Geçen sabah evden çıktım. Afyonum patlamamış daha, köşedeki kafeye gideceğim de bir kahve söyleyip kendime geleceğim. Sokağın başına doğru yürüyorum. “Viiyyuuuuvvvv” diye bir canavar korna. Yanımda bir polis Doblo’su durdu. İçinde üç polis. İkisi indi, sağıma soluma geçti. Millet camlarda. Sanırsın hücre evi bastılar: “Müzik yazarıyım dedi, herkesi kandırdı, terörist çıktı.” Haberin o klasik tonlamayla seslendirildiğini duyabiliyorum.
“Acaba ne yaptım?” diye ciddi düşünmeye başladım. Bu kadar şova insanın ayıp olmasın diye kendine bir kabahat bulası geliyor çünkü. Üzerime doğru koşan üç polis yanılmış olamaz...
“Hayrola memur bey” dedim. “Kimlik” dedi. “Ben bu sokakta oturuyorum, sebep?” dedim. “Sebep yok asayiş kontrol” dedi. “Kardeşim böyle baskın yapar gibi olur mu, ihbar mı ettiler, hırsıza benzer bir halim mi var, eşkal mi tutuyor, niye beni çeviriyorsunuz” dedim. “Birilerini çevirmemiz lazım” dediler.
“Hırsız bulamadık, sizi bulduk, size suçlu muamelesi yapıyoruz” diyor yani.
15 dakika tartışmanın ardından sabah kahvemi nezarette içmemek için dişimi sıktım, “ya sabır”
çekip kimliğimi gösterdim. Geldikleri gibi arabaya doluşup basıp gittiler. Kendimi hiç güvende falan hissetmedim, söyleyeyim.
Şimdi bu polis hırsızları yakalayacak da malımızı canımızı koruyacak. En ufak bir şekilde ikna olmuş değilim. Daha önce de arabam soyulduğunda “İçindekilerin bulunma şansı var mı?” demiştim de birbirlerine bakıp “Hehehehe” diye gülmüşlerdi. Hani Güney Amerika’da bir ülkeye falan giden
Hırsızlı polisli 5 şarkı
* “New York City Cops” The Strokes
* “Police On My Back” The Clash
* “Thieves Like Us” New Order
* “I Shot the Sheriff” Bob Marley
* “Hırsız” Üçnoktabir
“Ejderha Dövmeli Kız” serisinin ilk filmi bu hafta vizyona girdi. Ama eminim bu serinin hastası olanlar ikinci filmi de merak ediyor. O halde hemen not edin, ikinci film “The Girl Who Played With Fire” 8-14 Ekim tarihleri arasında düzenlenen Filmekimi’nde gösterilecek. Gelecek yılı falan beklemeye gerek yok.
Festivalin programı salı günü açıklanacak ama sabredemeyerek bir filmden, daha doğrusu o filmin soundtrack’inden bahsedeyim.
Sofia Coppola’nın “Somewhere”i. Coppola biliyorsunuz müzik zevki olan bir değerli ablamız. “Virgin Suicides” ve “Lost in Translation”da bunu kanıtladı. Şimdi de sevgilisi de olan Thomas Mars’tan destek alıyor. Mars Phoenix’in solisti. Filmde grubun son albümünden “Love Like a Sunset” iki farklı versiyonuyla kullanılıyor. The Strokes, Police, Bryan Ferry, Kiss ne ararsanız var. Geçenlerde Venedik Film Festivali’nde ödülünü Tarantino’dan aldı Coppola hatırlarsanız.
Soru - Cevap
Bugünleri de gördük!
Zarfın içinden The Revolters’ın “Futur Obscure” isimli maxi single’ı çıktı. Dört şarkı var içinde. Dinlemeye başladım. Sırıtan hiçbir şey yok. Punk ise punk. Rock ise rock. Neticede İngilizce müzik yapan bir Türk grubundan söz ediyoruz. Ve albüm Topkapı Müzik’ten yayımlanmış. Bir zamanlar Türkçe rock olmaz denirdi. Oldu. Prodüktörler rock albümü yapmaz denirdi, yaptılar. Satmaz denirdi, sattılar. Şimdi İngilizce rock yapan gruba indie bir firma da değil Topkapı Müzik albüm yapıyor. Bugünleri de gördük.
Twitter’da iki müzisyen geçenlerde birbirinden bağımsız aynı şeyi yazdı.
Lily Allen ve yeni nesil alternatif rock gruplarından Biffy Clyro. Özetle “Sahne kullanımında ve konser performansında Muse U2’ya fark atar.” Her iki isim de farklı Muse konserlerine gitmişlerdi. Belki karşılaştırmak yanlış ama Muse şu anda dünyanın en iyi performans grubu olabilir. Zamanında Rock’n Coke’ta izlediğimizde gözlerimize inanamadığımızı hatırlıyorum. Tesisatta U2 önde, Performansta Muse. keşke tekrar gelseler memlekete.