Bu bir derbi değil

11 Mart 2003


<#comment> Türkiye en önemli derbisini kaybetti. Artık Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanan maçlara derbi denilemez. Eğer bir şehrin iki takımından konuk olanı sahaya seyircisiz gidiyorsa, bunun adı derbi değidir. Üstüne, orada dehşet ve şiddetle karşılanıyorsa bunun adı derbi olamaz. Eli kolu bağlanmış, gözü şiddetle korkutulmuş bir oyuncu grubunu, parmaklarıyla ölüm işareti yapan kalabalıkların arasından geçirip gerçek arenalara atıyorsanız, bunun adı derbi olamaz. Yasal, meşru, planlı programlı bir dehşet senaryosudur bu. Başka bir şey değil. 6 Kasım’da olan da budur, 8 Mart’ta yaşanan da... Şiddet bağımlıları alacakları saha kapatma cezasını göze alıp bu şiddet planını yapıyorlar.
Bu gerçeği çiğ centilmenlik çabaları değiştirmez. Ne maç 4-0 olduktan sonra Aziz Yıldırım’ın bizzat yaptığı anonslar, ne de 2-0’dan sonra Fatih Terim’in tribünlere bizzat gidip fiili saldırıyı durduruşu. Değerli beyler, bunu maç başlamadan, 0-0’ken yapsaydınız önünüzde saygıyla eğilirdik. Ama öyle değil. Bu yaptığınız taraftara "Maçı koparmışız, başımıza iş aşmayın. Durun..." demektir, başka bir şey değil.
Ve gelelim Fenerbahçe Başkanvekili Nihat Özdemir’in, Fanatik Gazetesi’nin

Yazının Devamı

Atan alırspor

8 Mart 2003


<#comment> Galatarasaray açısından kaybetmek hem liderden kopmak, hem de Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi yarışına ortak etmek anlamına geliyor.
Galatasaray, Malatya maçını kaybetti, ama 2. yarıdaki futbolu sergileyebileceğini de gördü. Bu Galatasaray açısından sezonun en iyi futboluydu. Hem de Fenerbahçe’den daha iyi savunma yapan bir takıma karşı.
Böyle radikal bir hücum stratejisi, Fenerbahçe’nin cezalandırabileceği bir oyundur. Fener bunun peşinde olacak. Savunma güvenliğini bırakmayacak. Az adamla, hızlı çıkacak. Bu asla berabere bitecek bir maç değil. Mahalle maçlarından kalma bir deyişle: Bence "atan alır".



Yazının Devamı

100.yıl forması Beko ve Aria

4 Mart 2003


<#comment> Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün kuruluşunun 100. yıldönümü. Kutlamalar görkemli... Bu güzel stadyumda yapılan kutlamalar başka bir güzel oluyor zaten. İstanbul’un en güzel yerindeki bu en güzel spor yapısında böyle kutlamalar hep çok şık oluyor. İnönü, Dolmabahçe, Mithat Paşa ya da Beşiktaş İnönü Stadı, adına ne derseniz... Bu stat başka bir stat.
Hep şaşırmışımdır. Geçmişte üç büyük kulüp de bu sahada oynarken futbola aşık olmuş olan ben, bir aşkın doğuşunda mekanın ne kadar önemli olduğunu bilen ben, hep şaşırmışımdır. Fenerbahçe’nin Galatasaray’ın nasıl olup da bu stadı bu kadar kolay terkettiğine şaşkınlık içinde bakmışımdır. En ufak anlaşmazlığında birbirine giren bu üç düşman kardeş nasıl oldu da istanbul futbolunun bu en değerli mücevherinin sahibini bulmakta bu kadar kolay anlaştılar. Garip... Her neyse, dedim ya, bu kutlamalar burada hep muhteşem oluyor.
Beşiktaş Jimnastik Kulübü mensubu ve sempatizanları, bugün hepinize kutlu olsun. Daha nice yıllara ve başarılara. Her ne kadar artık jimnastik şubesi bulunmasa da... Bu konuda Siyah - Beyazlı yönetimi eleştirmek doğru olur mu bilmiyorum. İşin özüne baktığınızda kulübün, adını aldığı spor dalında

