Bugün ligin hücum gücü, milli takıma destek veremeyecek. Zaten ligdekilerin çoğu yabancı... Yerlilerin de ya formları düşük ya da oynamalarını engelleyen sakatlık ve ceza durumları var. Yurt dışında Fatih Tekke ve Halil’den gayrı üst sınıf bir santrforumuz da yok.
Semih ve Nihat gibi çok önemli adamları da kullanamıyoruz.
Rakip de grupta şu ana kadar gol atamadığımız tek takım.
Bu olumsuz hale bir de grup serüveninde 5 gün arayla oynanan maçlardan hiç tam puan çıkaramamış olmamızı ekleyin.
Ayrıca tüm maçlarımızı kazansak bile 2. olamayabiliriz.
Kağıt üzerinde kâbus gibi bir durum. Ancak gerçek hayatta bu kadar da olanaksız değil.
Ukrayna maçındaki oyun bir ümit. Ligdeki ve Avrupa’daki hücuma dönük orta saha ve savunmacılarımız da kendi vasatlarının üzerindeler. Sadece Gökhan Gönül, Tuncay ve Arda’yla bile bu maçı koparabilecek durumdayız. Bosna maçında Semih olacak. Hamit ve Nihat’ı da kullanmamız mümkün.
İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Kayseri, Antalya, Trabzon, Adana, Eskişehir ve Ankara...
Haritanın orta ve batısına yığılmış bu şehirler 2016 Avrupa Şampiyonası’nın adayları. Türkiye, İtalya, Fransa ve İsveç-Norveç ortaklığıyla girdiği mücadeleden galip çıkarsa keyif ve heyecanı buralarda yaşayacağız.
En azından bir kısmımız yaşayacak diyelim.
Bir önceki adaylığımızda Türkiye’nin tek şampiyon şehri Trabzon bu şehirler arasında yoktu. O zaman da uyarmıştım. Neyse ki bu sefer dâhil edilmiş. Şehrin futbol geçmiş ve kültürüne hakkı verilmiş.
Ancak Trabzon’un listeye dahil olması haritanın yan yatmasına engel olamıyor. Batı ve orta batı ağır basıyor. Doğu, Güneydoğu yine çok uzak...
Bu haritayı kim yaptı?
Haritalar, özellikle de memleket haritaları konusunda haklı olarak fazlasıyla hassasızdır. Bilirsiniz, zaman zaman bir yerlerde yayınlanan ve ülkeyi olduğundan farklı olarak gösteren haritalar hepimizi rahatsız eder. Kampanyalar başlar, medyada geniş yer bulur, yapan kınanır, öfke kusulur vs.
Beşiktaş, iştahsız değildi. Maçı kazanmayı istediler. Mustafa Denizli’nin hafta içinde yaptığı çıkıştan gerekli mesajları almış gibiydiler. Biliyorsunuz Mustafa Denizli o açıklamayı basına değil, basın üzerinden oyuncularına vermişti. Dün bu mesajın alındığını gördük. Ancak bu mesajın yan etkileri de olmuş.
Başta dediğim gibi takımın iştahı yerindeydi. Ancak çabuk olmaktan ziyade aceleci, rakibi boğmaktan ziyade birbirinin üzerine çıkan, hücumda soğukkanlı olmak yerine çok sık ofsaytta kalan, bir takım oldular. Beşiktaş ataktan çok, panik ataktı.
Halbuki Erkan, Deumi, Sezar ve Oğulcan’dan kurulu şüpheli Antep savunması onlara gerekli boşlukları tıpkı Galatasaray maçında olduğu gibi verdiler. Antep’in zannediyorum yokluktan tercih ettiği bu savunma hattını İnönü’de geçememek Beşiktaş’ta şu ana kadar gördüğümüz en önemli S.O.S sinyali. Bu panik atak halinin tek istisnası oyuna akım, hırs ve organizasyon bilgisi aşılayan tek oyuncunun Fabian Ernst olduğunu söylemek lazım. Derin La Liga tecrübesine rağmen Nihat’ın onca ofsaytta kalışı, yanlış şut tercihleri, gol stresi de göze çarpıyordu.
