Gıda maddelerini ucuzlatma hamlesi olarak son olarak Tarım Kredi Kooperatifi marketlerinin çoğaltılmasına karar verildi. Yaklaşık bin adet yeni market açılması üzerinde duruluyor.
Marketler aracıyı ortadan kaldırmakta etkili olabilir. Ancak sorun daha derinde, tarım ürünlerinin pahalıya mal edilmesinde. Bunun da sebebi girdilerin sürekli zam görmesi.
Bir zamanlar dünyada tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olan Türkiye neden bu duruma geldi?
1999 yılında IMF ile yapılan antlaşma bugünlerin ilk basamağıdır. Bu antlaşmayla tarımdaki tüm destekler kaldırılmış, şeker fabrikaları ve TEKEL’i özelleştirme sözü verilmişti. Peşinden 2002 yılında Dünya Bankası ile yapılan antlaşma sonucu ARIP adı verilen Tarım Reformu Uygulama Projesi karşılığında 600 milyon dolar kredi alındı. Bunun karşılığında tarım destekleri azaltıldı. Tarım sektörüne destek veren devlet kurumları; Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Devlet Üretme Çiftlikleri, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Orman Ürünleri Sanayi Kurumu, Tarım İşletmeleri Genel
Yerbilimci Prof. Şener Üşümezsoy’un “İSTANBUL DEPREMİ Nerede? Ne zaman? Kaç Şiddetinde” adlı kitabı deprem endişesi içinde yaşayanlara bilgi ve teselli veriyor.
Prof. Üşümezsoy’a göre, İstanbul’da gelecekte yaşanacak deprem birçok yerbilimcinin söylediği kadar yıkıcı olmayacaktır.
Ona göre, bugüne dek yapılan tespitlerin aksine kırılacak olan, Silivri-Çekmece arasında yer alan Kumburgaz Çukuru’ndaki 40 kilometrelik faydır.
Hocaya göre, bu fayın kırılması en çok 6.5 büyüklüğünde bir depreme yol açar. Bunun üzerinde bir deprem beklentisi gerçekçi değildir. Ancak bölgede başka bir tehlike vardır.
Beylikdüzü, Büyükçekmece, Haramidere, Avcılar gibi bölgelerde yapılar görece sağlam olmakla birlikte zemin kil taşı, çakıl taşı, kireç taşı gibi maddeler üzerine oturduğundan sağlam değildir. Ayrıca buraları yer yer heyelan bölgesidir. Özetle, riskli bölgelerdir.
Prof. Üşümezsoy, kendisinin de yaşadığı Kadıköy’ün durumuna da
Bir sanatçı dostumuz gönderdiği notta yabancı sözcüklere savaş açılmasına karşı çıkarak diyor ki:
“Diller başka dillerden alınan kelimelerle zenginleşir. Dilimizi ve hayatımıza yerleşmiş kelimeleri engelleyemeyiz.
Yoksa sen de hostes yerine “gök konuksal avrat” diyenlerden misin?”
Yabancı kelimeler gelir dile yerleşir, doğru ancak diline saygılı uluslar onları olduğu gibi almak yerine yerli köklerde karşılığını ararlar.
Dil kurumları onlara uygun karşılıklar bulur.
Ülkenin aydınları, yazarları, yayıncıları yeni sözcükleri ulusal dile yerleştirmek için çaba gösterir.
Dil böyle arınır, böyle özüne döner.
Hostes sözcüğüne gelince...
İngiliz parlamentosuna haftalar önce İşçi Partisi milletvekili tarafından “Ermeni Soykırımı”nın tanınmasına yönelik bir tasarı sunuldu.
Tasarı 10 Aralık 2021 tarihinde Avam Kamarası’nın gündeminde dâhil edilecek.
Okurumuz Serhat Bulut’un verdiği bilgiye göre, Ermeni basını, Başbakan Boris Johnson’ın bu yasa tasarısına tam destek verdiği konusunda bilgi yayıyor.
Konu bizim açımızdan hayli şaşırtıcı. Nedenine gelince...
İngiltere, Avrupa’da Ermeni soykırım tasarılarına yüz vermeyen son ülkelerden biri olarak biliniyordu.
Onur Öymen’in arşivinden şu iki görüşü nakledebiliriz...
İngiliz Devlet Bakanı Barones Ramsey of Cartvale 14 Nisan 1999 tarihinde İngiltere hükümeti adına yaptığı açıklamada “...Osmanlı İdaresinin Ermenilerin yok edilmesini kararını kanıtlayacak bir belgenin yokluğu nedeniyle İngiliz hükümetleri 1915 ve 1916’daki olayları soykırım olarak tanımamaktadır... Bizce 80 yıl önce cereyan etmiş olayların bugünkü hükümetler tarafından değerlendirilmesi uygun değildir. Zira bu olaylar hukuki ve tarihi
Dil Bayramı’nın 89. yılı kutlandı. Atatürk’ün katılımıyla 1932 yılında düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül, dil bayramıdır. Kutlandı, dedik ama... Sözün gelişidir. Çoğumuzun bu bayramdan haberi bile olmadı. Çünkü dil ile birlikte bayramı da unutulmaktadır.
