Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bugün İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in sahnelerinde, konser mekanlarında, kulüplerinde, barlarında performanslarını sergileyen gruplar, müzisyenler çoğunlukla kendi bestelerini, şarkılarını söyleyen ekipler. Ara sıra farklı bir sanatçıdan yerli ya da yabancı cover yapıldığına tanık olabiliriz. Cover denilen, yani size ait olmayan bir şarkıyı yorumlamak şeklinde özetleyebileceğimiz hadise sanki geçmişte kalan, yok olmaya yüz tutan bir geleneğimiz.

Bir cover grubu olan Blue Blues Band’in hikayesini anlatan “Blue” filmini izlerken pek çok şeyin yanında bunu da not almıştım. O zaman ne kadar çok cover grubu vardı, bugün neden hiç cover grubu yok? Peki onun yerine ne var?

Haberin Devamı

1980’lerin sonunda 90’ların başında Hayal Kahvesi, Kemancı, Gitar gibi mekanlara gittiğinizde çok sağlam Jimi Hendrix, Frank Zappa, Deep Purple, Rainbow, Led Zeppelin gibi sanatçıların ve temel grupların cover’larını dinlerdiniz. Dolayısıyla çok iyi gitaristlerin grupları ve müziği sürüklediğine tanık olurdunuz. Çoğu zaman solist değil gitarist ön plandaydı, eğer Yavuz Çetin gibi her ikisi bir aradaysa ve o kişi yetenekliyse zaten büyük bir kitle tarafından takip edilirdi.

Eski bir gelenek: Cover grupları

Bütün grupları topladı

1991’de açılan Jazz Stop da önemli bir dönüm noktası olmuştu. 1992’de karşısında Hayal Kahvesi açıldı. Caz Stop Moğollar’ın davulcusu Engin Yörükoğlu’nun yurt dışından döndükten sonra açtığı ve genç müzisyenleri bir araya getiren önemli bir yerdi. Engin abi, Allah rahmet eylesin, gitarıyla ve bagetleriyle çalmaya gelen nice gruba kapılarını açmış, müziklerini duyurma imkanı sağlamıştır. Beyoğlu’ndaki belki de ilk rock dinleyici kitlesinin toplaşma yeri olmuştur Jazz Stop 1991 yılında.

Buraya daha sonra Mojo açıldı, Jazz Stop biraz ileride farklı bir adrese taşındı ama bir daha asla eskisi gibi olmadı.

1993’te üç katlı Kemancı açıldığında orada çalmak Wembley’de konser vermek gibi bir şeydi. Bütün gruplar oraya toplandı. Sadece Beyoğlu da değildi hadise.

Ortaköy Sis Bar da mesela Freddie Mercury, Queen cover’ları yapardı. 90’ların ikinci yarısından sonra Flatline’da Mad Madam (Duman’ın ilk hali diyelim) grunge cover’lamaya başladı.

Haberin Devamı

Ortaköy’deki Bukalemun 80’lerin sonunda Teoman, Mirage ile rock klasiklerini cover’lardı. Daha sonra Indians ile İstanbul gecelerinin yıldızı olduklarını hatırlıyorum.

Cover sevilirdi

Eski bir gelenek: Cover grupları

Hayal Kahvesi’nde (Büyükparmakkapı Sokak’taki ilk ve orijinal mekanda) Cins, The Police ve The Cure çalardı ve şahanelerdi. Acil Servis, Beyoğlu’nun en canlı mekanlarından Gitar’ın en baba grubuydu. Hard rock ve rock klasiklerini çalarlardı ve ortalığı yıkarlardı, eski binanın ikinci katındaki Gitar kalabalıkta zangır zangır sallanırdı. Caravan rock bar vardı. Metal cover’ı dinlemek (ve en ucuz biraya ulaşmak) isteyen oraya giderdi. Arnavutköy’de Chantage Depeche Mode ve Cure cover’lardı.

Kemancı’da Deep’i, davulda Volkan Öktem’i izlemeye giderdik. İki Kemancı’nın orta katında Mandala açılmıştı. Athena orada sahneye çıkardı ve punk ska cover’ları yapardı. Hayal Kahvesi’nde Kangroove 2000’lerin başında efsane olmuştu. Bora Uzer’i, basta Alp Ersönmez’i izlemeye giderdik.

Haberin Devamı

Sizin anlayacağınız dönem cover dönemiydi ve bugün müziklerini dinlediğimiz pek çok isim cover gruplarında işe başlamıştı. İnsanlar cover dinlemeyi severdi. Şu anda adını hatırlayamadığım ya da tamamen unuttuğum onlarca isim vardır. Affetsinler.

Yazının başında sorduğum soruları yanıtlamak için bugünden bakınca iki şey söylenebilir. Birincisi, Türkiye’ye pek gelen giden sanatçı müzisyen yoktu. Yabancı konserler sınırlıydı. İnternetten müzik dağıtımı yoktu. İnsanları rock ve blues gibi müzikleri cover gruplarından dinliyorlardı. 1994’ten sonra Türkiye’ye pek çok sanatçı gelmeye başladı. Cover grupları da bundan sonra önemini yitirmeye başladı.

Güzel bir gelişme

İkinci gözlemim, insanlar (hem sanatçı hem seyirci) iyi gitar çalmak, iyi davul çalmak, iyi şarkı söylemek gibi teknik konularla ilgiliydi. Müzisyenler kendilerini henüz kendi besteleriyle ve sözleriyle değil, bir Hendrix solosuyla, bir The Police vokaliyle ya da bir blues şarkısıyla ifade ediyordu. Zamanla kendine güven ve besteler geldi. Ve elbette beste dinlemeye odaklı bir dinleyici oluştu zaman içinde. Şekil yerine içerik önem kazanmaya başladı.

İlginç olan bugün de Türkiye’de farklı bir şey oluyor. Terör olayları ve güvenlik meselesini dert ederek ülkeye gelmekten vazgeçen yabancı sanatçı sayısındaki azalma yerli gruplarımızın sayısını ve kalitesini artırıyor. Yerli isimlere daha fazla yer açılıyor ve dikkat ederseniz bugün pek çok etkinlik, konser, festivalde artık yerli isimler headliner. Hem dinleyici hem sanatçılar açısından mutluluk verici bir gelişme olsa gerek. Bakalım sırada ne var...