Sonbahar moduna girmeye hazır olanlara bu hafta yayınlanan şarkılardan öneriler. Drill, trap gibi büyük bir hızla yayılıyor. 2022’de kerli ferli popçularımızın drill olayına girdiğini görürsem şaşırmayacağım
Son dönemde dinleyip ben bunu bir yerde yazarım diye yeşil kapaklı deftere not ettiğim isimler, şarkılar var. Bu hafta onlardan bahsedeyim. Yeşil kapaklı defterimi çok seviyorum. Ne küçük, ne de büyük. Yeşil kapaklı olmasının herhangi bir anlamı yok tamamen tesadüfen yeşil işte. Kırmızı ya da siyah da olabilirdi. Genelde defterlerim siyah. Bu yeşil olanı evde bir çekmecede buldum.
Tam olması gereken büyüklükte, satırları yok, üzerinde ajanda falan da yok. Bize neden anlatıyorsun bu detayları diyorsunuz. Ben de bilmiyorum.
Bomboş tertemiz sayfalardan oluşuyor bu defter. Bu, benim en sevdiğim format. Ama Leyla’nın da en sevdiği format. Kendi kocaman sayfalı resim defteri yerine gelip illa benim not defterimden sayfalar koparıp üzerine resim çiziyor. O yüzden bazen not aldığım şeyler kayboluyor ya da üzerlerine “unicorn”, kalp,
Sunday Times’ın “Culture” ekindeki kitap eleştirilerine düzenli bakıyorum. Müziği değil ama kitapları takip etmek için güzel bir kaynak.
Guardian’ın her daim iç karartıcı başlık çekme alışkanlığı Times’çılarda pek yok. Bu bile bir neden.
Financial Times’ın hafta sonu ekini okurken, sana business class uçtuğun bir seyahatte konforlu birinci sınıf bir lounge’unda yediğin önünde yemediğin arkanda kendini önemli zanneden tipler gibi hissettirirler. “Ne kadar da zengin ve ne kadar da faydalıyız. Dünyanın bize ihtiyacı var.” Hadi ya? Adeta içimiz rahatlar. Zenginin vicdanını pohpohlayan gazetedir FT. Zengin olmasam da buna ihtiyacım oluyor bazen ama itiraf ediyorum.
Guardian emekçinin, entelektüelin, vicdanlı, bilinçli, muhalif orta sınıfın gazetesi. Ama başlıkları okursan bir süre sonra dişlerini sıkarken buluyorsun kendini. Umutsuzluk, hep kötü haber, hep felaket tellallığı, her zaman sıkıntı, bardağın yarısı hep boş. Tamam, işin bu yanını da görelim ama bazen “Yok, ben bu hafta almayayım, keyfimi bozmaya niyetim
Adele albümüyle ilgili neredeyse her şeyi biliyorken Ajda Pekkan albümünün arka planını pek bilemiyoruz. Çünkü düzgün bir iletişimcilik 2021 itibarıyla maalesef hâlâ mümkün değil Türkiye’de...
Ayda en az bir kez internete yeni bir şarkı koymayan müzisyenin kariyerine devam etmesi mucizelere bağlı. Ayda iki kabul edilebilir. Haftada bir hem zor, hem de bıktırıcı. Ama bunu yapanlar var. Her hafta yeni şarkı. Kalite konusuna girmeyeyim. Çünkü kalite öncelikli konu değil. Öncelikli olan, sosyal medyadan üzerimize boşalan şekil şekil fotoğraf, video, anlamlı cümle, atarlı saptama, “anlayana” çemkirmeleri ve elbette mizah ve zekâ şovlar arasında (çünkü hepimiz çok zeki ve komiğiz) unutulmamak, fark edilmek.
Çok değil 10 yıl kadar önce, iki yılda üç yılda bir albüm yayınlayan ve bunu izleyen turnenin ardından içlerine kapanan grupların ve sanatçıların dünyasında yaşıyorduk.
Evde oturup düşüneyim, biraz kafamı dağıtayım, iç yolculuklara çıkayım
Televizyonu bıraktım. Yıllar önce sigarayı bıraktım, bu kadar eziyet çekmedim. İlk günler çok zor. İnanılmaz bir yoksunluk hissi. Akşam Leyla dersini çalışıp, oyunlarını oynayıp, başucuna bıraktığım kitapla güzel rüyalara dalar dalmaz salondaki üçlü koltuğa yayılıp aç televizyonu. Oh bir rahatlık, bir ferahlık,
bir uyuşma.
Babanın akşamcılığı işte budur. Rakı sofrası değil, üçlü koltuk.
Bilgisayar, telefon, bir iki kitap ve dergi hep etrafımda ama televizyon da illa açık olacak. -Ne seyrediyorsun? -Hiç. En sevdiğim yanıt. Ve en dürüstü. Çünkü neticede hiçbir şey seyretmiyorum.
İtiraf ediyorum, bazen seyrediyorum. Derin derin izlediğim, kafayı taktığım diziler var.
“Binge watching” denen, soluksuz, bir oturuşta sonuna kadar izlemek en sevdiğim şeylerden biri aslında. Dört beş bölümlük “limited series” “mini series” sınıfına girenler en sevdiklerim.
