Adını Turgut Uyar’ın “Kavşakta” adlı şiirindeki bir dizeden alan Neyse’nin ikinci albümü “Haykırmadan Anlatamam” kapağından, gitar-davul sound’una, sözlerine kadar üzerinde çalışılmış, dikkatle hazırlanmış bir albüm. İlk albüme göre daha sofistike yanları var. İyi bir rock albümü olmakla yetinmeyerek uddan darbukaya, viyoladan, cümbüş ve ukuleleye uzanan geniş bir perspektifte kültürel dokunuşlara sahip. “Derhal” gibi ağır gitar riff’leriyle girip üç şarkıda Deniz Tekin’in vokalleriyle yer aldığı “Muteriz”e vararak dinleyiciyi efkar sofrasına oturtabilmişler.
“Geçmiş Olsun” gibi Duman seslerine sahip bir şarkıyla devam edip Ara Dinkjian’lı “Kar” ile dizi müziği kıyılarına çıkılıyor. Albüm 10 adet iyi çalışılmış şarkı içeriyor ve bu şarkılardan hiçbiri oraya “Elimizde vardı, değerlendirelim dedik” düşüncesiyle konmuş gibi durmuyor.
Ancak ufak tefek kusurlar da yok değil. Vokaller zaman zaman müziğin arasında kaybolup gitmiş. Albüm ilk şarkıdan son şarkıya yolda biraz fazla kılık değiştiriyor. “Evvel”, “Muteriz” “Derhal” birbirinden çok farklı karakterde şarkılar. Neyse kendini ve müziğini geliştirmek için risk almış, arada bir kişi eksilmiş (Melih Balta’nın ayrılmasıyla grup Deniz
Evlerde kütüphane-lerin başköşesinde Larousse’lar, Britannica’lar dururdu. Hâlâ da birçok evde rafların bir yerinde duruyor onlar, eminim. Mesela bizim baba evindeki kütüphanede var dizi dizi.
İnternetten önceki zamanlarda yegâne bilgi kaynağı ansiklopediler ve geniş açıklamalı sözlüklerdi. Bir şey merak mı edildi, hemen raftaki ansiklopedinin ilgili cildi açılır, merak edilen başlık alfabetik olarak aranır, bulunur ve altı tane tane okunurdu. Bu maddeye az yer ayrılmışsa üzülürdü insanlar. Başka kaynaklar aranmaya başlar, bulunan bilgiler karşılaştırılırdı.
Benim gibi meraklı ve biraz da ruh hastası çocuklar bir konuyu merak etmeyi beklemez, bu ansiklopedileri alır, ‘a’ harfinden başlayarak sırayla okurdu. Benim çocukken sesli ansiklopedi yapacağım diye Larousse’ları madde madde teybe okumuşluğum vardır. A harfi bitmeden bunun kötü bir fikir olduğunu anlamışım neyse ki.
Egzotik hayvanlar, bitkiler, dinozorlarla ilgili maddeleri yalayıp yutardım. Önemli kişiliklerin hayatlarını okumayı ayrıca severdim. Besteciler, yazarlar, padişahlar, krallar... Ansiklopedileri severdim ben.
Kimileri genel kültüre hitap eder, kimileri daha özel konulara odaklanır. 1991’de Milliyet’in okurlarına
Bugün bir stream aboneliği aylık 9.99 dolar iken yeni basım bir plak bazen 40-50 dolara satılıyor. Dolayısıyla plak pahalı bir müzik alışverişi. Bu haliyle müzik sektörü açısından değerli kabul ediliyor.
Üstelik plak beraberinde başka cihazlar ve alışverişler gerektiriyor. Pikap, iğne, iyi bir kafa, amplifikatör, ses sistemi... Bunun da ötesinde meraklısına plakları istifleyecek raflar, odalar, yani plak mobilyaları... Bambaşka bir pazardan ve müziksever kitlesinden söz ediyoruz. Bütün bu ekonominin odağında plak var. Ancak plak basan yer sınırlı. Ve bu yüzden de plak fabrikaları bugün değerli.
Sektöründe lider
Bugün dünyanın en büyük kapasiteli plak basım merkezi GZ Medya adındaki plak fabrikası. Çek Cumhuriyeti’nde, Prag yakınlarında yer alan bu tesis şu anda tek başına dünyada basılan plakların neredeyse yarısını imal ediyor ve kendi sektöründe lider.
