Transferden sorumlu olanlar bir oyuncu buluyor. Tanıdık bir menajere bağlı bir Doğu Avrupalı ya da Güney Amerikalı diyelim...
Oyuncunun bir önceki transferine baktığınızda bonservis bedelinin 500 bin euro civarında olduğunu görüyorsunuz. Oyuncu da yılda o kadar kazanıyor. Kulübü tarafından satışa çıkarılmış ya da alıcı çıkarsa verilmesinde bir engel yok.
Peki söz konusu futbolcu piyasada ne kadar istenen bir oyuncu? Başka hangi ülkelerden hangi takımlar istiyor diye bakıyorsunuz. Öyle aman aman bir rekabet yok. Hatta çoğunda oyuncu ya klasman düşecek ya da aynı klasmanda kalacak. Hani çok ihtiyacı olan alır ve ne bonservisi ne de yıllık geliri artar cinsinden. Çünkü bir aşama kaydetmemiş.
Sonra Türkiye’ye transfer olan bu oyuncunun bonservisinin 4 milyon, oyuncunun yıllık gelirinin ise 1 milyon euro olacağını öğreniyorsunuz. Tamam. Türkiye için fiyatlar farklılaşıyor doğru. Ama bu, temelde oyuncu maaşları için geçerli. Kulüp niye zaten elden çıkarma konusunda sıkıntı yaşadığı ya da bir sorun görmediği bir oyuncuya hazır alıcı bulunmuşken, bonservisini hem de 8 kat artırsın ki! Bunun ne manası var? Kulübün başkanı bir taşra kentinde yaşayacak değil ya! Normalde ‘Bu Türkler fazla para veriyor, isteyelim’ itici gücünün oyuncu bonservisini en fazla oyuncunun maaşı oranında artırması lazım değil mi?
İlişkiler araştırılmalı
Ve asıl önemlisi böyle bir aşırı değer artışını bizim yöneticiler niye kabul ediyor?
Türkiye’de bazı kulüpler için her sene tekrarlanan bazıları içinse hiç olmayan bir durum bu. Misal yaklaşık 10 senedir X kulübü 200 bin euroya C klasmanı oyuncular transfer ederken, aynı zaman zarfında aynı klasman oyuncular Y kulübüne 2 milyon euroya geliyor. Bu nasıl bir iş?
Bu transfer ilişkilerinin araştırılması, neler döndüğünün iyice ortaya çıkarılması şart. İtalya’nın 5 sene önce yaptığını bizim de artık yapmamız lazım?
Neyse! Devam edelim...
Misal bir kulübümüz şu ana kadar bu transfer döneminde bonservis ücretleri toplamında 11 milyon euro ödedi. Elde yüksek maaşlı oyuncular da var. Ve yeni gelen oyuncularla birlikte yıllık toplam oyuncu gideri 30 trilyon TL civarına geldi. Yıllık gelir ise bu miktarın yarısından biraz fazla. Yapılan diğer yatırımları ve olası devre arası transfer harcamalarınıysa hiç karıştırmıyorum.
Zaten bundan önce 100 trilyonun üzerinde ödenmesi çok zor borç var...
Döndürülemez, devam ettirilemez bir bilanço ve borç döngüsü bu. Buna nasıl ‘olur’ deniyor. Kulübün üyeleri, divan kurulu, bu kulübe lisans vermekle görevli TFF ve bağımsız denetleyici.
Aslında sorumluluk yok
Ve son olarak bu korkunç maddi yükün sonucu ne?
Aşırı borçlanma ve açık olmayan hesaplar nedeniyle kimsenin yönetimlere aday olmayışı doğal sonuçların en başta geleni ve en çok üzerine gidilmesi gerekeni bence... Sahip gibi başkanlar ortaya çıktı. Ama yönettikleri kulüp ve oynadıkları para aslında onların değil. Dolayısıyla kulüp batarsa batacak olan onların paraları değil. Yani aslında sorumluluk yok ama haklar sonsuz...
10 yılda çağdaş yapılar kuracağız diyerek yine hilkat garibeleri yaratmayı başardık.
Her şey bu kadar meydandayken, burada neler olup bittiğine gerçekten bakacak birileri çıkacak mı?
Göreceğiz...
Mehmet Aurelio
Artık ona Mehmet demek için bir engel yok. İspanya’ya, asıl kültürüne daha yakın bir ülkeye gitti ve burada seçtiği ismini kullanacak. Mehmet Okur, ABD’de kendisine Memo dedirtmekte bir sakınca görmezken, Aurelio İspanya’da Mehmet’i kullanıyorsa, artık ona adaşım demekten mutluluk duyarım.
Kezman 3.5 milyon euro kazanırken onun daha fazla istemesi anlaşılır bir durumdur. Kim ne derse desin. Güiza, 14 milyon euro bonservisle ve gelmesini asıl sebebi olarak yüksek maaşını göstererek Fenerbahçe forması giyecekse (ki bu parayı ona sadece Fenerbahçe verdi) Mehmet’e Fenerbahçe’den daha fazla para veren bir İspanyol takımına gitmesini anlayabilmek lazım.
Tabii ki tek ayrılma sebep bu değil. Tabii ki Bayram Tutumlu’nun, bu ülkenin en çok para harcayan kulübünün transferlerine hiç giremeyişinin kızgınlığını yaşadığını düşünebiliriz. Ama Aurelio’yu da anlayabiliriz.
Peki ya Fenerbahçe’yi? Sarı - lacivertliler Real’in terk etmek zorunda kaldığı yolda gidiyor. İsimlere çok para. Real, Makalele’nin yerini uzun süre dolduramayarak derin bir krize girmiş ve sonunda bu yoldan ayrılmıştı. Umarız Fenerbahçe bunu yaşamaz.
Ve asıl önemlisi. Fenerbahçe yönetimi çok kızmamalı. Onu Gençlerbiriliği’nin elinden alırken de Ankaralılar durumdan hiç memnun değillerdi hatırlayın. Mehmet o zaman da Gençlere imza atmıştı. Ama sonunda daha çok paraya ve daha büyük bir sahneye tav oldu. Hayat insana bunları gösteriyor işte.
Rıdvan Dilmen haklı
Rıdvan Dilmen yaptığı Fenerbahçe değerlendirmesinde yıllardır yapılan kamp haberlerinin yine aynı şekilde devam etmesinden şikâyet etmişti. Yıllar önce ‘Rıdvan Hoca takımın pestilini çıkardı’ diyorlardı. Bu kez ‘Aragones oyuncuları bitkin düşürdü’ diyorlar. Hep aynı diyor.
Haklı. Ben bunu bir muhabir eleştirisi olarak görmüyorum. Çünkü Rıdvan Dilmen de muhabirlerin ne şartlarda çalıştıklarını biliyor. 7 gün 24 saat. Hep aynı oyuncular hakkında haber yapma sayfa doldurma zorunluluğu. Basitinden bir antrenmanda bir sayfa haber çıkarmanız lazım. Kulüplerin koyduğu insafsız yasaklar varken. Hem de ne karşılığında? Rıdvan Dilmen de bu sıkıntıları çok iyi biliyor. Onun eleştirisi daha başka kanımca.
Ve zaten bu bir muhabir eleştirisi olamaz çünkü Dilmen benim hayatta tanıdığım en akıllı adamlardan biridir. Ve denklemi de kurar. Yıllardır her hazırlık dönemine ve her maça aynı lafları söyleyerek yapılan bir mesleği icra ettiğinin hesabını yapabilir.
O yüzden emektar muhabir arkadaşlarım Dilmen’e kızmasınlar.