Zaten artık gerçek sinemanın ince işçiliğinin “mini series” yani mini dizi formatına doğru kaydığını
İngiltere’de şu ara sıkıntısı, eksikliği hissedilen tek şey benzin değil. Aç parantez, pazar sabahı saat 7’de kuyruğa girmeden benzin almayı başardım diye ben bir sevin bir sevin. Ne pazar sendromu kaldı, ne başka dert, tasa. İnsan sahip olduğunu kaybedip bulmalı demek ki ara sıra. Nasreddin Hoca büyük adammış. Kapa parantez.
İngiltere’de şu ara benzin kadar hissedilmese de internette de sıkıntı var. İnternet genel anlamda yavaşladı ve servis sağlayıcılar isyanda. Çünkü pandeminin başından itibaren Birleşik Krallık tarihinin en yoğun internet kullanımı gerçekleşmiş.
Evden çalışanlar, evde sıkılanlar, eve kapananlar internete yüklendi bunu biliyoruz. Ama hayat normale döndükten sonra da kimsenin evden çıktığı yok. İnternetteki yoğunluk azalmamış.
Bunun yanı sıra Amazon’un Premier League maçlarını canlı stream etmesi, mesela BBC iPLayer’ın bütün kanalları yüksek çözünürlükte canlı stream ettiriyor olması (aynı şekilde Channel 4 ve ITV’yi de düşünün) internetteki aşırı yüklenmeyi elbette rahatlatmıyor. Aksine, şu
Bugün global çapta stream rekorları kıran Latin sanatçılar dahi “çok popüler yerel sanatçı”dan öteye geçemiyorlar çoğu zaman. Hele ki bir Türk’ün bunu becerebilmesi çok büyük mesele. O yüzden Aleyna Tilki’nin çok zor bir yola çıktığını görebiliyorum
Aleyna Tilki’nin global müzik piyasasına açılma çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor, anladığım kadarıyla. Bu hafta Aleyna “Turkish Delight” adlı uçağın altında dans ederken görülüyor. Amerikalı DJ ve prodüktör Dillon Francis’in yeni albümü “Happy Machine”’in çıkış şarkısı olarak belirlendi Aleyna Tilki’nin söylediği “Real Love”. Şarkı videoyla geldi. Ben yazımı yazarken Youtube prömiyeri yapılıyordu. Stream hızı hiç fena değil. Başarılı olabilir. Aleyna Tilki şarkı icra ederken kullandığı İngilizce’sini çok geliştirdi. Aksan neredeyse hiç hissedilmiyor. Uluslararası piyasalara adım atmanın en önemli ikinci kuralı bu. Birincisi
İngiliz İşçi Partisi’nin 2019 tarihli manifestosunda küçük bir detay vardı. “Haftada dört gün çalışılacak” deniyordu bu detayda. Manifesto o zaman yerden yere vuruldu. Elbette muhafazakârların hoşuna gidecek bir şey değil. Haftada bir gün az çalışmak ne demek. Ya patronlar zarar ederse…
Herkesin isyan ettiği, açıkçası toplumda da çok fazla karşılık bulmayan ve tartışılmayan bu ütopik öneri hemen rafa kaldırıldı. Ancak 2020’de dünyayı vuran pandemi, konuyu yeniden gündeme getirdi işte bir şekilde. Üstelik sadece İngiltere’de değil, Avrupa’da da toplam dört iş günlük çalışma haftası tartışılıyor.
İnsanlar pandemi döneminde a) işsiz kaldılar, b) ilelebet evden çalışmaya mahkûm oldular c) hastalığa rağmen işlerine aynen devam etmek zorunda kaldılar.
Araştırmalara göre, b grubu hayli fazla dünyada ve bir şekilde bu b grubu, başlarda evdeki çocuk gürültüsünden, kurumaya asılmış çamaşırlar arasında video call yapmaktan sızlansa da artık alıştı ve işe ofise
Doğu Londra’nın en eski ve en güzel sinema salonlarından biri Mile End’de Stepney Green metro durağına yakın Genesis sineması. Buradaki ilk salon 1885’te Paragon Theatre adıyla açılmış. Müzikallerin sergilendiği, dev şovların sahnelendiği 2000 kişilik salon 1938’de yıkılıp yerine Empire Cinema yapılmış. Yıllar içinde sahip değiştirerek Cannon ve Coronet isimlerini alan sinema salonu 1999’dan bugüne Genesis adını taşıyor.
Bugün art-deco tarzındaki fasadı hâlâ yerinde. İçindeki büyük salon küçük salonlara bölünmüş durumda. Halen vizyon filmlerinin de gösterime girdiği bir sanat sineması görünümünde. Buraya ne zamandır gelmek, görmek istiyordum, Bond fırsat oldu.
Pandemiden dolayı vizyona girmesi bir yıl kadar geciken “Ölmek İçin Zaman Yok / No Time To Die” sinema salonlarının geleceğine dair umutsuz havayı dağıtmış görünüyor. Hem gazetelerde okuduğum gişe rakamları hem de gördüğüm kalabalık iyiye işaret.
Genesis’in asma üst katına çıkınca sol tarafta güzel