Komünist dönemde devlet plak üretim fabrikası olarak kurulan fabrika uzun yıllar bomboş, terk edilmiş bir şekilde öylece durduktan sonra plak ihtiyacının artmasıyla birlikte yeniden canlanıyor ve bugün yılda 100 milyon dolar değerinde plak basıyor. 50 çalışanı kalmışken bugün 2 bin kişi istihdam ediyor.
Fabrikada çalışan kadro komünist
Plak satışları dünyada 1988’den bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. 2015’ten 2016’ya yüzde 46 oranında arttı ve toplamda 416 milyon dolarlık bir endüstriye dönüştü. Sektörün 2017 beklentileri dünya çapında 40 milyon plak satışı ve 1 milyar dolarlık gelir. 10 yıl önce hayal bile edilemezdi.
CD hâlâ sayı olarak çok satıyor. Ama yüzde 17’lik bir düşüş yaşamış geçen sene. Her sene bu düşüş devam ediyor. Dijital dinleme gelirleri, malumunuz, 2013’ten bu yana yüzde 500 büyüdü.
Bir ihtiyaçmış
Plaktaki yükselişi şöyle anlatmak mümkün; bugün stream servislerinin ücretsiz üyeliklere gösterdiği reklamlardan elde ettiği gelir yıllık 385 milyon dolar. Yani plak ekonomisi ücretsiz stream ekonomisinden büyük.
Nasıl oldu, neden oldu başka bir konu. Hepimiz biliyoruz ki insanlar müzikle aralarında fiziksel bir bağ kurmak istedi ve bir kısım insan bunu cep telefonuna dokunarak yapmaktan hoşlanmadı. İnsanlar müziği internetten dinliyor, sonra beğendiğini gidip plak olarak satın alıyor. Elbette bunu dinlemek için pikap alıyor, ses sistemi alıyor. Yani ekonominin boyutları ve içeriği giderek genişliyor, çeşitleniyor.
Burada kesin olan şu: Plak dinleyici tarafından geri getirildi. Geri çağrıldı. Çöpten
Fransa seçimlerinin ilk turunda bir aday oyların yüzde 23.9’unu, diğeri yüzde 21.7’sini aldı ve ikinci tura kaldı. Yüksek oy alan diğer iki aday 19.9 ve yüzde 19.7’ye ulaşmışlar.
Bilgisayardan kafamı kaldırdım, içten içe bir ferahlık, bir rahatlık. Allah Allah, neden ki? Düşünüyorum bulamıyorum. “Bana ne Fransa’nın kırk yılda bir yaptığı seçimden, seçim bizim işimiz, her yıl kafadan bir iki tane var nasılsa” diye düşünürken jeton düştü. Bu tabloda tek başında silip süpüren biri yok. Güçlü bir lider yok. Ondan ilginç geliyor bana.
Oturdum bir banka, gelen geçene bakıp yüzümü güneşe verdim, başladım düşünmeye.
Böyle bir tablo bizde olsa, “Aman koalisyon ne kötü” mü deriz, yoksa “Ne güzel, her şey ortadan ikiye bölünmemiş, çeşit çeşit görüş var” mı deriz? İlkini deriz tamam da, hemen atlamadan bir düşünün.
Böyle bir tabloda her çeşit aday var. Hepsi belli bir miktarda oy alıyor. Daha sonra 7 Mayıs’ta ikinci tura geçilecek ve en yüksek oy alan iki aday burada yarışacak.
Ve bunun için en yüksek oyu alan iki aday, ilk turu geçemeyen adaylarla ve onların parti, örgüt ve seçmenleriyle anlaşmak zorunda kalacaklar. Onlardan oy isteyecekler. Aksi takdirde, kimse yüzde 51 oya ulaşamayacak.
Bugün İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in sahnelerinde, konser mekanlarında, kulüplerinde, barlarında performanslarını sergileyen gruplar, müzisyenler çoğunlukla kendi bestelerini, şarkılarını söyleyen ekipler. Ara sıra farklı bir sanatçıdan yerli ya da yabancı cover yapıldığına tanık olabiliriz. Cover denilen, yani size ait olmayan bir şarkıyı yorumlamak şeklinde özetleyebileceğimiz hadise sanki geçmişte kalan, yok olmaya yüz tutan bir geleneğimiz.
