Sunday Times’ın “Culture” ekindeki kitap eleştirilerine düzenli bakıyorum. Müziği değil ama kitapları takip etmek için güzel bir kaynak.
Guardian’ın her daim iç karartıcı başlık çekme alışkanlığı Times’çılarda pek yok. Bu bile bir neden.
Financial Times’ın hafta sonu ekini okurken, sana business class uçtuğun bir seyahatte konforlu birinci sınıf bir lounge’unda yediğin önünde yemediğin arkanda kendini önemli zanneden tipler gibi hissettirirler. “Ne kadar da zengin ve ne kadar da faydalıyız. Dünyanın bize ihtiyacı var.” Hadi ya? Adeta içimiz rahatlar. Zenginin vicdanını pohpohlayan gazetedir FT. Zengin olmasam da buna ihtiyacım oluyor bazen ama itiraf ediyorum.
Guardian emekçinin, entelektüelin, vicdanlı, bilinçli, muhalif orta sınıfın gazetesi. Ama başlıkları okursan bir süre sonra dişlerini sıkarken buluyorsun kendini. Umutsuzluk, hep kötü haber, hep felaket tellallığı, her zaman sıkıntı, bardağın yarısı hep boş. Tamam, işin bu yanını da görelim ama bazen “Yok, ben bu hafta almayayım, keyfimi bozmaya niyetim yok” diyorsun. Ben diyorum.
Times ise orta yolcu. Çokça iktidarcı, ana akımcı, tamam biliyoruz ona göre okuyoruz, ama lay lay lom taraflarını seviyorum ben. Daha az ciddi. Mizahı daha iyi. Daha az “siyaseten doğrucu”. Daha az stresli. Ve hafta sonu ekleri her zaman çok güçlü olmasa da daha renkli. Kitapları buradan okumak bana zevkli geliyor.
Neyse, sadede geleyim. Normalde bir, bilemedin iki sütun ayırılan kitaplarla dolu haftanın yenilerini anlatan sayfaları karıştırırken bir tam sayfa ayırılan kitabı görünce ilgilendim. “The Ottomans-Khans, Ceasers and Caliphs” (Osmanlılar-Hanlar, Sezarlar ve Halifeler) adlı kitabın eleştirisi kocaman bir Kanuni portresiyle verilmiş.
Yazar Marc David Baer özetle diyor ki “Osmanlı dediğimiz şey, Asyalı olduğu kadar belki de daha fazla Avrupalı bir imparatorluktur. Bu adamlar, beğen beğenme, 800 yıl büyük coğrafyaları yönettiler. Hep yanı başımızda, hatta içimizdelerdi. Osmanlıların tarihine ‘biz-onlar’ diye bakılmaz. Osmanlı tarihi Avrupa tarihidir. Avrupa tarihini anlamak isteyen biri Osmanlı tarihini anlamak zorundadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bürokrasisinde yüksek pozisyonlarda yer almış, önemli görevlere gelmiş bir sürü insan Avrupalıdır. Ordusu da buna dâhildir. Osmanlı İmparatorluğu bir sürü imparatorluk gibi tanım gereği çok inançlı, çok kültürlü ve ırklıdır. Yani genellemeler yaparken dikkat etmek gerekir.”
İyi güzel ama sonra kendisi genelleyip, “Osmanlı’nın toleransı Avrupa’ya örnek olmuştur” deyince eleştiriyi kaleme alan Christopher Hart fena girişmiş. “O kadar da basit değil. Yenilikçi hareketler gayet sert bastırılırdı, ama kabul ediyorum enteresan kitap” demeye getirmiş (benim özetimle). Bu tolerans meselesi uzun, biraz baktım Baer’in önceki çalışmalarında da savunduğu bir husus bu. Tolerans lafı, bir Türk olarak ve özellikle son 15-20 yılı bilen, yaşamış bir Türk olarak benim tüylerimi diken diken ediyor. Birisi çatalı tabağa dibine kadar sürtüyormuş gibi bir his yaratıyor tolerans bende. “Sağ olun, ben almayayım. Biz aldık da geldik, biraz da siz buyurun Osmanlı toleransından” diyesim var kitabın yazarına.
Öte yandan, bana ilginç gelen, kitabın büyük yer bulmuş olması. Osmanlı’da Batı ve Batılılaşmayla ilgili bir sürü şey biliyorum; hayatımız zaten Batı meselesini kurcalamak, yazmak, yaşamakla geçiyor. Ama Batı’daki Osmanlı imajı hakkında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Egzotik hamam muhabbetleri, Türk lokumu, Sultan’ın haremi gibi hafifliklerden başka sıradan bir Avrupalı ya da İngiliz, Osmanlı ve devamındaki Türkiye için ne biliyor, ne düşünüyor habersizim. Bu alandaki çalışmaları okumaya karar verdim (evet, yıl 2021 ve şimdi karar verdim ama olsun).
Kişisel deneyimime dayanarak şunu söyleyebilirim: Yeni nesil bunları pek umursamıyor, bilmiyor ve genel olarak hiç ilgilenmiyor. İşin makarasındalar. Eskiler, 5060 ve üzeri yaştakilerse ciddi ciddi kültürlerin savaşından, tarihsel çatışmalardan falan söz ediyorlar.
Neyse, bu tarih meselesi bitmez. Her dönemde de işe geldiği gibi yeniden yazılır. Hiç bilmesem de bunu biliyorum en azından.