Entel kalemlerden biri 10 Kasım fırsatını değerlendirmiş, Atatürk’ün konuşma ve uygulamalarında birbiriyle çelişen veya hatalı bulduğu tarafları sayıp dökmüş.
Atatürk’ün farklı zamanlarda farklı görüşler sergilediği doğrudur. Ancak herkes bilir ki düşüncelerini ortamın uygunluğuna göre adım adım açıklamıştır.
Her lider gibi amacına varabilmek için zamana ve zemine göre hareket etmiştir. Sonuçta vardığı yer neresidir:
Laik Cumhuriyet. Saltanattan alınıp halka verilmiş irade. Modern bir toplum. Bağımsız bir ülke. Özgür bir halk.
Bugün geriye baktığımızda hatalı görülen davranışlarına gelince...
Elbet hata yapmıştır.
Ancak hangi hataları yaptığını, nelerin hata olduğunu bugünden geriye bakarak değerlendiremezsiniz.
Hataları değerlendirmek için o günün koşullarına topluca bakmak... Hangi zorunlukların ağır bastığını görmek gerekir.
Her zaman akılda tutulması gereken bir tarih sahnesidir bu olay.
19 Mayıs 1919’a doğru... Alemdar gazetesi yazarlarından Refi Cevat Ulunay, Mustafa Kemal ile Şişli’deki evinde röportaj yapmaktadır. Atatürk, röportaj sonunda kayda geçmemesi şartıyla Ulunay’a milli direnişin gerekliliğinden söz etmiştir. Ulunay sorar:
- Paşam milli direniş... Güzel ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla, hangi parayla? Maalesef paşam, kupkuru bir çölden ibaret oldu bu güzel vatanımız.
Mustafa Kemal başını sallar:
- Öyle görünür Cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak lazımdır. Çöl sanılan bu âlemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat sağlanırsa vatan da, millet de kurtulur.
Gazeteye dönüşte yaptığı röportajda konuştuklarını arkadaşlarına anlatan Refi Cevat, o zamana kadar “deli” diye nitelediği Atatürk’le ilgili kanısını şöyle ifade eder:
- Bu... deli değil, zırdeliymiş.
Yıllar sonra
İnsan dünyaya neden gelir, neden bir ömür boyu yaşar?
Herkesin kendine göre bir hayat felsefesi ve inancı vardır.
Yarın, aramızdan ayrılışının 83. yılında saygı ve özlemle anacağımız Mustafa Kemal Atatürk 1937 yılında Romanya Dışişleri Bakanı Antonescu ile görüşmesinde yaşamın anlamını bakınız nasıl anlatıyor:
“Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu ‘Mademki hiçiz, sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve saadete yer bulunmaz’ diyorlardı.
Başka kitaplar okudum, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki,
‘Mademki sonu nasıl olsa sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve şatır olalım.’
Ben kendi karakterim itibariyle ikinci hayat telakkisini tercih ediyorum, fakat şu kayıtlar içinde:
Herhangi bir şahsın yaşadıkça memnun ve mesut olması için lazım gelen şey, kendisini değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır.
Bizim nesil 80 yaş çıtasını ya aştı ya aşmak üzere.
Kimi dostlar artık demir alıyor zamandan. Kimileri umut ve gayretle asılıyor hayata.
Gençler günün birinde 80 yaşını göreceğini pek düşünmez.
Gençliğin penceresinden bakınca hem uzak hem yolun sonu gibi görünür 80’li yaşlar.
Oysa uzaktan göründüğü gibi değildir hiçbir şey.
Zaman çabuk geçer.
80 yaş bir başka dünya getirip insanın önüne koyuyor.
İnan Durak Taş
PKK kurucularından Duran Kalkan, Barzani’nin yayın organı Rudaw’ın aktardığına göre şöyle konuşmuş geçenlerde:
“Ateşkes ilan etmek için Avrupa’da yasal açıklama zemini bulamadık. Ateşkes ilan etmeyecek, savaşı sürdüreceksiniz diye bize defalarca dayatmalarda bulunuldu. Bu dayatma açık oldu, gizli oldu, sözle oldu, fiiliyatla oldu. Ama bize dayatılan çatışmaydı, çözümsüzlüktü. Biz hiçbir devletten çözüm dayatması, çözüm programı, çözüm projesi görmedik, tam tersine, bizimle ilişki kurdular, düşüncemizi, siyasetimizi, niyetimizi öğrendiler. Eğer niyetimiz çözümden yanaysa, ateşkesten yanaysa, onu boşa çıkarmak için saldırılarda bulundular.”
