Premier Lig’de aldıkları Tottenham beraberliği ve Stoke City yenilgisi ardından Manchester United maçı öncesinde Arsenal'in ve Wenger'in taraftarına kendisini affettirmenin tek yolu bir Fenerbahçe zaferi. Bilinen sıkıntıların yanı sıra bu durum ekibimizin en büyük dezavantajı.
Arsenal’in uzun süredir kullanamadığı Rosicky, Eduardo gibi kilit hücum silahlarının yanı sıra Adebayor ve Walcott’u kaybetmiş olması kadro değerlerini düşürüyor. Kuzey Londralıların asıl büyük yapısal sıkıntıları ise orta sahadan mı yoksa direkt savunma hattından mı olduğu tartışılan savunma sorunu.
4-2’den son dakikalarda Tottenham’la berabere kalınan derbi sonrası da bu tartışma yeniden gün yüzüne çıktı. Tottenham gibi rakip kaleye az gidebilen bir rakibe karşı 2 dakika oyunu oyalayamamış olmaları Arsenal’in orta sahada özellikle defansif yönde çektiği sıkıntıyı ortaya koyuyor.
En büyük başarı olur
Denilson, Fabregas gibi genç ama etkin orta saha oyuncuları olmasına rağmen kontrol oyununu bu seviyede yapamıyorlar. Kadıköy’deki maçta da aynı sıkıntı göze çarptı. O maçı kazandıran son vuruş başarılarıydı. Ancak Fenerbahçe de Arsenal kadar pozisyon bulmuştu. Şampiyonlar Ligi seviyesinde bir İngiliz
Ali Koç’un yaklaşımı şahane... İnsanın içini serinletiyor. Söylediklerinin çoğu için aynı şeyi söyleyebilirim. Demek ki bu ülkede akıl, izan, vicdan hâlâ yaşıyor. Hem de en fanatik diyebileceklerimizde bile.
‘Eskişehir 10 kişi kaldı, ama 12 kişi gibi oynadı’ diyerek rakibin hakkını vermek. Çok güzel...
Çünkü Rıza Çalımbay teknik adamlığının zirvesini yaşıyor. Eski zaman kaptanları gibi bir devleri var. Serdar üç kişilik ve iki yönlü oynuyor. Eğer 2. yarıda o pozisyonda Anderson’un önüne topu yuvarlamayı tercih etse oyunu zirveyi bulacaktı. Youla’nın geri dönüşü de harika. 70’lerin sıcaklığında muhteşem bir de tribün. Kaleci Sinan’ın muhteşem hikâyesi de... İnsan daha ne ister ki...
Hepsi şahane ve Fenerbahçe yöneticisi bunun hakkını veriyor. Gerçek bir Fenerbahçeli için bir şampiyonluk kadar keyif verici bir tavır.
Ama itirazım da var.
Üç haftadır bunu anlatmaya çalışıyorum. İki forvete, savunma göbeğinizi yapıştırıp, arkaya da bir sarkık adam bırakmak temelde sorunu çözer gibi görünüyor. Ama işte golde olduğu gibi iki hücumcu, orta saha bir an için bile işin içine girse, bir ters topta tüm savunma birbirine giriyor. Herkes yerini, adamını kaybediyor ve böyle bir golle karşılaşıyorsunuz. Adam adama denen savunma tarzıyla uzun vadede başarı sağlamak olanak dışı.
Denizli’yi, Fenerbahçe’de perişan eden buydu. Aynı şey aynen dün de oldu.
Halbuki , hava şartlarından mı, yoksa bir tercih mi bilmek mümkün değil, ama tempoyu belli bir seviyede tutmak Beşiktaş’ın işine geldi. Oyun biraz kontrolden çıksa Kayseri’de, Beşiktaş’ı rahatsız edebilecek oyuncu sayısı çok fazla. Tıpkı golde görüldüğü gibi...
Savunmadaki bu tercih, oyunun her yerine sirayet ediyor. En önemlisi ise Delgado’nun genelde gol bölgesine uzak kalışı oldu. Delgado geride kalınca Nobre’yi etkin kullanmak da zor oldu. Tello ve Cisse varken, Delgado’nun da bu kadar geride kalışı savunmanın durumundan.
