İngiltere’de yer yerinden oynuyor. Gazetelerde televizyonda varsa yoksa Emma Raducanu. 18 yaşında ilk kez katıldığı Amerika Açık’ı kazanabilmiş bir sporcunun başarısı her zaman haber konusu ama Raducanu görünen o ki fazlasını başarmış durumda.
Yaz başında Wimbledon’da üst üste kazandığı maçlarla gündeme gelen Raducanu o sırada dünya sıralamasında 300’lerdeydi. Hayli iyi gittiği bir karşılaşmada nefes alma güçlüğü nedeniyle maçı bırakmıştı. Pek çok yorumcu (buna John McEnroe da dâhil) “Küçücük kıza çok yüklendiniz bu yükü kaldırmadı, psikolojisi henüz güçlü değil” yorumunu yaptı ve bu yorumlar o dönem çok tepki topladı. Genç bir kadın sporcuya “küçük kız” diyerek çocuk muamelesi yapan orta yaşlı erkekler, toplumun bir bölümünü ciddi rahatsız etmişti. Konu bu noktada tenisten farklı bir boyut kazandı.
İngilizler pek çok nedenden Emma Raducanu’yu yere göğe koyamadılar ve sahiplendiler. İngiltere, aynı futbol
Müzik sahnesi hayli hareketli bir döneme girdi. Sadece bütün hızıyla devam eden konserlerden söz etmiyorum. Adet olduğu üzere her hafta cuma günleri yayınlanan yeni müziklerden söz ediyorum. Açıkçası cumaları iple çekiyorum artık çünkü gerçekten çok ilham verici, heyecan verici işlerle karışılaşıyoruz her hafta. Pandemi sonrası tahmin ettiğim bir tür ‘yeni dalga’ya sahne oluyor. Türkçe hip hop iyiden iyiye çeşitlenip farklı türlerle iş birliği içinde zenginleşirken, elektronikte de hareketlenmeler var. Önümüzdeki bir-iki yılda yeni nesil bir rock müziğin yükseleceğinin işaretlerini şimdiden alıyorum. Post-pandemi döneminin yıldızı rap ile birlikte rock olabilir.
Universal sanatçısı Su Sonia bu hafta “Paraşüt” adlı yeni şarkısını yayınladı. Ağustos’ta yayınlanan “Vaat”in ardından bu henüz ikinci şarkısı sanatçının. R&B, Türk müzik sahnesinde hip hop’ın giderek ivme kazanmasıyla dikkat çekmeye başlayan bizim için yeni ve
Moda’da alt komşum “İnsanlarla görüşmeyi kestim, bunlarla yaşıyorum” demişti bir keresinde. “Bunlar” diyerek gösterdiği, her zaman apartmanın önünde duran, bakımını üstlendiği iki sokak köpeğiydi. İnsanların kötü, hayvanların iyi olduğuna samimiyetle inanan biriydi. İnsan ilişkilerini minimumda tutmayı tercih etmişti. Hayvanlara ne kadar yakınsa, insanlara da o kadar uzaktı.
Siz de zaman zaman “İnsanlık ölmüş” diye düşünmüyor musunuz? Ya da insanlıktan ciddi ciddi umudunuzu kesmiyor musunuz? Haberlere şöyle bir göz atmak yetiyor da artıyor bu noktaya gelmek için.
Ama işte farklı bakış açıları var. Birileri de “Hayır, ölmedi” diyor ve bunu kanıtlamaya çalışıyor.
“Humankind” adlı kitap 2020’de tam da insanlığın Kovid dolayısıyla evlere kapandığı, hayatın durduğu, dünyaya büyük bir endişenin hakim olduğu bir dönemde yayımlandı. Bir arkadaşım geçen yılbaşında “okumalısın” diye hediye ettiğinden bu yana -itiraf ediyorum- kütüphanede öylece duruyordu.
İngiltere’de kullan at bebek bezine ek vergi gelmesi gündemde. Neden mi? Kullan at bebek bezi çevre için çok zararlı da ondan. “Bebek bezine vergi olur mu?” falan diye bir şey yok yani konu çevreyse sade vatandaşın çocuğunun kakasına bile müdahale var devletten. Yıkanabilenlerden kullanılması tavsiye ediliyor. Kullan at alınmasın diye de ek vergi konacakmış.
Yani çevreye duyarlıysanız ve Twitter âlemlerinde esip gürlemek dışında samimi olarak bir şeyler yapmak niyetindeyseniz elinizi çocuğunuzun kakası bulaşacak, başka yol yok.
Bir e-mail’in karbon ayak izi 0.3 grammış. Tamam, bugün artık birbirimize mesaj yollamak için ağaç kesmiyoruz ama e-mail’in de bir karbon ayak izi var, işin aslı bu. Öyle olur olmaz ha bire bombalamak yok bundan sonra, aklınızda olsun. Gerekli olduğu kadar atın şu mail’leri. Ama ne kadar azaltırsanız azaltın işi sırf mail atmak olan milyonlarca insan ve şirket var. Onlar ne olacak? E-posta vergisi konacak mı?
“How Bad Are Bananas? The Carbon Footprint of Everything” adlı kitapta her şeyin karbon ayak izine dair detaylı
İnternete girdim ve Google’ladım. Net olarak hatırlayamadım tabii ki. 1987’de Ses Tiyatrosu’nda başlamış “Ferhangi Şeyler”.