Bu sözlerden, çıkan sonuçlar:
1) Demek ki Kürt halkı adına silaha sarıldığını söyleyen PKK’nın asıl patronu, iddia ettikleri gibi Kürt halkı değilmiş, Avrupa’ymış.
2) Çözümü, asıl muhatabı olması gereken Türkiye dururken her nedense! Avrupa’da
Mustafa Kemal 1 Mart 1923 günü Millet Meclisi’nde konuşma yapmak üzere kürsüye ilerlemektedir.
O artık bir Kurtuluş Savaşı kahramanıdır.
Ülkenin tartışmasız lideridir.
Paris’te yayımlanan “Journal” gazetesinin muhabiri Pierre Benoit, o anı gazetesinde anlatırken bakınız ne demektedir:
“Mustafa Kemal kürsüye çıkıyor. İlk gözlemim, salona girişte ne kimse ayağa kalktı, ne kimse alkışladı. Burada bütün yetkileri şahsında toplayan bu kişi bizdeki Meclis ya da Senato başkanlarından daha az şatafatla içeri girdi.”
***
Bu Meclis 1920’de kurulan ve 23 Nisan’da açılışı yapılan ilk Meclis’tir. Milletvekilleri her ilden müdafaa-i hukuk cemiyetleri tarafından seçilmiştir. Atatürk’ün seçilmelerinde etkisi ve katkısı yoktur.
***
Cumhuriyet’in 98’inci yılını Anıtkabir ziyaretleriyle, fener alaylarıyla, geçit törenleriyle, konserlerle kutluyoruz. Sosyal medyada birbirinden renkli kutlama mesajları yayımlanıyor. Bütün dijital hünerlerimizi sergiliyoruz.
Ulusal bayramları senede bir gün böyle coşkuyla kutluyoruz.
Geri kalan 364 günde ise karmaşık gündemimize devam ediyoruz.
Ne demişti Atatürk:
“Cumhuriyet’i bizler kurduk, sizler yaşatacaksınız.”
Cumhuriyet’i yaşatmak zorundayız. Buna mecburuz.
Çağdaş yarışta diğer toplumlardan geri kalmayan bir toplum, laiklik ve demokrasiyi dirençle savunan bir ulus, bilimi ve sanatı hayatın en önüne yerleştirmiş bir anlayış, barışı ve insan haklarını hayatın temeline yerleştirmiş bir ülke.
Cumhuriyeti kuranlar böyle bir Türkiye hayal ediyordu.
İstanbul gece yarısı top atışlarıyla sarsılır. Halk şaşkındır. Ne var, ne oluyor diye yataktan fırlayanlar, olup biteni daha sonra öğrenir. Cumhuriyet ilan edilmiştir.
Peki, neden gece yarısı derseniz... Çünkü Cumhuriyet ilanının top atışlarıyla kutlama emri İstanbul’a geç ulaşmış, hazırlıklar gece yarısını bulmuş, toplar ancak patlamıştır.
İstanbul bir günde saltanattan Cumhuriyet’e böyle geçmiştir.
Cumhuriyet tek bir adamın projesidir. Kurtuluş Savaşı onun önderliğinde verilmiş, Meclis onun önderliğinde kurulmuş, ülkeyi çağa taşıyan devrimler onun önderliğinde gerçekleşmiş, dünya ekonomik krizini ülke onun önderliğinde aşmış, devrimler onun önderliğinde yapılmış, Türkiye onun önderliğinde onurlu bir Cumhuriyet olarak dünya milletleri arasında yerini almıştır.
Halk Cumhuriyet’i benimsemiş, her türlü fedakârlığa katlanmış... Cumhuriyet milletin gayretli omuzları üzerinde yükselmiş... “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şiarı ulusun kaderine silinmez mürekkeple yazılmıştır.
Bütün bu serüvenin