehri Kiel’de parçalara ayrıldı. Kâh kanallardan, kâh karayolundan geçirilip Tuna Nehri üzerinden