Televizyonsuz geçen bir haftanın ardından

3 Ekim 2010

Bilgisayar ve 24 saat kesintisiz internet varken televizyona ihtiyacımız var mı gerçekten? Ben geçen hafta bu sorunun yanıtını aradım

Bir an gelir, hayatınızda olmasını kanıksadığınız bir şey batmaya başlar. Televizyon bana batmaya başladı. Çünkü ben bir televizyon bağımlısıyım. Günlük televizyon ihtiyacım minimum altı-yedi saat. Hafta sonları sınırı zorluyor, iki katına bile çıkabiliyorum.
Dünya ortalaması bu yıl günde ortalama 3 saat 12 dakika. Rastgele bir tartışma programını izlesem zaten kainat rekorunu kırıyorum. Kuzey Amerika ortalaması 4 saat 49 dakika. Bir Türk dizisinin bir bölümü o kadar sürüyor. Ortadoğu ortalaması
4 saat 34 dakika. Topu topu bir kaplanlı, bir binalı-kuleli iki belgesel, üzeri bir bölüm
“Fringe” eder.
İster belgesel seyret, ister magazin, ister haber, neticede televizyon seyrediyorsun ve

Yazının Devamı

Şarkıcının dazlak ve pis sakallısı mı makbul?

2 Ekim 2010

Cool imajlar bulma konusunda tasarımcılar ve imaj danışmanları daha fazla çalışmalı galiba. Çünkü ceketli dazlak ve pis sakallı sanatçı kotası dolmuş olabilir

Popçu Berkay’ın “Ele İnat” isimli albümünü görünce yeni bir Soner Sarıkabadayı çıkmış diye düşündüm. Uzun uzun baktım, pis sakalını ve dazlak kafasını dikkatle inceledim. Hık demiş, Soner Sarıkabadayı’nın burnundan düşmüştü. Tam o anda beynimde bir şimşek çaktı. Bu sakallar... Bu dazlak kafa...
Derhal çekmecemi açtım,
bir süre karıştırdıktan sonra üç CD daha çıkardım gün ışığına.
İlki Bedük. Aynı dazlak kafa. Aynı pis sakal. Bedük farklı olarak daha cool bir imaj yaratmak için gözlük de kullanmış.
İkincisi Gripin. Özellikle de “pis sakallı dazlak adam” imajlı Birol Namoğlu. Aynı sert bakışlar, aynı özenle siyah kontur çekilmiş duygulu gözler, aynı fotoşoplu ortam.

Yazının Devamı

Benim Tophane’m

26 Eylül 2010

Sekiz yılım her gün orada geçti. Okulum oradaydı. Bir-iki bakkal, otopark, simit ve poğaça fırını... Hepsi buydu. Civarda çoğunlukta olan Siirt ve Bitlislilerin okey, bilardo ve kağıt oynadığı sigara dumanı içindeki izbe kahveleri saymazsak tabii...


Kimse kusura bakmasın, leş gibi bir yerdi. Sekiz yılım her gün orada geçti. Okulum oradaydı. Boş, terk edilmiş, yıkık dökük, artık eski günlerinin hayalini bile yaşatamayan hüzünlü binaların, o binaların içindeki tinerci ve şarapçıların bulunduğu yerler çoğunluktaydı. Her yerde çöp vardı. Bir-iki tuhafiyeci, bakkal, otopark, züccaciye dükkanı, simit ve poğaça fırınları... Dükkanlar bunlardı.
Civarda çoğunlukta yerleşmiş olan Siirt ve Bitlislilerin okey, bilardo ve kağıt oynadığı sigara dumanı içinde izbe kahveleri saymazsak tabii.
Lisenin son yıllarında bizim okul çevresinde bir-iki yalandan “kafe” açılmıştı. Ama buralar sadece okulu kırıp serserilik yaptığınızda kağıt falan oynamaya ve sucuklu tost yemeye gidebileceğiniz kıytırık ve pis yerlerdi. Özlenecek bir yanı yok yani.
O zaman galeri yoktu dayağı biz yiyorduk