Yazının Devamı

Dünü ve yarını bugün yaşamak

25 Şubat 2003


<#comment> Başarılarımızı biz biliriz de, başkalarının hatırlatması daha bir inandırıcı, daha bir keyif verici olur ya, işte öyle! İngilizlerin ünlü dergisi Four-Four-Two’nun mart sayısını alıp okumaya başladığımda bunu hissettim. Bir Dünya Futbolu eki yapmışlar. Ekin iskeleletini ise "Dünyanın en iyi yirmi kulüp takımı" bölümü oluşturuyor. Ajax, Arsenal, Barça, Boca, Dinamo Kiev derken, Galatasaray’ın Süper Kupa şampiyonluğundan bir fotoğraf... Ve Hagi... Ve Hasan Şaş portreleri... Ve Cim Bom çıkıyor karşınıza. Garip bir his. Dünya 3.’sü olmak, UEFA’yı kazanmak, Süper Kupa’yı kaldırmak, Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini görmek... Bunları yaşadık, biliyoruz da, sanki sadece biz biliyor, biz değerli buluyoruz gibi geliyor. Ama öyle olmadığını bu tip durumlarda anlıyorsunuz. Ya dünyanın bir ucunda karşılaştığınız bir insanın size Hasan Şaş’ı, İlhan’ı sorması ve Türkiye övmesiyle ya da böyle uluslararası saygın yayınlarda bu tip değerlendirmeleri görünce. Ağustos ayında aynı dergide Liverpool’lu genç yıldız Steve Gerrard’ın favori 11’i bölümünü gördüğümde de aynı şeyi hissetmiştim. Ortanın sağına Hasan Şaş’ı, soluna Emre Belözoğlu’nu koymuştu o da.
Ben ve benden daha ‘yaş’lı

Yazının Devamı

Kötü Hollywood senaryosu

18 Şubat 2003


<#comment> İster ona tepki gösterip eleştirenlerin tarafında olun, ister kayıtsız şartsız destek verenlerin, Aziz Yıldırım’ın başına gelenlere yorumunuz çok farklı olamaz. Nereden bakarsanız bakın, bu olup biten kötü bir Hollywood senaryosuna benziyor. Sinemalarda göremeyeceğiniz, televizyonda saçma sapan saatlerde oynayan, yönetmenini, yapımcısını hiç merak etmediğiniz, zaman öldürücülere... Başrollerinde üçüncü sınıf aktörlerin yer aldığı zırva filmlere... Hiç olmayacak sorunların saçma sapan bir şekilde doğduğu, olmayacak rastlantı ve sürprizlerin, gereksiz aksiyonun yüklendiği "aptal kutusu ‘kiç’lerine"... Onları seyretmek için gerçekten yapacak hiçbir şeyiniz olmaması gerekir. Gerçekten, hiçbir şey...
Olup bitene bir bakın... Durduk yerde, "Öyle transferler yapacağım ki, herkes şaşırıp kalacak" diyorsunuz. Hiç ihtiyacınız olmayan bir mevkiye, uğraşıp didinip Ortega’yı getiriyorsunuz. Gerçekten de herkes şaşırıyor. Ama bunu öyle rastgele bir şekilde yapıyorsunuz ki, bırakın çalışabileceği bir hocayı bulmak ve ona dilinden anlayan birkaç arkadaş getirtmek, imzası olan 10 numarayı bile ona veremiyorsunuz. Çünkü 10 numara başka bir yıldızınızda. İki sezon evvel size

Yazının Devamı

Lucescu cesurdur

11 Şubat 2003


<#comment> Geçen hafta başkahramanı Lucescu olan bir yazı yazıp "Bir korkak bu kadar çok kazanabilir mi?" diye sormuştum. Hıncal Uluç usta da o yazıya cevap mahiyetinde bir yazı kaleme aldı. Yer darlığından burada veremeyeceğim. Usta da, siz de kusura bakmayın. Ama biliyorum ki, çok önemli değil, çünkü zaten Uluç ustanın Lucescu hakkındaki görüşlerini bilmeyen de yok. O yüzden, Hıncal Uluç’a saygılarımızı ve övgüleri için de teşekkürlerimizi sunup geçen haftaki konuya devam edelim.
Hatırlayın ve iyi düşünün! Galatasaray, UEFA Şampiyonu ve Türkiye Ligi’ni 4 kez üst üste kazanmış. Başındaki efsane "Bu kulüp beni taşıyamıyor" diyerek ayrılmış. Türkiye’de bir ilke imza atarak, İtalya’nın önemli takımlarından birine gitmiş. O günkü yıkımı hatırlıyor musunuz! Belki Türkiye’de hiçkimse Terim’in yerinin doldurulabileceğine inanmıyordu.
Bu ortamda Lucescu bir an düşünmeden teklifi kabul edip bu giyotinin altına başını soktu. Türkiye’ye geldiğinde kamuoyunun % 95’inin onun adını yeni duyacağını biliyordu. Terim’in yerinin doldurulmasının, hele de Luce karakterindeki bir insan için ne kadar zor olduğunu da biliyordu. "O yabancı bu durumu nereden bilecek?" diyemeyiz. Onu getiren

