Mesut ve Nutella

14 Ekim 2008

17 Kasım 1993’de Fransa, Paris’te Bulgaristan’la karşılaşıyordu. Bir puan onları ABD Dünya Kupası’na götürecekti. İşin buraya kalmasının nedeni de bir önceki maçta yine aynı sahada grubun iddiasız takımı İsrail’e 3-2 yenilmeleriydi. Şoka girmişlerdi, ama nasıl olsa bir puan onlara yetiyordu. Uzatmayalım, meraklısı zaten bu maçı an ve an hatırlıyordur. Cantona’yla öne geçtiler Kostadinov’un golüyle ilk yarı 1-1 bitti. Maçın son dakikasında Cantona’nın kullandığı kornerde Bulgaristan kontratağa çıktı. Top Kostadinov’un önüne geldi, ceza sahası içine girdi. Şutu çekerken Blanc ayaklarına yattı, ama top yakın 90’dan filelere takıldı. Kronometre 89.59’u gösteriyordu. Kostadinov ve arkadaşları yerlerde yuvarlandılar. Kulübede Gerard Houllier ve Aimee Jacquet darmadağın olmuştu. Sahadakiler gibi. Fransa, ABD’ye gidemedi. Bulgaristan gidip yarı final oynadı.
O maç bir devrin kapanışıydı Fransa için. Birçok anlamda. Ama bence en önemli yönü ‘kan’dır. O maçta kadroda Fransızlığı sorgulanabilecek sadece 2 oyuncu vardı; Bernard Lama ve Marcel Dessaily. 4 yıl sonra kendi evlerinde kazanırlarken, aşırı sağcı lider Le Pen ‘Bu takımda kimse Marseillaise’i (Fransız Milli Marşı) ezbere bilmiyor.

Yazının Devamı

Doğru ya da yanlış

12 Ekim 2008

Ben Bosnalı bir gazeteci olsam ve bu maçı yorumlamamı isteseler, ikinci yarıda konuk ekibin oynadığı oyun için onları çok hırpalardım. Son 5 dakikadaki ayaklanmayı bir kenara bırakırsak Bosna Hersek Milli Takımı’nın ikinci yarıda uyukladığını söyleyebiliriz.
Bizim gençlerin ikinci yarıdaki kendilerine gelişleri onların organizasyon gücünden potansiyellerini ortaya koymalarından mı, yoksa Bosna’nın uyuklamasından mı bunun cevabını vermek kolay değil. Çünkü bizimkileri test edebileceğimiz, karşılaştırabileceğimiz bir örnek yok. İbrahim Kaş, Mevlüt, Batuhan. Sadece bu üçlünün bir arada oynaması bile bırakın Türk Milli Takımı’nı herhangi bir kulüp takımını dahi başka bir örnekle karşılaştırılamaz yapıyor.
Şunu kabul edelim. Fatih Terim, özellikle de Avrupa Şampiyonası üçüncülüğünden sonra, “Kimin oynadığı önemli değil, hocanın Terim olması önemli” mantalitesiyle takımlarını sahaya sürüyor. Kendine inancı, egosu en üst seviyede.
Şunu da kabul edelim. Dün sahaya çıkan ilk

Yazının Devamı

Denizli mi? Yok artık!

10 Ekim 2008

Sanırım iki yıl oldu. Mustafa Denizli’yle aynı sayfalarda yazıyoruz. 2002’den bu yana belli bir yakınlıkta tanıdığımı da söyleyebilirim. Evine gitmişliğim yoktur, evime gelmişliği de...
Ama bir yerlerde karşılaştığımızda, oturup demlendiğimizde çok keyifli bir adamdır. Bu dünyada oturup saate bakmadan konuşabileceğiniz az sayıdaki adamdan biridir. Sadece futbol da değil, hayatı konuşabilirsiniz Denizli’yle. Bir dünya görüşü vardır. Hayatı algılayışı ve ifade edişi nettir. Gerçekten gülersiniz Denizli’yle, kederini de hissedersiniz...
Bir amaç adamıdır Denizli. Oynattığı futbolu beğenip beğenmemek keyfinize kalmış. Ama boşuna bir görev üstlenmez, laf olsun diye bir işe girmez. Bir hamle sonrasını değil daha ilerisini görür ve buna göre aksiyon alabilir. Cesurdur. Hücum futbolu sebebiyle değil. Misal o ünlü Monaco maçında tarihimizin en büyük savunma oyunlarından birini de oynatmıştır. Ve bu da ‘hücum futbolu’nun ikonu olmuş birisi için cesaret gerektiren bir iştir. Bir dolu oyuncu onun döneminde yıldızlarını

Yazının Devamı

Cehennem serinleten fikstür

8 Ekim 2008

Galatasaray’ın avantajı üstündeki iki torbadan uygunların çıkmaması. Dezavantajı ise altındaki iki torbadan sıkıntı verici rakiplerin gelişi. Bunu Metalist ve Olympiyakos’la içeride oynayacak olmanın avantajı dengeliyor gibi. Bu maçları kazanmak turu getirebilir.
Benfica’yı direkt çıkacak takım olarak görebiliriz. Deplasmanda Aimar’lı, Reyes’li ve çok iyi seyircili bir takımı yenmek için dengeli bir orta sahaya ihtiyaç var. Bükreş veya Bursa’daki orta saha performanslarıyla bu zor. Aynı şeyi Berlin deplasmanı için de söylebiliriz. Bundesliga’nın en saygın santrforlarından Pantelic’in yanına Voronin’i de koydular. Avantaj Hertha’nın şu ana kadar iki maç üst üste kazanamaması. Yani istikrarsızlığı. Tabii bu grubun son maçı. O ana kadar her şey değişebilir.
Çok zor bir 4 ve 5. torbayla cehenneme dönebilecek bir grup, ama fikstür olabileceğin en iyisi.