Bunun üzerine Beşiktaş’ın 3’lü savunma tercihine rağmen iki savunma kanadının oyuna katkısı çok olmadığını koyun. Siyah-beyazlıları ileride tek
Fenerbahçe’nin çıkar yolu Semih-Alex-Guiza üçlüsünü taşıyacak bir arka ekip kurabilmek.
1- Ancak orta sahada bu yükü kaldırabilecek bir ekip yok.
2- Üstüne, bunun için iki savunma kanadının çok iyi iki yönlü oyun oynamaları, ileri çıkabilmeleri zamanında dönmeleri gerekiyor. Bu olmuyor. Farkındaysanız Fenerbahçe’nin rakipleri en hızlı adamlarını Roberto Carlos’un arkasına sarkıtmaya çalışıyorlar. Ortak bir taktik gibi bu... Bu durum bir dünya efsanesi adına oldukça üzücü olsa gerek.
Savunma kanatları bunu güvenli bir şekilde yapamadığı için Fenerbahçe’nin oyunu otomatikman bozuluyor. Rakip 10 kişi olduğunda bile, misal 3 dakikalık bir baskı kurulamıyor. Bu oyunun istikrarlı bir başarı getirmesi - hele de deplasman maçlarında imkansızlaşıyor.
Bu genel sıkıntının yanı sıra Youla ve arkadaşlarının geçen hafta Galatasaray’a karşı gösterdikleri başarının Aragones üzerindeki etkisinin de rolü olmalı. Eksik bir rakibe karşı bu kadar baskıdan uzak olmak bunun ispatı.
Fenerbahçe baskı kuramıyor ama savunma sakarlıkları aynı şekilde devam ediyor. Yani tedbirler ‘aman o kadar açılmayalım’ yaklaşımı fazla yarar sağlamıyor.
Güiza’nın yardıma ihtiyacı var
Çarşamba 4’te oynanan Gaziantepspor - Trabzonspor maçı temposuyla, oyun kalitesiyle tatmin ediciydi. Naklen yayınlanan Fenerbahçe ve Galatasaray oyunları ise azap.
Dün Allah için biraz olsun hareketlenme olsa da, bunu iki takımın yakın zamandaki teknik adam değişikliklerinin yarattığı duruma bağlamakta sanırım sakınca yok.
UEFA Kupası’nın bu formatla oynanmaya başlamasıyla paralel olarak bizim de hemen acilen bu tuzağa atlayışımızı o gün de anlayamamıştım, bugün de anlamıyorum. UEFA bunun bir işe yaramadığının farkına nihayet vardı. UEFA şimdi Şampiyonlar Ligi formatına çevirdi kupayı da... Yani onlar anladı, ama yine yanlış anladı. Başından sonuna. Çünkü bilinir ki bu tür kupalara eleme lazım...
Şimdi bakalım bizimkiler ne yapacak?
Kupa diğerlerinin ligidir. Alt takımların, hatta alt ligden takımların kısa yoldan sezonluk da olsa başarı ve şöhret kazanma yoludur. Bu oyunda herhangi lige dayalı bir durum dayatılmamalıdır. Hatta sadece eleme formatı da yetmez. Tek maç ve sıralamada altta olanın evinde oynanacak tek maçla belirlenecek bir galip. Kupa o zaman başka bir heyecan olur.
Bu ise sadece alternatif ve kötü bir lig... Hepsi o kadar.
Maça gelirsek: Beşiktaş’ı dün ve
Üç büyüğün oynadıkları maçlarda bir tek kabul edilemez hakem hatası var. O da Edu’ya çıkmayan kırmızı kart... Ben o kartın da hafifletici sebepler nedeniyle çıkmayabileceğini düşünüyorum. Brezilyalı’nın topu atmak üzereyken son anda yaptığı işin farkına varması o topun hakemin suratında patlamak yerine yardımcının omzuna gelmesi gibi, hakem de son anda karar değiştirip ihraçtan vazgeçti. Tıpkı Olympiakos maçında Lincoln’ün hakemden sarı kart isterken son anda durumu fark edip vazgeçmesi gibi. İspanyol hakem de sadece sert bir uyarıyla bırakıp, Lincoln’ü oyundan atmadı. Aynı şey... Ha! Kırmızı çıksa ne denebilir? Ya da Bursalı bir oyuncu bunu yapsa ne olur? Bakın bu başka. Ama itiraz edenler Bursa’nın hakları için itiraz etmiyor ki, diğer büyük için ediyor. Ki, asıl sorun da bu!
