İngiltere’de yer yerinden oynuyor. Gazetelerde televizyonda varsa yoksa Emma Raducanu. 18 yaşında ilk kez katıldığı Amerika Açık’ı kazanabilmiş bir sporcunun başarısı her zaman haber konusu ama Raducanu görünen o ki fazlasını başarmış durumda.
Yaz başında Wimbledon’da üst üste kazandığı maçlarla gündeme gelen Raducanu o sırada dünya sıralamasında 300’lerdeydi. Hayli iyi gittiği bir karşılaşmada nefes alma güçlüğü nedeniyle maçı bırakmıştı. Pek çok yorumcu (buna John McEnroe da dâhil) “Küçücük kıza çok yüklendiniz bu yükü kaldırmadı, psikolojisi henüz güçlü değil” yorumunu yaptı ve bu yorumlar o dönem çok tepki topladı. Genç bir kadın sporcuya “küçük kız” diyerek çocuk muamelesi yapan orta yaşlı erkekler, toplumun bir bölümünü ciddi rahatsız etmişti. Konu bu noktada tenisten farklı bir boyut kazandı.
İngilizler pek çok nedenden Emma Raducanu’yu yere göğe koyamadılar ve sahiplendiler. İngiltere, aynı futbol gibi tenisin de evi. Ancak İngiliz tenisçiler, özellikle kadın tenisçiler son yıllarda büyük başarılar elde edemediler. Bu yüzden kamuoyu için Raducanu’nun tenisteki başarısı milli bir mesele ve ülke çapında aynı bizim Kadın Voleybol Milli Takımı’mızı desteklememize, sahiplenmemize ve onlarla gururlanmamıza benzeyen inanılmaz bir coşku yaşanıyor.
Raducanu’nun Amerika Açık performansı merakla bekleniyordu. 44 yıldır hiçbir İngiliz sporcunun kazanamadığı bir turnuvayı 18 yaşında genç bir göçmen sporcunun, psikolojisi yetersiz eleştirilerine rağmen kazanmış olması (Emma’nın hayatında katıldığı ikinci Grand Slam bu) büyük yankı buldu. Göçmen olması, özellikle Afganistan’dan dünyaya yayılan göçmen dalgasının gündemde olduğu günlerde öne çıkan bir konu halinde geldi. Raducanu, Çinli bir anne ve Romen bir babadan Kanada’da dünyaya gelmiş. Aile, o iki yaşındayken İngiltere’ye göç etmiş. Emma okula burada gitmiş. Sporlara olan kabiliyeti beş yaşında tenise başladığında ortaya çıkmış.
Raducanu’nun başarısı göçmenlerin ülkeye kattığı zenginliğin son örneği olarak ifade ediliyor. Londra Belediye Başkanı, Müslüman ve göçmen bir ailenin çocuğu olan Sadiq Khan’ın Twitter’daki hesabının tepesinde “Londra, dünyanın her köşesinden, farklı arka planlara sahip insanlar tarafından kurulmuş bir şehirdir. Biz her zaman ihtiyacı olanlara kucak açmakla gurur duyuyoruz” tweet’i yer alıyor. Khan, Raducanu’nun başarısını da “Bu bir Londra hikâyesidir. Biz burada farklılıkları kucaklıyoruz. Çok çalışırsanız ve yardım alırsanız her şeyi başarabilirsiniz” sözleriyle kutladı.
Göçmenler meselesi 21. Yüzyıl’ın en önemli konularından biri. Bütün dünyanın gündeminde olan ama Türkiye’nin tam göbeğinde olduğu halde hâlâ bir çözüm, strateji, vizyon geliştiremediği, günlük politikalarla geçiştirdiği bir mesele.
İngiltere’de de aynı Türkiye’deki gibi iki saf var: “Göçmenlere kucak açalım, farklılıklarla toplumumuz güçlensin” diyenler -ki onların sesi Raducanu sayesinde daha gür çıkıyor şu günlerde- ve “Buraya gelmeyin. İşimizden, ekmeğimizden olmak istemiyoruz” diyenler.
Bir yandan Afgan göçmenler için yardım fonları organize edilip, kampanyalar düzenleniyor, bir yandan da muhafazakârlar (İçişleri Bakanı Priti Patel) ülkeye deniz yoluyla gelen göçmenleri geldikleri yere, yani Fransa’ya geri göndermekten bahsediyor.
İşin enteresan tarafı, Patel de bir göçmen. Eski İçişleri Bakanı Sajid Javid de öyleydi. Şu an Sağlık Bakanı olan Javid’in babası 1970 yılında gemiyle Londra’ya gelmiş bir terzi. Hazine’den sorumlu, ülkenin maliyesinin başındaki kişi Rishi Sunak göçmen bir ailenin çocuğu.
Londra, her kültürden insanı barındıran, rengârenk, çok kültürlü, cıvıl cıvıl, harika bir yer ve ben kendi ülkemin de böyle rengârenk, cıvıl cıvıl, çok kültürlü, çok renkli bir yer olmasını çok istiyorum gelecekte. “Nasıl olacak o iş, ya şöyle olursa ya böyle olursa?” diye merak edenlere, işte Londra demek isterim. Türkiye’yi yönetenler göçmen politikasını salt “Geri göndereceğiz” indirgemeciliği üzerine kurmamalı. Acilen gerçekçi bir göçmen stratejisine ve vizyonuna ihtiyacımız var.