Başarılarımızı biz biliriz de, başkalarının hatırlatması daha bir inandırıcı, daha bir keyif verici olur ya, işte öyle! İngilizlerin ünlü dergisi Four-Four-Two’nun mart sayısını alıp okumaya başladığımda bunu hissettim. Bir Dünya Futbolu eki yapmışlar. Ekin iskeleletini ise "Dünyanın en iyi yirmi kulüp takımı" bölümü oluşturuyor. Ajax, Arsenal, Barça, Boca, Dinamo Kiev derken, Galatasaray’ın Süper Kupa şampiyonluğundan bir fotoğraf... Ve Hagi... Ve Hasan Şaş portreleri... Ve Cim Bom çıkıyor karşınıza. Garip bir his. Dünya 3.’sü olmak, UEFA’yı kazanmak, Süper Kupa’yı kaldırmak, Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini görmek... Bunları yaşadık, biliyoruz da, sanki sadece biz biliyor, biz değerli buluyoruz gibi geliyor. Ama öyle olmadığını bu tip durumlarda anlıyorsunuz. Ya dünyanın bir ucunda karşılaştığınız bir insanın size Hasan Şaş’ı, İlhan’ı sorması ve Türkiye övmesiyle ya da böyle uluslararası saygın yayınlarda bu tip değerlendirmeleri görünce. Ağustos ayında aynı dergide Liverpool’lu genç yıldız Steve Gerrard’ın favori 11’i bölümünü gördüğümde de aynı şeyi hissetmiştim. Ortanın sağına Hasan Şaş’ı, soluna Emre Belözoğlu’nu koymuştu o da.
Ben ve benden daha ‘yaş’lı jenerasyonlar için bu alışılması zor bir durum. Bünye kabul etmiyor. Zaten Four-Four-Two editörleri de - herhalde bizim yaşlarda olacaklar - bu ikilemi yaşamışlar. şöyle diyor tanıtımda: "1980’lerde İngiltere, Türkiye’yi 8 - 0’lık sonuçlarla aşağılarken, bir Türk kulübünün dünyanın en iyi takımları arasında yer bulacağını düşünmek gülünç olurdu." İşte zaten bizim de bu müthiş durumu kolay hazmedemeyişimiz bundandır. Ve devam ediyor: "Ama bugün birkaç takım bunun için yarışıyor." Bu da soğukkanlı bir değerlendirme... Kazanılan yolun topyekün ülke futblu tarafından kat edilmediğini anlatan güzel bir tanımlama. Hele geçen hafta ligin ortalamanın üstündeki takımlarından Denizlispor’un Porto’da düştüğü durumu gördüğümüzde bunun ne kadar olduğunu bir kez daha anlamadık mı? Beşiktaş’ın ,Galatasaray’ın, Milli Takım’ın 2003’ü çağın gerekleriyle yaşadığı dönemde, o maç 80’lerdeki İngiltere maçlarına ne çok benziyordu. Belki hazmedemeyişimiz, özümseyemeyişimiz bundandır. 0 - 0’lık bir ilk devre, ardından 4’ü duran toptan yenen 6 gol. Aynı 80’lerdeki temel futbol hataları, panikleri... Ve görüyoruz ki, bir tarafımız, çoğunluğumuz hâlâ oralardayız.
Ve bu durum, ülkenin diğer tüm gerçeklerine de ne kadar çok benziyor. Gelir dağılımındaki adaletsizliğe, sınıflar arasındaki uçuruma. Orta direğin olmayışına... Bu bir mahallede İsviçre, komşu mahallede Kongo’nun yaşanması gibi. Bir tarafta Avrupa’nın bir numaralı elektronik aletler firması olmaya giden firmalara sahip olan, diğer tarafta kestiği eti sağlıksız olduğu için Avrupa’ya satamayan Türkiye. Belki de böyle başarıları özümseyemeyişimiz, bunları bilmemizdendir.