Yazının Devamı

Bir korkak bu kadar çok kazanabilir mi?

4 Şubat 2003


<#comment> Lucescu’nun kadrolarının, oyun sisteminin, dizilişinin her şeyinin, ne kadar önceden tahmin edilebilir olduğunun farkında mısınız ? Rumen hocanın, Türkiye’deki 3 yıllık macerasında, hep bunu yaşadık ve bugün de yaşıyoruz. Büyük / küçük her türlü maçtan iki hafta önce hangi yapıyla takımını sahaya sürebileceğini çok kolay tahmin edebiliyorsunuz. Her zaman aynı şey oluyor. Ama her zaman. Evet bunun bir istisnası var. Galatasaray’da olduğu dönemdeki 5 - 0’lık Bursa yenilgisi. Zaten beklenmedik bir skor doğuran tek maç da bu. Ve bu kadar tahmin edilebilir, bu kadar açık seçik oluşturduğu yapılandırmasına karşı durabilen kimse çıkamıyor. Ne kadar anlaşılmaz değil mi?
Bu kadar da değil. Lucescu önceden tahmin edilebilir işler yapmasının yanı sıra son derece de korkak (!). Ve bütün bunlara rağmen sürekli kazanıyor. Gerçekten inanılır gibi değil.
Luce’nin böylesine açık seçik zaaflarına (!) rağmen yaptıklarına bakın. ilk senesinde kılpayı kaçan bir şampiyonluk, ardından kazanılan bir şampiyonluk ve bugün yenilgisiz hem de iki ezeli rakibi deplasmanda yenerek elde tutulan liderlik. Bu kadar değil. Önce - Türkiye’de çoğunluğun ortak yorumuyla korkaklığı yüzünden - Real

Yazının Devamı

Derbiye doğru

28 Ocak 2003


<#comment> Haddinden fazla uzun aranın bir derbiyle sona erecek olması, ligin ateşini yeniden hissetmek için mükemmel bir ortamı işaret ediyor. Derbiyi tükettikten sonra, pazartesi sabahı, büyük ihtimalle kimse bu kadar zamanın puanlı futbol olmaksızın geçtiğini hatırlamayacak. Yeniden lig ateşine gireceğiz. Transferler, dostluk maçları ve kamplarla yaşatmaya çalıştığımız "yalan futbol" yerini gerçek futbola bırakacak... Ne mutlu! Rüya gibi. Ama biliyoruz ki, iki takımın personeli için durum öyle değil. Beşiktaş’ın kaybetmesi, 100. yıl stresini, neden adam gibi transfer yapılmadığını, kanatları vs. gündeme getirecek. Fenerbahçe’nin kaybı ise, Oğuz Çetin’i, sistemi, tartışmaya açacak. Yani aslında iki taraf için de riskli bir başlangıç.
Biz iki takımın oynadığı dostluk maçlarının anlattıkları doğrultusunda bu karşılaşmaya şöyle bir bakalım. Fenerbahçe’nin yeni diziliş ve sistemindeki kilit, ne Ceyhun - Ortega seçimi, ne de forvette kimin oynayacağı. Sarı - Lacivertliler’in, Trabzon ve Kocaeli maçlarının anlattığı şudur. Eğer rakip orta sahada derin ve sık bir örgü kurabiliyorsa, Fenerbahçe topu ileriye aktarmakta zorluk çekiyor ve top kaybı yapıyor. Trabzon maçındaki zorlanma da

Yazının Devamı