Yazının Devamı

Korsana çare bulundu

25 Eylül 2010

Aylar önce “Müzik sektörünün kaybettiği parayı internet servis sağlayıcılar karşılamalı” diye yazdım, tepki aldım. Şimdi aynısını U2’nun 30 yıllık menajeri, müzik sektörü duayeni Paul McGuiness söylüyor


Bugün TTNet’e aylık 89 TL verdi mi vatandaş en hızlısından sınırsız interneti alıyor. Peki bu interneti ne için kullanıyor? Neden sınırsız istiyor? İndirmek için. Neyi? Şarkı, film, program, oyun... Peki müzik ve film olmasa internete e-mail’ine bakmak dışında kim girer Allah aşkına?” diye yazdım aylar önce biraz da abartarak. Şunu anlatmak için; korsan yüzünden sektörün kaybettiği parayı internet servis sağlayıcıları (Internet Service Provider, ISP) telafi etmeli. Zira son 10 yılda “beleş müzik”ten en fazla onlar kâr etti.
Elbette uydurmuyordum bunları. Sadece dünyadaki tartışmaları takip ediyor, fikir yürütüyordum.
“Sen cahilsin, anlamıyorsun bu işten” diyenler oldu. Küfredenler oldu. Özellikle de forumlarda. Bu tip forumlar genellikle “korsan yan sanayii” ile uğraşan sitelerde bulunduğundan (büyük markaların bu sitelere reklam vermesi de ayrı bir konu) benim açımdan anlaşılabilir bir şeydi bu, üstünde durmadım.
Rolling Stone’un son sayısında U2’nun 30 yıllık

Yazının Devamı

Hırsız olmak varmış!

19 Eylül 2010

Geçen sabah evden çıktım. Afyonum patlamamış daha, köşedeki kafeye gideceğim de bir kahve söyleyip kendime geleceğim. Sokağın başına doğru yürüyorum. “Viiyyuuuuvvvv” diye bir canavar korna. Yanımda bir polis Doblo’su durdu. İçinde üç polis. İkisi indi, sağıma soluma geçti. Millet camlarda. Sanırsın hücre evi bastılar: “Müzik yazarıyım dedi, herkesi kandırdı, terörist çıktı.” Haberin o klasik tonlamayla seslendirildiğini duyabiliyorum.
“Acaba ne yaptım?” diye ciddi düşünmeye başladım. Bu kadar şova insanın ayıp olmasın diye kendine bir kabahat bulası geliyor çünkü. Üzerime doğru koşan üç polis yanılmış olamaz...
“Hayrola memur bey” dedim. “Kimlik” dedi. “Ben bu sokakta oturuyorum, sebep?” dedim. “Sebep yok asayiş kontrol” dedi. “Kardeşim böyle baskın yapar gibi olur mu, ihbar mı ettiler, hırsıza benzer bir halim mi var, eşkal mi tutuyor, niye beni çeviriyorsunuz” dedim. “Birilerini çevirmemiz lazım” dediler.
“Hırsız bulamadık, sizi bulduk, size suçlu muamelesi yapıyoruz” diyor yani.
15 dakika tartışmanın ardından sabah kahvemi nezarette içmemek için dişimi sıktım, “ya sabır”
çekip kimliğimi gösterdim. Geldikleri gibi arabaya doluşup basıp gittiler. Kendimi hiç güvende falan

Yazının Devamı

Sonbaharda gitmeniz gereken 10 konser

18 Eylül 2010

Nils Petter Molvaer 28 Eylül / Babylon
Büyülü bir müziği var. Bazen evde kulaklığı takıp köşeme çekilir, gözlerimi kapar dinlerim. Terapi gibi. Daha önce izlemediyseniz bu fırsatı değerlendirin. Bu adam elektronik müzikle cazı o kadar
özel bir formülle karıştırıyor ki.
Dinleyin: “Khmer” albümü klasiktir. İleri seviyedeyim, korkmadan öner diyorsanız “Hamada” en son çalışması.

