<#comment>#comment> Volkan’ın, Erman’ın ayağından yediği ikinci gol gerçekten korkunç. Eğer konu sadece o an ise eleştiriler normal. Ama tartışma konusu Fenerbahçe’nin oyunu ise takımın en iyisi Volkan’dı. Çünkü Ümit Milli Takım’ın ümit vaat eden kalecisi, özellikle durum 2 - 1 olduktan sonra en az 5 pozisyonu engelledi. Bire birde, mutlak gol şansı olan pozisyonlarda. Soğukkanlı, olgun bir kaleciydi Volkan. Şu bir gerçek ki, yediği şansız - beceriksiz gol bir yana eğer skor 2 - 1’se sebep Volkan’dır.
Ortaya çıkan sıkıntılar ise, çok ciddi bir diziliş, strateji ve sistem değişikliği sürecinin doğal sonuçları. Oğuz Çetin son 10 - 15 yılda Fenerbahçe’nin başına geçen hocalar arasında en cüretkar yapısal değişikliğe imza atan antrenör oldu. Denizli’nin görevde kaldığı 1.5 sezon boyunca hep aklında olan, ama kazanma mecrubiyetinden bir türlü uygulamaya koyamadığı 4’lü savunma da bu yapısal değişikliğin parçalarından biri. 4’lü savunma Fenerbahçe medyasının sürekli olarak talep ettiği bir icraattı. Ama cevabı bulunması gereken bir soru var: Hangi 4’lü? Genelde referanslar Parreira döneminden ve bugün yapılmaya çalışılan da o günküne benzetiliyor. Ama öyle değil. Belki diziliş aynı olabilir,
<#comment>#comment> Biliyorum, Sarı - Lacivertliler’in iki hazırlık maçını bol golle kazanmaları, diziliş/sistem değişikliği heyecanı ve tabii Semih - Oğuz Çetin rüzgarı almış, herkesin başını döndürmüşken bir eleştiri yazısı kaleme almak antipatik olmak demek. Ama yine de... Fenerbahçe’de Rapajc ve Revivo’nun gönderilişi ya da takımdan ayrılışı ile Ortega’nın nihayet tedavi/tatilden dönüşünün üzerinde durmak lazım. Özellikle dün Fatih Akyel’in Vatan’dan Ferudun Niğdelioğlu’na verdiği röportajın ardından. Şöyle diyor: "Ortega nelere saygılı olması gerektiğini bilmiyor. Başkan, yönetim, taraftar Ortega’yı sevmiş kucaklamış. Ama o buna karşılık vermiyor..."
Ortega nihayet geldi. Arkasından çok konuşuldu. Bin türlü hikaye ortaya çıktı. İstanbul’a adım attıktan 6-7 saat sonra elimize aldığımız gazetelerde bile, "Savaş çıkarsa ülkesine dönebileceği" haberleri yer alıyordu. Bu kadar gazetecinin, bu kadar işkembeden attığına inanmıyorsunuz herhalde. İşi gücü bırakmış, yüzyüze baktıkları adamları kızdırmak için bu kadar yalan söylüyor olamazlar... Bunların bir kısmı doğru olmalı. Ki öyle...
Biz hikayedeki elle tutulur gerçeklere bakalım sadece. Ortega’nın gidişi ve gelişiyle neler değişti
<#comment>#comment>Fenerbahçe yine bir heyecan trenine bindi gidiyor. Yine yeni hoca ve yine yepyeni çalışma sistemi. Oğuz Çetin’in çalışma yöntemi muhteşem. Bir kere, her şeyden önce Fenerbahçe’ye bilim girdi. İdman sahasında mentorlar, doçentler dolaşıyor (aynı bu ifadeyle, doçentlik bir meslekmiş gibi), acayip testler yapılıyor. Dedik ya Fenerbahçe’ye bilim girdi. Allah kabul etsin!
Peki daha önce yok muydu? Gerçekten, bunca dünya çapında hoca, milyon dolar sayılarak alınmış oyuncu, Türkiye’nin dev şirketlerinin üst düzey yöneticileri tarafından idare edilen bir kulüp... Gerçekten daha önce ilim irfan, her neyse kullanılmıyor muydu?
