Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Çok futbolcu geldi geçti bu alemden, hiçbirisi onun kadar sevilmedi. İnönü Stadı’nda bir Norveç milli maçı anımsıyorum. O yıl Palermo’ya transfer olmuş, İtalya’dan milli maç için gelmişti. Bütün stadyum o sahaya çıkarken “Metin, Metin” diye inledi. Fenerlisi, Beşiktaşlısı çok çekmişti ondan. Bütün kalecilerin kâbusuydu. Ama rakipleri tarafından da sevildi. Güzel adamdı. Alabildiğine efendiydi. Eşsiz bir stili ve mucizevi bir gol atma yeteneği vardı. Sağ, sol, kafa bütün uzuvlarını neredeyse aynı ustalıkta kullanırdı. Her hareketi estetikti. Kafaya herkesten fazla yükselir, topla en uç noktada buluşur, bir an havada durur, kafayı vururdu. Üstelik sapına kadar ahlaklı bir sporcuydu. Ne hakemi aldattığını gördük, ne rakibine kasten faul yaptığını, ne bir kötü söz söylediğini. Tekme yemekten tahammülünün tükendiği birkaç vaka hariç...

Haberin Devamı

***

Yıllar geçti... Bir gün Güneş gazetesinin kadrosuna spor yazarı olarak dahil oldu. Bir biçimde tanıştık. Kaynaştık. Gazetenin kuruluş yıldönümü için İstanbul’da bir kokteyl verildi. Kokteyl Ankara’da da tekrarlanacaktı. Bir gece yataklı trende restoran vagon kiralandı. Bütün yazar ve yazı kadrosu aynı trenle Ankara’ya hareket ettik. Gece yarısına kadar sohbetler edildi. Necmi Tanyolaç, Çetin Altan, Metin, ben aynı masaya oturmuştuk. Metin, yazar abilerine karşı her zaman saygılıydı. Siyasette iddialı konuşmalar yapmazdı. Ancak gecenin sonuna doğru Çetin Altan’a ağır eleştiriler yöneltti:

- Ağabey bizi sosyalist yaptın sen çektin gittin, dedi...

Çetin Altan üzüldü:

- Sen şimdi beni top gibi görüyorsun, demişti...

O gece herkes yattı, biz vagonda koridora geçtik... Tabii yine futbol sohbeti başladı.

- Baba hani şu Beykoz’a attığın kafa golü vardı...

- Baba hani şu ağları delen golün vardı Özcan’a...

Ben golleri nasıl attığını anlatıyorum, o gülümsüyor:

- Aslında ben attığım golleri pek hatırlamam, derdi, siz dışardan beni seyrediyordunuz ama ben o sırada kendimi seyretmiyordum ki...

Tren bir ara Eskişehir’de durdu. Birer kase yoğurt aldık. Tren hareket etti. Biz hem konuşuyor hem rüzgâra karşı yoğurtları yiyoruz. Bir ara baktım, rüzgârdan uçan yoğurtlar Metin’in takım elbisesini tepeden tırnağa beyaza boyamış. Ertesi gün Ankara’da yeni bir takım elbise alıp kokteyle öyle gelmişti.

Haberin Devamı

Anılar... Anılar... Hiçbirisi onun kadar sevilmedi

Metin Oktay ile Çetin Altan bu defa bir kokteylde karşılaşmış, şakalaşıyorlar. Ben de ortada sohbete katılmışım. Metin ile Çetin Altan eski dosttular. Nişantaşı’nda aynı apartmanda oturmuşlar. Çetin Altan bir defasında kapı anahtarının kaybolduğunu, çilingir bulunamayınca Metin’in kapıyı tekme ile açtığını anlatır, kahkahalarla gülerdi...

***

Bir gün İzmir’de buldum onu. Bir meyhanede gece yarısına kadar çene çaldık. Gece bitti ama bizde enerji bitmedi. Ne yapalım? Hadi gazeteleri bir dolaşalım, dedik. Matbaalara giriyor, ertesi günün taze basılan gazetelerini alıyoruz. Tabii her matbaaya girmemiz olay oluyor. İşçiler makineleri bırakıp Metin’in etrafını sarıyor. Bir sevgi çemberi oluşuyor. Dört beş matbaayı dolaştık. Gazeteleri topladık. Bu da neredeyse iki saat sürdü. Otele doğru yola çıktık. Metin direksiyonda, ben onun yanında gazeteleri gözden geçiriyorum. Sordu:

Haberin Devamı

- Gazetelerde ne var baba?

- Hiçbir şey yok, dedim, hep aynı hikâyeler.

- At o zaman hepsini dışarı.