7 Mart’ta ilk oyun oynanmış.
İlk oyunlardan birine giden şanslı gençliktenim. 17 yaşındaki bir lise öğrencisinin gözüyle gördüğüm bu oyunu uzun yıllar unutamamışımdır. O oyundaki referanslar benim için hep çok önemli olmuştur. Ferhan Şensoy’u da bir tür kahramana dönüştürmüştür benim gözümde bu oyun.
Ferhan Şensoy’u benim kuşağım ilk kez TRT’deki skeçleriyle tanıdı. “Şey Bey” diye bir karakterdi sanırım ve o zaman kadar duyup gördüğümüz diğer şeylerden çok farklıydı. Orijinaldi. Yeniydi. Keskin ve zekice bir mizahtı.
Toplum olarak o günlerin mizah ve algı seviyesinden çok çok uzağız bugün. Küsmece, darılmaca yok, bu kitlesel anlamda ciddi bir kültürel gerilemenin işaretidir bence. Bugün TRT’den bir Ferhan Şensoy çıkmaz.
Şensoy elbette ki her şeyini TRT’ye borçlu değil. Kanada’da oyunculuk
Pop müziğin gelmiş geçmiş en büyük fenomenlerinden biri ABBA. İlk kez 1974’te İsveç adına Eurovizyon’a katıldıklarında dikkat çeken, ardından bütün dünyada hızla sevilen şarkıları satış rekorları kıran, popülerliği hiç azalmayan özel bir ekip.
39 yıldır tek bir yeni şarkı yapmamalarına rağmen, konser vermemelerine rağmen, hiç ortalıkta görünmemelerine rağmen popülerler hâlâ. Kariyerinin zirvesine 1970’lerde ulaşmış bir grup olarak çoktan yok olup gitmeleri, muhtelif tarih kitaplarında yerlerini almaları gerekirdi ama öyle olmadı. ABBA ne eskidi ne de popülerliğinden kaybetti.
Üstelik yeni kuşaklar arasında da popülerliğini devam ettirdi. Halen en fazla stream edilen sanatçılar arasında ABBA da yer alıyor. Bugün stream platformlarının baş müşterisi Z kuşağı ve onlar Y kuşağı gibi babalarının dedelerinin plaklarına merak sarmış falan da değiller. Tek bildikleri telefonlarındaki stream uygulamaları. Dolayısıyla ABBA’nın (ve onlar gibi babyboomer’ların zevkini, kültürünü ve felsfesini yansıtan
Bu yazıyı bugün müze ve kütüphane olan, şair John Keats’in evinden yazıyorum. Çünkü yazabiliyorum. Ev hâlâ ayakta, hâlâ yaşayan bir mekân olarak kullanılıyor.
İngiliz Şair John Keats, 1821’de Roma’da hayatını kaybettiğinde 25 yaşındaydı. İnsanlar 200 yıl önce daha genç ölüyorlardı ve bu yüzden kısa hayatlarına çok şey sığdırmak zorundalardı. 19. yüzyılda şairseniz, sağlıklı bir yaşam gündeminizdeki en son, en önemsiz konuydu muhtemelen. Keats için de durum farklı değildi. Annesi ve ağabeyi gibi veremden öldü.
2021 şairin ölümünün 200. yılı. Bu vesileyle yılın ilk aylarından bu yana ölüm tarihi olan 23 Şubat’tan başlayarak çeşitli anma etkinlikleri gerçekleşti. Sir Bob Geldof bu anma yılının sözcüsüydü. Keats’in şiirini “seksi bir müziğe” benzettiğini ifade etmiş bir konuşmasında. Geçen hafta Londra’ya sonbaharın ufaktan gelmesiyle paralel Keats’in sonbahar şiirleri ele alınıyordu bir yazıda. Onun bu şiirleri yazdığı yerleri
The Rolling Stones, 20. yüzyılın büyük grupları arasında “firesiz” yoluna devam eden tek ekipti. The Beatles’ın iki üyesi, Led Zeppelin’in bir üyesi, Pink Floyd’un iki üyesi bugün hayatta değil. Şimdi The Rolling Stones da, davulcusu Charlie Watts’ın geçen hafta hayata veda etmesiyle bu ekipler arasında kaçınılmaz olarak yerini aldı. İşin aslı dörtlünün belki de en sağlıklı yaşayan en mütevazı üyesiydi Watts. Kimse sorsanız Keith Richards’ı işaret ederdi ama işte ecel bu. Richards, 2017’de basçı Ronnie Wood’a kanser teşhisi konunca “Artık ben de sağlıklı yaşamaya karar verdim. İçkiyi sigarayı azaltıyorum” diye açıklama yapmıştı. 73 yaşındaydı.
Çocuk kitabı da yazmıştı
Davulcu Charlie Watts, rock âleminde devamlı davula vurarak egosunu öne çıkarmaya çalışmadan büyük bir grupta hakkıyla işini yapan ender düzgün müzisyenlerdendi. Caza meraklıydı. 60 yıl boyunca, yani 80 yıllık ömrünün neredeyse tamamında, The Rolling Stones’un, yani dünyanın