Sanki Oğuz Çetin, Fenerbahçe’yi on yıllar öncesinin zihniyetinden alıp çıkarmış. Adeta bir aydınlanma yaşatıyor. Bir camia bu kadar kendini reddeder mi ? Aynı isimler, aynı futbolcular, aynı teknik heyet, aynı yöneticiler, sadece bir tek adam gidip altındaki göreve geliyor ve Fenerbahçe bin ışık yılı yol katediyor. Aynı isimler, aynı camia yeni bir çağ... Etmeyin, eylemeyin...
Belki haksızlık ediyorum. Belki gerçekten başka bir çağa adım attı Fenerbahçe. Belki gerçekten Oğuz Çetin iki buçuk yıldır başındaki teknik direktöre hep "Hocam iyi
<#comment>#comment>İnsan yaşarken çok anlamıyor... Çoğu kez aradan zaman geçmesi ve şöyle dönüp geriye bir bakmanız gerekiyor. Buğulu gözlerle geçmişe bakıyor, görüyor ve de anlıyorsunuz; kazanılanları ve yitenleri, bunların önemini.
Bugün veda edeceğimiz yılın anlattıklarını da belki çok uzun yıllar sonra şöyle bir geriye dönüp baktığımızda anlayacağız. Belki bu yıldan önce de Avrupa’da herkesin haberdar olduğu ve önem verdiği bir ülkeydik, ama dünya futbolunda adı geçmeyen bir toprak parçası olmaktan 2002’de çıktık. Dünya’nın en çok ilgi çeken spor organizasyonunda, şampiyonu en çok zorlayan ekip ve dünya üçüncüsü olarak hatırlanacağız artık.
Dönüp bakacağız ve göreceğiz. Umarım gördüğümüz bir büyük futbol ilerleyişinin ilk adımlarından biri olur. Umarım zamanında bu derecelere ulaşmış, ama sonra eski alışıldık seviyesine dönmüş ülkelerden biri olmayız. Çünkü biliyoruz ki, zamanında ABD’den, isveç’e, Bulgaristan’dan, Hırvatistan’a, Uruguay’a, Çekoslavakya’ya birçok ülke buralara geldiler, ama sonra duramayıp düştüler. Umarım bizim için bu bir son değil, başlangıç olur.
Dünya üçüncülüğüne ulaşırken, elemelerde, play - off’ta, kupa sırasında ve üçüncülüğü kazandıktan
<#comment>#comment>Sanırım, Tuncay Şanlı’yı geçtiğimiz yıl Sakaryaspor’un, İnönü’de Beşiktaş’la oynadığı kupa maçında izleyen hemen herkes, onun sahadaki en iyi oyuncu olduğunda hemfikirdi. Sol çizgiye yapışmış kontratakları sürüklüyor, bir gol atıyor, uzatma devresinde maç 1 - 1 iken ceza sahasının içinde yaka paça indiriliyor, ama hakem penaltıyı görmüyordu. Hakkında büyük methiyeler duyduğumuz, birkaç kez izlediğimiz bir büyük yeteneği, bir büyük karşısında seyretmiş olmanın mutluluğuyla dönüyorduk o gün evimize. Heyecan vericiydi...
Sonra ümit milli takım ve Fenerbahçe sahnesi... İtalyan kulüplerinin dikkatini çeken bir performansla uçuyor Tuncay. Genç yeteneklere hasret Fenerbahçe seyircisi onun adını daha bir şevkle haykırıyor. Tuncay iyi bir kanat oyuncusu, çok iyi bir orta saha, çok iyi bir forvet arkası ve belki ileride çok çok iyi bir forvet olacak. Ama Türk futbolunun, Okan Koç’la birlikte dünya sahnesine sunacağı bu muhteşem yeteneği bekleyen tehlikeler de var. Bunun sıkıntısı da içimizde. Bu tehlike Fenerbahçe’nin bir yetenek öğütme değirmeni olmasından ileri geliyor. Son 10 yılda Sarı - Lacivertlilerin aldığı onlarca futbolcunun bugün adını bile hatırlamadığımız
<#comment>#comment>Bir ülke, bir deha, bir devrimci, bir asi, - ya da konu futbolsa - bir imparator çıkaramaz. Bu birkaç jenerasyonda bile mümkün değil. İşte zaten tam da bu yüzden insanoğlu, sistem denen dalgayı icat etmiştir ya ! Hayatı yaşanır kılmak ve ilerleyebilmek ya da moda deyimiyle ‘sürdürülebilir büyüme’ sıradan profesyonellerle yürütülmesi gereken bir iştir.