Dilimiz güzeldir. Arapça ve Farsçadan arındıkça daha da güzelleşiyor. Bu dille her şeyi ifade edebileceğimizi Yaşar Kemal’den Aziz Nesin’e, Nâzım Hikmet’ten Orhan Kemal’e, Sabahattin Ali’den Sait Faik’e nice şair ve yazarımız eserleriyle ispatlamıştır.
Sözün burasında Moskova’ya uzanalım. Yıl 1960... Gazeteci Ömer Sami Coşar ve Orhan Karaveli Moskova’da Nâzım Hikmet’le birkaç gün geçirirler. Bir şiir toplantısına katılırlar. O toplantıda Nâzım şiirlerini Türkçe okur. İzleyenler çılgınca alkışlar. O akşam yemekte Orhan Karaveli Nâzım’a sorar:
- Salonda pek Türkçe bilen yoktu ama seni çılgınca alkışladılar. Ruslar sesini mi
Gazeteler haberi genellikle “Ünlü mimar öldü” diye verdiler.
Oysa Doğan Kuban bir mimardan çok daha fazlasıydı. Eşsiz bir düşünce ve kültür adamı idi. Ülkenin bugünü ve geleceği hakkında önemli tespitleri, aydınlatıcı düşünceleri vardır. Örneğin “Gelecek” adlı kitabından birkaç satır aktaralım... Der ki:
“... Çağdaş teknolojiyi kullanan fakat aklı geçmiş toplum modellerinde kalmış olan bir toplum geleceğini programlayamaz. Çünkü önceliklerin neler olduğuna karar veremez. Bu öncelikleri tarih saptamaz. Çağdaş dünyanın dört bir yanından gelen sayısız dinamikler saptar...”
“... Türkiye’nin bugünkü durumu bir Osmanlı mirasıdır. Bunun kökeninde geçmişte bilimsel bilginin üretilememesi gelmektedir.”
“... Osmanlılar resmi, heykeli, perspektifi, bilimi ve dünyayı merak etmediler, astrolojiden (falcılıktan) astronomiye bir türlü geçemediler.”
“... Osmanlı Anadolu’da okuma yazma bilmeyen bir toplum bıraktı, ne fabrikası
İklim krizinin ağır sonuçlarını bu yıl daha yakından görmeye başladık.
Almanya’yı seller götürdü. Akdeniz’de yangınlar patlak verdi. Sinop, Bartın, Kastamonu illerini sel aldı.
Öte yanda göller kuruyor. Van, Beyşehir, Akşehir, Muğla göllerinde suların korkutucu ölçüde çekildiği haber veriliyor.
Belli ki önümüzdeki yıllarda çok daha ağır felaketler kapımızı çalacak. Sellere, fırtınalara, doğa olaylarına ek olarak ağır bir susuzluk, kuraklık, gıda krizi, pahalılık fırtınası yaşayacağız. Peki, bu yaklaşan fırtınaya karşı alınan yeterli önlem var mı?
Doğrusu biz görmüyoruz.
Dünya çapında iklim krizinin getireceği sorunlara karşı önlemler alınıyor.
Örneğin havayı suya dönüştüren cihazlar üzerinde çalışmalar yapılıyor. Bilim adamları topraksız alanda ya da tuzlu suda yetişen ürünler üzerinde çalışıyorlar. Yangın söndürmede yeni ve daha etkili teknolojiler üzerinde duruluyor. Türkiye’de uzmanlar bazı önerilerde bulundu. Nehirlerin denize akan sularının biriktirileceği
İstanbul’un Anadolu yakasında E-5 yolundan Boğaz Köprüsü’ne giderken başınızı kaldırınca Küçük Çamlıca tepesini görürsünüz. O tepede şimdi bir inşaat furyası gözümüze çarpıyor. Yan yana, dip dibe 5-6 kat yüksekliğinde konutlar sıralanıyor tepede.
Biz Çamlıcalıyız. Hem büyük hem küçük Çamlıca’ya piknik yapmaya giderdik çocukluğumuzda. Yemyeşil iki tepe, Büyük Çamlıca ve Küçük Çamlıca İstanbul’un Anadolu yakasının silüetini oluştururdu.
Bölge sit alanıydı, konut yoktu. 1983 yılında Özal hükümetinin yaptığı imar kanunu sonucu tepede turistik yapılara izin verildi. ANAP’ın İstanbul İl Başkanı Eymen Topbaş’ın yakınları tepeye turizm ruhsatıyla iki katlı villalar yaptı. Çok eleştirdik. Sonuç alamadık. Baskınlarda ev sahipleri “Burası turizm tesisi” deyip kurtuluyorlardı. Yalan parayla değil ya...
Villalar bitince içine girip oturdular. Bir süre sonra araziye başka konutlar yapıldı, sayı çoğaldı. Sonradan ara