Baros’un eliyle aldığı top, doğrusu koluyla dokunduğu top kabak gibi ortada gibi durmasına rağmen gözden kaçabilir. Çünkü top yön değiştirmiyor, yavaşlamıyor bile. Ya da bizim gördüğümüz 3 kamera açısından benim gördüğüm bu. Hakem Baros’un elini uzattığını, ama dokunmadığını düşünmüş olmalı. Ya da açısını düşünün... ‘Kolunu ne yapsın adam’ rezil klişesiyle görmüş ve dokunmadığına hükmetmiş olabilir. Topa
Önce şu dramatik an ve durumdan bahsetmek lazım. İlk yılında dökülen bir adam olan Deivid, ikinci yılında kulübün tarihindeki en büyük uluslararası başarının başrolüne çıkıyor. Ardından ayağı kırılıyor.
Ve aylar sonra hem de büyük bir hezimetin ardından dönüp son dakikalarda oyuna girerek golünü atıyor. Sonra göz yaşları... Başka ve az rastlanır bir durum bu.
Fazlası da var. Eksi ve artı yönde...
Krizi daha da büyüten bir yılgınlığa teslim olmaktansa, tüm sıkıntılara rağmen isyan edebilmek hâlâ Fenerbahçe’nin bir özelliği demek ki. Taraftarı ayakta ve hayatta tutabilecek bir durum bu. Arsenal hezimetinden sonra bile ayağa kalkabilmek bu takımdan umutlu olmak için yeterli sebep... Bir Fenerbahçeli açısından böyle bakabilirsiniz.
Bu takım yoksa tamamen Yusuf’a ve onun duygusallığına mı bağlı. Estonya maçında kaçan net bir pozisyonun ardından hâlâ yerine gelmeyen morale mi bağlı her şey... Neredeyse şampiyonluktan bahsetmek üzere olan koca bir şehri sıkıntıya sokacak bir durum bu. Timsah için de sorun bu...
Fenerbahçe, Yusuf’a emanet edilmiş Bursa orta sahasının hücum organizasyonunu durdurmayı savunma önündeki yığılmayla kolayca durdurdu. Şampiyonlar Ligi antrenmanı
Denizli’nin özellikle ilk yarıda bol pozisyona giren, ama sadece 1 gol bulabilen hücum ekibi ise zamanında Fenerbahçe’de kullandığı ekibe pek benziyor
Beşiktaş üçlü savunmayla oynamıyor. En azından dün öyle oynamadı. 4’lü klasik savunmanın ortasında Toraman ve Zapo. Sivok ön arka filan değil tam libero oynuyor. Orta sahanın serbest adamı... Tabii Tum’a yapışmadığı zamanlarda. Toraman da çoğunlukla Mehmet Yıldız’ın markajcısı. İlginç bir savunma tarzı.
3’lü oynamamalarına rağmen iki kanatta Üzülmez ve Serdar genelde yalnız kalıyor. Çünkü orta sahanın ortasında garip bir toparlanma oluyor. İlginç. Üzülmez bu işin altından kalkabilecek gibi de durmuyor. Hakkını verelim çok iyi niyetli ve çalışıyor. Ancak iki yönde de oyuna katkısının daha yüksek olması lazım.
Denizli’nin özellikle ilk yarıda bol pozisyona giren, ama sadece 1 gol bulabilen hücum ekibi ise zamanında Fenerbahçe’de kullandığı ekibe pek benziyor. Revivo- Andersson- Rapaiç Baliç yerine Delgado- Nobre- Tello- Bobo. Tüm hücum yükü ara sıra Cisse’nin de katılımıyla bu ekipte. Hızlı uzun ters toplarla hemen rakip kaleye ulaşmak... Hedef bu. Eveleyip gevelemeden hızla pozisyon arıyorlardı. Gençler maçında olduğu gibi yine