Bu çerçevede Mircea Lucescu’nun, Türkiye’ye verdiği ders çok anlamlı. Elindeki profesyonel ekibin yapısına uygun, sıradan, basit, tahmin edilebilir bir programı uygulayarak 3 yıldır ligin zirvesine iki ayrı takımla damga vurmasının, 3 yıl üst üste Avrupa Kupaları’nda baharı görmesinin altında yatanları iyi ele almak lazım. Bugüne kadar sezon başında eline verilen oyuncuların tamamından yararlanabilmiş olmasının altında yatanlara bakmak da... İbrahim, Yasin, Tamer gibi, artık neredeyse futbolculuğu tartışılan oyuncuların milli seviyeye çıkmasının ve Nouma, Sergen, İlhan gibi problem yumaklarının görev adamlarına dönüşmesinin temellerini de algılayabilmek lazım.
Kurulan sistemde, daha önce hayatında santrfordan başka mevkide oynamamış futbolcuların ön liberoda, orta saha oyuncularının forvette oynayabilmesinin hiç
<#comment>#comment>Fatih Terim çok haklı. Hakem hakkında söylediklerinden bahsetmiyorum. Bu tartışmaya açık. Ama belki sadece kendisinin duyduğu bir ünlemde, çok ama çok haklı. Ekranda görülüyor, İbrahim golü attığında Terim’in ağzından "Var mı böyle bir şey ?" cümlesi çıkabiliyor ancak. İşte burada çok haklı... Pozisyonu hatırlayın. İbrahim çizgiye inmiş, dönen topu Ahmet Yıldırım almış, ara pasını verirken 9 Galatasaraylı o bölgeye gelmiş, top İbrahim’e geldiğinde 6 Galatasaraylı ceza sahasında. Beşiktaş’ta ise bir tek Nouma var. İbrahim iki hareketle herkesi abondone edip, hem de sağ ayağıyla golü atıyor. Gerçekten böyle bir savunma yok. Olmamalı. Terim sonuna kadar haklı.
Aslında golden 8 dakika önce çok daha vahim bir savunma zaafı var. Zago’nun soldan inip ortaladığı topa, yerleşmiş Galatasaray savunması müdahale edemiyor. Top kaleye paralel geçip gidiyor. Bu kez Tümer ters taraftan kesiyor, yine Galatasaray savunması seyrediyor, Zago’nun en arkada vurduğu top direkten dönüyor. Bu pozisyonları yerleşmiş, orta sahası yardıma gelmiş bir savunmanın vermesi olmayacak iştir. Terim haklıdır. Beşiktaş maç boyunca rakip akınlarda 4/5 kişiyle pozisyon alıp Galatasaray’a sadece 3 gollük
<#comment>#comment>Rakibin Newcastle ve Feyenoord maçlarındaki performansını izledikten sonra, Beşiktaş’ın Dinamo karşısında çok zorlanacağını düşünmüştük. İki takımın hocaları da bu yolda açıklamalar yapıyordu. Mihayliçenko, Beşiktaş’ı yenmeye geldiklerini bütün açıklığıyla söylüyordu. Lucescu’nun endişesi de ortadaydı. Ama perşembe akşamı sahada olup bitenler herkesi şaşırttı. Beşiktaş’ın 3-1’lik galibiyeti bir yana, girilen 10’u aşkın pozisyon ve bir kontra şansı dahi verilmemesi hayranlık uyandırıcıydı. Mihayliçenko’nun tanımlamasıyla : "Beşiktaş Kiev’e oynama imkanı vermedi..." Yapılan iş inanılmazdı.
Ama bence daha inanılmazı Pazar akşamı aynı stadda yaşananlar. Beşiktaş’ın Kiev karşısındaki takımdan çok farkı yoktu. Hatlardan teker teker bahsedilemeyecek bir bütünlükle, sert, sonsuz kademeli, tam bir alan oyunu vardı. Belki sadece forvetlerin yorgunluğundan bahsedilebilir. Zaten belki de ilk kez bir büyük takımın, evinde bir Anadolu takımına puan kaptırması sonrası, spor sayfalarında herhangi bir eleştiri göremiyoruz. "O oynar mı? şu çıkar da bu girer mi?" diyemiyor kimse. Çünkü aslında Beşiktaş çok iyi oynadı. Kimsenin inkar edemeyeceği kadar. Ve belki oyuncular Kiev