Semih tam 9 yıldır Fenerbahçe’de. 16 yaşından 25 yaşına kadar Fenerbahçe gibi bir kulüpte kalabilmek zaten bir iş. Bir yıllık İzmirspor arası dışında beklemeyi kendine yedirmek bambaşka bir iş.
Anelkaları, Van Hooijdonkları, Nobreleri, Washingtonları görüp her birinden bir şeyler öğrenebilmek bir iş. Ben böyle bir takımda nasılsa oynayamam ruh haline kendini kaptırmamak, yılmamak başka bir iş...
Semih 17 yaşındayken ‘İşte Fenerbahçe’nin geleceği’ denen oyunculardan değildi.
20’li yaşlarına geldiğinde bile ‘Fenerbahçe’de yedek olabilmek için bile yetersiz’di.
Fena olmayan bir yedek oldu önce.
Sonra yedek golcü oldu.
Ardından ‘Eldeki kadroda, oynanması istenen sistemde tek seçenek’ dendi. Tabii bazılarımız tarafından. Bazıları da dalga geçti.
Sonra...
-11’de başladığında olmuyor.
-Boyu kısa (1.83. Guiza’dan 3 santim uzun)
-Beleşçi (Evet bu bile söylendi. Duran top kullanmadan 7 asist yapmış ve santrfor mevkinde oynayan oyuncular arasında sadece Mehmet Yıldız’a geçilmiş bir oyuncuya beleşçi demek de bizim mesleğin ustalarına özgü!)
Ancak gerçek farklıydı. Bütün bu zaman içinde oyunu ileride organize edebilme becerisine kavuşmuş olmasının yanı sıra çok iyi bir golcüye de dönüşmeyi bildi Semih.
Şimdi 25 yaşında. Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Şampiyonası sonrası artık başka bir sınıfta. Şu anda Türk santrforlar arasında ondan iyi diyebileceğimiz tek oyuncu Nihat. Ancak çok yönlülük açısından Semih şu anda tek. Yine de bunu itiraf edemiyoruz. Fenerbahçe Kulübü de edemiyor, takip edenler de.
Güiza’nın hiçbir teklif alamadığı La Liga ve Premiership’ten Semih’e teklifler var. Van Persie ya da Adebayor’un gitmesi durumunda Arsen Wenger’in kısa listesindeki oyuncuların başındaki Semih’e gel demesi sürpriz olmayacak.
Ancak yine de biz ikna olmuyoruz.
Dortmund’da doğmuş olsaydı Semih. Ve bugün Schalke’de oynuyor olsaydı. Ya da Toshack’ın ağına Nihat değil de Semih düşmüş olsaydı. Şu anda onu almak için Güiza’ya ödenen paradan daha fazlasını ödemeye hazır olurdu büyükler. E bir de Türk pasaportlu tabii.
Böylesine çıkış trendinde, dünya futbolunun bugünü için harika bir yaşta bu kadar özellikli bir oyuncu başka bir yerde olsaydı en büyük rüyamız olurdu. Misal İtalyan olsaydı. Transfer dedikodusu bile Eto’onun gelme ihtimali kadar heyecan verici olurdu.
Senede 15 maçtan fazlasını oynamayacağı kesin olan oyunculara toplam 20 milyon euroluk paketler öneren kulüpler için Semih’in ve onunla simgeleşen diğerlerinin nasıl hazineler olduğunu anlamak nasıl bu kadar zor oluyor? Bunu anlayamıyorum.
Bu sadece basit bir komşunun tavuğu komşuya kaz görünür hikâyesi olamaz.
Bu işlerde bir anormallik var. Ve ben yine hiç, ama anlayamıyorum.
Riskli ve tartışmalıAragones’in ‘Elimde bir tek Selçuk var’ açıklaması ne anlatıyor? Birçok şey olabilir. Buradan yola çıkarak transfer çalışmalarını da eleştirebilirsiniz, bizzat Aragones’i de...
Ancak daha önemlisi Aragones’in değiştirmek zorunda olduğu genel durumu. Aslında ruh hali. Luis Aragones, Raul’u tereddüt etmeden dışarıda bırakabilecek kadar özgür bir oyuncu seçimi ortamından, sezonun ilk ve çok önemli maçından sadece 1 hafta önce belki de en önemli pozisyonda tek bir oyuncusu olduğunu itirafa geldi. Bu hiç de kolay olmayan bir ruh hali değişimi olsa gerek. Sonsuz seçenek içinde işini yapmaktan en iyisine de sahip olsan yine de seçeneksiz çalışmaya geçiş. Iniesta ve Xavi’yi 60’inci dakikada oyundan alabildiğin bir kadro zenginliğinden bu duruma gelmenin şoku kolay idare edilebilir bir hal midir?
Aragones Mallorca’yı Mayıs 2004’de bıraktı. 4 yıl önce. 4 yıllık ve sonunda Avrupa Şampiyonluğuna varan süreçte hiç oyuncu aramadı. Sadece var olan içinden seçti. Oyuncu havuzu televizyonu kadar yakındı. Bu dört senede sadece 23 maça çıktı. Ortalama 2 ayda bir maç. 10 Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası maçının toplam 1 ayda olup bittiğini düşünürseniz aslında 4 ayda 1 maç ediyor. İşler yolunda giderse Fenerbahçe’de 4 ayda, son 4 yılda çıktığı kadar maça çıkacak. Aragones 4 yılda İspanya Milli Takımı’yla 12 kez uçakla bir maça gidip geldi. Bunu şimdi 2 ay içinde yapacak. Hayır yaşından filan bahsetmiyorum. Yorulur da demiyorum. Hiç öyle durmuyor çünkü. Gayet sağlıklı ve aktif.
Sorun bu tempoyu bu kadar seçenekleri kıt bir kadro içinde yapmak zorunda oluşu.
Hep savunduğum şeyden bahsediyorum. Milli Takım hocalığı başka bir iştir. Bu yüzden birçok ülkede bu pozisyona ‘seçici’adı verilmiştir. Bu sıkıntıyı sadece Aragones değil, Scolari’nin de yaşayacağını söyleyebiliriz. ama aralarında bir fark var. Brezilyalı, Chelsea’ye giderek oyuncu seçeneklerini daraltmadı, artırdı. Kaka’ya ulaşması an meselesi misal. Uzun vadede bir Portekiz-Brezilya karmasına beğendiği diğerlerini ekleyecektir. Ama Aragones’in yapabildiği en pahalı transfer milli takımda yedek tuttuğu Güiza.
Aragones, Terim gibi de değil. Onu Milli Takım’ın başına tüm ülke futbolunu yeniden yapılandırsın diye getirdiler, ama İspanyol’un böyle bir görevi de yoktu. Zaten İspanya yapılandırma gereksinimi olan bir yer değil. Hatta Türkiye’deki yeni alt yapı hamlesinin İspanyol kaynaklı olması da düşünülen çözümler arasında.
İşte bu yüzden Galatasaray’ın Kalli tercihinden belki de daha riskli ve tartışmalı bir atama bu. Zaten kurulan takımın Aragones mantalitesine ne kadar ters olduğunu yazıp tartışmıştık. Emre ve Aragones misal.
Geçen yıl boyunca Fenerbahçe’nin yönetim anlayışını gittikçe olgunlaştığını yazıp çizdim sürekli. Bütün bu olup bitenlerden sonra sadece şunu umuyorum:
Benim algımı aşacak kadar ileri gitmişlerdir de o yüzden anlamıyorumdur bu olup biteni.