Yazının Devamı

Yeni bir Trabzon bekliyoruz

7 Ekim 2008




Bir futbol oynamak vardır. Sokakta iyisinizdir (Bkz. Ben, sen, hepimiz).
Bir de meslek olarak futbol oynamak vardır.
Statta da iyi olmanız gerekir ve sokaktan stada atlamak kolay değildir (Bkz. profesyonel futbolcularla aramızdaki fark).
Teknik direktör olmak vardır bir de. O da bambaşka bir iştir.

Yazının Devamı

Timsah hak etti

6 Ekim 2008

Sadece savunma dörtlüsüne kalmış bir savunma ve sadece Arda’ya kalmış bir hücum gücü. Galatasaray’ın orta sahasındaki dengesizlik herkesin kendi başına var olduğu bir oyun yapısı oluşturuyor. Ve ortaya çıkan da işte bu. Her koyun kendi bacağından asılıyor. Takım olmak biraz uzak bir hayaldi Bursa’da...


Skor terse dönünce savunma biraz daha öne çıkıp oyuna katılıyor ve oyun alanı daraldığından yardımlaşma ‘mecburen’ artıyor, oyuna girmeye niyeti olmayanlar bile giriyor. Ancak bunun da sakıncası büyük. Savunma topla çıkarken hata yaptığında ya da ileride top kaptırıldığında var olan dar alanın biraz sahte olduğu ortaya çıkıyor. Önde basmak, ribauntlara (ikinci toplara) girmemek rakibin kolay çıkmasına yol açıyor.
Hele de rakipte dünkü Yusuf Şimşek gibi bir oyuncu olunca işler iyice içinden çıkılmaz oluyor.
Lincoln’ün, Galatasaray için ne ifade ettiğine ve Yusuf’un, Bursa için anlamını dünkü maçı seyrettikten sonra görmek kolay. İki çok çaba sarf etmeyen ve

Yazının Devamı

Sadece tur sevinci

3 Ekim 2008

Maçın sonlarına doğru hafiften ıslıklamalar başlamışken Galatasaray ligde Antalyaspor’dan yediği golün aynısını Bellinzona kalesine yolladı. Gol öncesi ıslıklar eğer geneli sahadaki genç oyuncularaysa bu çok doğru değil. Ama bu oyunun sorumlusunaysa haklı bir tepki olarak görülmeli.
Gol sonrası alkışları ise anlamak çok mümkün değil. Çünkü alkışlanan büyük bir yüzde ile topları yanlış kullanan, defansif hiç bir görevi olmamasına rağmen çabuk yorulan Lincoln’e... Taraftarın onu yeni bir Hagi olarak görme isteği anlaşılabilir. Ama dün akşam da görüldü ki, Brezilyalı’dan böyle bir lider çıkamayacak. Hatta daha da ötesi... Galatasaray tam kadro sağlıklı olduğunda Lincoln’ün ilk on birde yer bulması bile çok zor. Tabi normal şartlarda... Bellinzona karşısında toplam 6-4’lük bir skor çıktı. Bunu iki takımı kadro olarak karşılaştırdığımızda açıklamak çok mümkün değil.

Skibbe’nin fantazisi!
Oyuna gelirsek... Galatasaray’ın turu hemen hemen

Yazının Devamı

Tek TV, FB TV

2 Ekim 2008

Futbol bir televizyon oyunu. Öncesiyle sonrasıyla.  Futbol asla sadece futbol değildir lafına itiraz edebilirsiniz belki...
Ama ‘futbol sadece 90 dakika sürmez’e itiraz etmek mümkün değildir. Oyun son düdükle bitmiyor. İnsanlar TV’lerinin başından ayrılmıyor. Hocaların, oyuncuların, eski futbolcu ve gazetecilerin ne söyleyeceğini merak ediyor. Stattan çıkan taraftarın ne söylediği, nasıl bir ruh hali içinde olduğu önemli. Arkadaki boş tribünler bile önemli. Yani futbol bir ürünse, fonuyla, sesiyle, bunların tümüyle, eleştirisiyle bir ürün.
Reytingler de bunu ortaya koyuyor zaten. Dün ‘maçın ardından’ programı açık olan her 8 TV’den birinde izlenmiş. Türkiye’de her 8 kişiden biri, maçın sonunda ne konuşulduğunu merak etmiş. Böyle bir yayının sağlıklı ve daha çekici olması için, doğal maç ortamının devam etmesi, dolayısıyla da ışıkların açık kalmasını istemek bu yayını sürdürmekle görevli olanların hakkı değil mi? Bu konuda gayet mantıklı laflar ve sınırı asla

Yazının Devamı