Bir cover grubu olan Blue Blues Band’in hikayesini anlatan “Blue” filmini izlerken pek çok şeyin yanında bunu da not almıştım. O zaman ne kadar çok cover grubu vardı, bugün neden hiç cover grubu yok? Peki onun yerine ne var?
1980’lerin sonunda 90’ların başında Hayal Kahvesi, Kemancı, Gitar gibi mekanlara gittiğinizde çok sağlam Jimi Hendrix, Frank Zappa, Deep Purple, Rainbow, Led Zeppelin gibi sanatçıların ve temel grupların cover’larını dinlerdiniz. Dolayısıyla çok iyi gitaristlerin grupları ve müziği sürüklediğine tanık olurdunuz. Çoğu zaman solist değil gitarist ön plandaydı, eğer Yavuz Çetin gibi her ikisi bir aradaysa ve o kişi yetenekliyse zaten büyük bir kitle tarafından takip edilirdi.
Bütün grupları topladı
1991’de açılan Jazz Stop
Sözünü ettiğim yazının ana fikri şu: Büyük, kalabalık, görkemli, hafta sonunun tamamına yayılan insanların, özellikle de çalışan sınıfın dünyayı, hayatı, işi gücü unutup bambaşka bir aleme dalacağı festivaller artık bir bir kayboluyormuş. Onun yerine tek günlük “event”ler öne çıkıyormuş. Ve bu “event/festival”ler şehir dışındaki dağ bayır ovalarda değil, şehrin içindeki alanlara taşınıyormuş.
Festivalciliğin anavatanında bu önemli bir gelişme. Bakalım neden? Birçok neden sıralanıyor. İlki, festival yöneticilerinin açıklamalarına bakılırsa, büyük festivallerin artık kârlı olmaması.
Adam diyor ki: “Ben bütün sene uğraşıp bir hafta sonuna bütün yatırımımı, hayatımı koyuyorum. O hafta bir terslik oluyor, yağmur yağıyor, her şey bitiyor (buna terör tehlikesini ya da her an bir olay çıkmasına ortam hazırlayan global siyaseti de ekleyin). Sanatçılar seyirci sayısına bakıp kaşelerini sürekli artırıyor. Şimdi senede 10 tane parti yapıyorum. Rus oligarkları, İngiltere’deki kraliyet çevrelerini, genç ve zengin işadamlarını eğlendiriyorum, çok daha fazla kâr ediyorum, ayrıca başım ağrımıyor.” Elbette özetledim. Tam böyle demiyor ama kısaca bu.
Haklı serzenişler
Bir diğer festival yöneticisi hâlâ
1) Bu ülkede muhalefet konuştuğunda değil sustuğunda etkili oluyor. Yüzde 49’lara başka türlü gelinmesi mümkün değil. Muhalefet kendini ortadan kaldırırsa muhalif cephenin de yüzde 50’yi aşması hiçbir şekilde önlenemez. Mesela bakın, MHP kendini ortadan kaldırdı bile.
2) Türkiye artık siyasi olarak değil sosyolojik olarak bölünmüş durumda. Bu gerçeği değiştirmek yerine, bu gerçeği gören yeni siyasi partiler lazım. Çoğunluk artık şunu telaffuz ediyor: “Bu parti beni temsil etmiyor.”
3) Bütün büyük şehirler -Bursa hariç- hayır dedi. Bence referandumun en çarpıcı sonucu buydu. Özelikle İstanbul ve Ankara’nın 1993’ten bu yana ilk kez AKP’nin bir isteğine hayır demesi anlamlı. Bana kalırsa siyasi partilerin Türkiye’nin tamamından oy alabildiği dönemin artık sonuna geldik. “Anadolu’ya gideyim, şunu söyleyeyim; şehre geleyim, tersini söyleyeyim. Karadeniz’de bu hikâyeyi anlatırım, Akdeniz’de bunu söyler kafalarım” yok artık. Bitti.
4) YSK sağ olsun, 2014’ten bu yana seçimler üzerinde giderek artan usulsüzlükleri, hileyi, oy hırsızlığını halka benimsetmek, normalleştirmek ve kuralsızlığı kurumsallaştırmak için elinden geleni yaptı.
5) Anadolu Ajansı ve YSK ikilisi bu şekilde devam ettiği