Hercules & Love Affair 23 Ekim / Babylon
Antony and the Johnsons’ın vokali Antony ile Hercules & Love Affair’in birlikte yaptığı “Blind” bir-iki sene önce en baba dans hit’iydi. Şimdi bu hit’i yaratan Hercules & Love Affair yani DJ Andy Butler, Tim Goldsworthy ve Kim Ann Foxman ekip olarak geliyorlar. Tipik 80’ler disco kafası. Erasure falan seviyorsanız bunu da seversiniz. Geçen yıl Butler Otto’ya gelmişti ve gidememiştim. Bunu kaçırmam.

Yazının Devamı

U2 “ihalesi” nasıl Egemen Bağış’a kaldı?

12 Eylül 2010

Köprü hatırası: U2 grubu üyeleri, Hayati Yazıcı (sol başta), Egemen Bağış ve eşi Beyhan Bağış ile.Biliyorum, konser bitti adamlar gitti hâlâ yazıyorsun diyeceksiniz ama bu U2 İstanbul macerası öyle bir macera ki yaz yaz bitmez

Konserde Egemen Bağış’ın yuhalanmasının ardından çıkan yazılara baktım. Onu savunan da var, oh olsun diyen de. Ancak bir noktada büyük bir yanlışlık yapılıyor. Her iki fikre sahip insanlar sanki U2’yu Türkiye’ye Egemen Bağış getirmiş gibi davranıyor. Bu doğru değil.
U2’yu Türkiye’ye Egemen Bağış getirmedi. Grup Türkiye’ye gelsin diye yıllardır uğraşılıyor. Başta hem İKSV hem Pozitif hem BKM işin içindeydi. Daha sonra BKM çekildi. İKSV ve Pozitif arasında da yazışmaları Pozitif’in sürdürmesi kararı alındı. Pozitif’ten Cem Yegül bir yıla yakın süre detaylarla uğraştı, yazışmalar yazışmalar... Ardından
şu ortaya çıktı, U2 konserini burada düzenleyen hiçbir yerel firma bu şartlarda kar edemeyecek. Çünkü düşünülen fiyatlara konseri kurtarmak için gereken sayıda bilet satılması imkansız. Durum zora girdiğinden Live Nation tüm konserin organizasyonunu üstlenmeye karar verdi. Yani kâr-zarar bütün risk, U2’nun bütün konser gelirlerine ortak olan Live

Yazının Devamı

Sakın Türkiye’ye gelmeye kalkmayın

11 Eylül 2010

Konser sezonu bitti, “Gelecek sene kimler gelmeli” sezonu açıldı. İstekler, talepler internet ortamında havada uçuşuyor. Benim dileğim ise beğendiğim grubun gelmemesi yönünde

Forumlarda, Twitter’da ve Facebook’ta başladı gümbürtü: “Neden gelmiyorlar, neden getirmiyorlar...” Herkes sevdiği grubu görmek istiyor memlekette. Ben çekimserim. Benim dileğim gelmesi değil, “gelmemesi...” Bu grup Radiohead. Yeri ayrıdır. Üşenmeyip Londra’ya Virgin Festival’a gitmişliğim vardır izlemek için. Lüks mü? Değil. Türkbükü’ne Çeşme’ye gidip tanesi 30 liraya lahmacun yemediğim için cebimde ucuza Londra bileti alacak param oluyor. Çadırımı da alıyorum. Bütün festivaller benim. Kimi lahmacununu yer, kimi biletini alır konser izlemeye gider. Zevk meselesi.
Radiohead de U2 gibi mesajı, siyasi yönü bol olan bir gruptur. Çevre, açlık, çocuk işçiler... Solistleri Thom Yorke ise Bono’yu eleştiren taraftadır. “Yardım etmek için bile olsa, iyi bir amaç için bile olsa çok fazla içli dışlı oluyor bazı çevrelerle” diye düşünen tarafta yani...
Üstelik müziklerine bayılırım. U2 onların yanında pop grubu kalır. Müzikleri çok daha progresif, altermatiftir ve elbette daha karamsardır. Çağımızın Pink

Yazının Devamı