Elimdeki gazete tomarını camdan dışarı attım.

Karnımız acıkmıştı. Efes Otel’e girdik. Resepsiyoncudan başka kimse yoktu. Birlikte mutfağa girdik. Buzdolaplarını karıştırdık. Biraz peynir salam falan bulduk. Kendimize birer sandviç yapıp afiyetle yedik. Kimin sözüdür o: “Uykuda geçen gece ziyan olmuş demektir...”

Anılar... Anılar... Hiçbirisi onun kadar sevilmedi

Yalnız sahada değil saha dışında da heykel gibi adamdı Metin... Yalnız futbolu değil koltukta oturuşu bile estetikti...

***

Bir gün önceden sözleşmiştik. O İstanbul’a gelecek, önce Taksim’e Çiçek Bar’a uğrayacağız, oradan Ortaköy’e Ziya Bar’a ineceğiz... Çiçek Bar’da buluştuk. Birer yolluk aldık. Tabii her gittiğimiz yerde olduğu gibi etrafımız sarıldı. Metin’e herkesin soracağı şeyler var. Bu arada delikanlının biri geldi, Metin ile konuşmaya çalışırken göğsünde yatıp uyudu.
Geç vakit sordum:

- Baba hani Ziya’ya gidecektik...

Göğsünde uyuyan çocuğu gösterdi. Bu durumda nasıl gidelim, demek istiyordu.

O genç adam gece yarısı uyandı. Hâlâ ayılmamıştı. Metin onu aldı, köşedeki taksiye götürdü, cebinden bir miktar para çıkarıp verdi şoföre, yolcu etti. Sonra biz Taksim Meydanı’na doğru yürüdük. Daha meydana varmadan döner büfelerinin garsonları ve çırakları yolumuzu kesti. Metin Abi diye çığlıklar atarak sevgi gösterileri yaptılar. Metin’i sahada görmüş olmalarına imkan yoktu. Aralarından birine sordum:

- Sen hiç Metin’i seyrettin mi?

- Seyretmedim abi...

- Peki neden seviyorsun bu kadar?

- Onu herkes seviyor abi...

Onun birbirinden güzel golleri maalesef filme veya videoya alınmış değildir. O zaman televizyon da yoktu. Ama golleri dilden dile öyle anlatılıyordu ki, dinleyenler de görmüş gibi oluyor, olağanüstü bir futbolcudan söz edildiğini hemen anlıyorlardı. Daha yaşarken efsane olmuştu Metin.

***

Çiçek Bar’da Metin’e sarılıp göğsünde uyuyan gencin adını sonradan öğrenmiştik. Cumhuriyet gazetesinde sayfa sekreteri olarak çalışıyordu ve adı Edip idi.

Metin toprağa verilmeden önce tabutu Cağaloğlu’nda Milliyet binasının önüne getirildi, kısa bir tören yapıldı. Törende delikanlının biri gelip tabuta sarıldı. Dakikalarca öyle kaldı. Tabuttan zorla ayırılan o genci dikkatle bakınca tanıdım; o gece Metin’in göğsünde uyuyan gazeteci Edip idi... O da rahmetli oldu.

***

Kullandığı otomobilin Boğaz Köprüsü’nde yol kenarına yığılmış inşaat artıklarına çarptığı gece yine Ortaköy Ziya’daymış... Gitarist Tarık Öcal, şarkıcı Pepe ve Arda Uskan ile futbol ve müzik sohbeti yapmışlar. O gece
12 Eylül darbesinin yıldönümü... İçmek için sebep de varmış hani. Tarık Öcal “içkiliydi ama sarhoş değildi kesinlikle” diyor. Bir ara Nazım Hikmet’ten bir şiir okumuş:

“Hiçbirimiz ummazdık tabii ama ummamak bizim suçumuz”

Sonra demiş ki:

“İşte bu şiiri bilmeyen ne top oynar, ne gitar çalar, işin özü bu kardeşim...”

***

Metin, eskisinden daha mutlu günler görmeyi ummuştu, göremediği için mutsuzdu.

Futbol dünyası onun bilgisinden birikiminden yararlanabilirdi. Akıl edemediler. İki metreden gol kaçıran futbolcuları görünce kıs kıs güler:

- Bunlar topa vururken kaleciye bakıyor, oysa ben direklerin içine bakarak vururdum, der, hiçbir genç futbolcunun gelip kendisine bir şey sormadığından yakınırdı. Umduğu hayatı bulamamıştı.

Ölümüne o yüzden “Kaza değil intihar” diyenler oldu. 

Sonsuzluğa seyahati de sır olarak kaldı...