Sözünü ettiğim yazının ana fikri şu: Büyük, kalabalık, görkemli, hafta sonunun tamamına yayılan insanların, özellikle de çalışan sınıfın dünyayı, hayatı, işi gücü unutup bambaşka bir aleme dalacağı festivaller artık bir bir kayboluyormuş. Onun yerine tek günlük “event”ler öne çıkıyormuş. Ve bu “event/festival”ler şehir dışındaki dağ bayır ovalarda değil, şehrin içindeki alanlara taşınıyormuş.
Festivalciliğin anavatanında bu önemli bir gelişme. Bakalım neden? Birçok neden sıralanıyor. İlki, festival yöneticilerinin açıklamalarına bakılırsa, büyük festivallerin artık kârlı olmaması.
Adam diyor ki: “Ben bütün sene uğraşıp bir hafta sonuna bütün yatırımımı, hayatımı koyuyorum. O hafta bir terslik oluyor, yağmur yağıyor, her şey bitiyor (buna terör tehlikesini ya da her an bir olay çıkmasına ortam hazırlayan global siyaseti de ekleyin). Sanatçılar seyirci sayısına bakıp kaşelerini sürekli artırıyor. Şimdi senede 10 tane parti yapıyorum. Rus oligarkları, İngiltere’deki kraliyet çevrelerini, genç ve zengin işadamlarını eğlendiriyorum, çok daha fazla kâr ediyorum, ayrıca başım ağrımıyor.” Elbette özetledim. Tam böyle demiyor ama kısaca bu.
Haklı serzenişler
Bir diğer festival yöneticisi hâlâ festival yapmaya devam etmesini romantik olmasına bağlıyor. “Her sene, ‘Tamam bu yıl kâr etmeye başlayacağız artık’ diyorsun ama gene olmuyor. Bir sonraki seneyi bekliyorsun. Böyle böyle yıllardır festival düzenliyor ama kâr edemiyoruz. Artık umudumuz kalmadı çünkü her yerde, her şeyle ilgili festival var. Rakip çok fazla.”
İçeriğe yönelik de endişeler ve aksamalar olduğu anlaşılıyor. Festivalleri düzenleyenler için yenilik, nasıl derler, “innovation” önemli. “Her yıl yepyeni içerikler, keşfedilecek gruplar sunmak, yeni müzik sahneleri yaratmak istiyoruz” diye anlatmış bir diğeri: “Ancak seyirci hep aynı şeyi istiyor. Her yıl aynı grupları sahneye çıkarınca daha çok bilet satıyorsun. Yeni isimleri dinlemeye kimsenin merakı kalmadı. Sosyal medya devrimi kendi line-up’larımızı yaratma şansımızı elimizden aldı. İnsanlar arkadaşlarının Instagram’ında ne görüyorsa onu istiyor.” Alın size haklı bir serzeniş daha.
Sosyal medya festivallerde kimlerin sahneye çıkacağını belirliyor artık, bu bir gerçek. Bir diğer gerçek de yeni neslin artık şehir dışında müzik ve dans eşliğinde kendinden geçmekle pek ilgilenmemesi. Kimse çamura batmak istemiyor, kimse tuvalet sırası beklemek istemiyor, kimse ezile ezile konser izlemek istemiyor. Bütün bunlar etkinliklerin bölünüp ufalanıp şehirlere taşınmasını getiriyor. Böylece Woodstock ile başlayan, festival dediğimiz bu şey, bir protesto, başkaldırı, bir tür düzene ve kalıplara meydan okuyan ütopya alanı olmaktan çıkıp iyiden iyiye edepli, uslu bir etkinlik haline geliyor. Alternatif olmaktan çıkıp ana akım oluyor.
Bizde risk çok
Burada bir önemli mesele de şu: Acaba festivaller bu şekilde ruhunu kaybedip evcilleşiyor mu, yoksa aslında herkes için ulaşılabilir hale mi geliyor? Zira ana akım olmanın bir sonucu da artık belli bir kitlenin değil, herkesin bu işten faydalanması. Yani demokratikleşme demek.
Bu gelişmeler Türkiye’de de yaşandı. Şehir dışındaki büyük festivaller kârlı olmadıklarından yok oldu. Kimse yola katlanmak istemedi, ayrıca insanları festivale götürmenin maliyetine de işletmeci katlanamadı. Şehirde her şey daha kolay. Ulaşımı dert etmiyorsunuz. Ömerli’de, Kilyos’ta, Çatalca’da festival yapılmıyor artık. Her şey Küçükçiftlik Park’ta yapılıyor.
Festivalleri bitiren etkenlerden biri de risk. İngilizler yağmur diye anlatmış ama bizim terör riski, milli hassasiyet riski, muhafazakar hassasiyet riski, birtakım yıldönümlerinde mutlaka birtakım olaylara gebe olunmasın riski gibi İngilizlerin bir kısmını pek anlamayacağı risklerimiz de var.
Ve işletmeciler bu riskleri ciddiye almakta hem ticari açıdan hem de güvenlik açısından haklılar. Buna mecburlar. Şehre taşınmayla birlikte bu tip dertleriniz de oluyor. Festivallerin yapıldığı alana 50 metre mesafede bomba patlayabiliyor. Festival alanına yoldan geçen herkes ulaşabiliyor. Yani göz önünde oluyorsunuz.
Sanırım Zeytinli dışında doğru dürüst, festival gibi bir festivalimiz artık kalmadı.
İçi boşaldı
Festival kelimesinin de içi boşaldı, festival kelimesi atıfta bulunduğu nesneye yabancılaştı. İstanbul ve Türkiye şartlar gereği tek günlük müzik etkinliklerine kaydı. “Festival”lerimizi kaybettik. Kaybettiğimiz festivallerin yerine yer gök festival doldu. Makarna festivali var. Acı festivali var. Çay festivali var. Kahve festivali var. Kahvaltı festivali var. Çikolata festivali var. Midye festivali, lahmacun festivali, çiğ köfte festivali, pizza festivali var.
Woodstock’tan çiğ köfteye uzun ince bir yol katedilmiş. Buradan da başka yerlere gidecek daha çok yol var. İnsanlar bir araya gelip hoş vakit geçirmenin, müzik dinlemenin bir yolunu her zaman buluyor.
Ben kendi adıma festivallerin evcilleşmesine, büyülü atmosferinin kaybolmasına üzülüyorum o ayrı. Alın size bir üçüncü dünya derdi. Allah memleketimize insanımıza başka dert tasa vermesin tabii.