Denizli’nin, Ernst’i oyundan alışı sanırım taraftarın gözündeki güvenilirliğini oldukça
Galatasaray’ın yedeklerinin yetenek veya kişisel performans sorunu yok. Bu oyunculardan bir ya da ikisini asıl takıma koyduğunuzda bir defo görmezsiniz. Serdar’dan Serkan’a, bu oyuncular A takımda, asıl takımda sıkıntı çekmeden forma giyebilirler. Emreler’den birini de A takıma koymanız mümkün.
Dün maçı sıkıcı yapan birer birer oyuncular değil, hepsinin birlikte oynamasıydı. Galatasaray’ı Türkiye’deki diğer takımlardan farklı yapan asıl takım düzeyinde pas otomatiğini ve hızını standardın üzerine çıkarmak; her hattı topu olduğu bölgeye mümkün olduğunca yakın tutmak. Oyuncuların tamamı bu özel özellikleri hep birlikte uygulamakta zorluk çektiler. Ancak başta söylediğim gibi bir ya da ikisini asıl takıma koysanız sırıtmayacaklarına eminim.
Bu işin bir de diğer tarafı var. Tallinnli oyuncular Ali Sami Yen’e psikolojik olarak yıkılmış halde çıkmışlar. İlk yarıda iki, ikinci devrede bir pozisyonda bu psikolojik ezilmişlik haliyle gollük pozisyonlarda topa dokunamadılar. Bu Galatasaray için yıl boyunca kullanabileceği çok önemli bir silah. Rakiplere bir çeşit Barcelona etkisi yaşatacaklar. Galatasaray’ın, UEFA şampiyonluğu döneminde çok da formda olmadığı dönemlerde dahi rakiplerde
Alman bir teknik adamsınız. Bir başka ülkeye geliyorsunuz. Aldığınız takım düşmekten averajla kurtulmuş. Ahım şahım bir oyuncu grubunuz yok ve çok önemli transfer de yapamamışsınız. 3. hafta geliyor ve ligin şampiyonuyla karşılaşıyorsunuz. Rakip takımda yakından takındığınız standart üzeri 2 Alman oyuncu var. Oyuncuların çoğu da uluslararası piyasadan tanıdık.
Ne yaparsınız? Rakibi durdurmak temel meseleniz olmaz mı?
Thomas Doll da bunu yaptı. Klasik bir huni kurarak...
Gençler için hücum yönünde zikredilen övgülere katılamayacağım. Vasat bir kontr oyunu dışında bir şey yapamadılar.
Neyse konumuz zaten bu değil.
Şampiyonun durumunu bir cümleyle özetleyebiliriz: Beşiktaş oyunu kendisi sıkıştırıyor. Ve kendisini bir 10 numaraya mahkûm ediyor.
Çok yavaş top çevirip rakibi hiç yormuyor ve şaşırtmıyorlar. Hücum alanını genişletmek rakip için savunulması gereken alanı büyütmek için hiçbir şey yapmıyorlar.
Sürekli ceza sahası önüne yığılıyorlar. Sonra da orada doğal olarak oluşan mahşeri kalabalık içinde verkaç yapmaya çalışıyorlar.
Eğer böyle oynarsanız, oyunu bu kadar yavaş oynayıp bu kadar sıkışık bir alana doldurursanız, orada ‘telefon kulübesinde adam geçme’ yeteneğine sahip bir adam ararsınız.
Beşiktaş kendisini hasta edip sonra da mucize bir ilaç bir arayan adam gibi... Beşiktaş 10 numaraya bu kadar mahkûmsa bu futbolun şartı olduğundan değil. Oyunu bir telefon kulübesine sıkıştırdıkları için, bu kadarlık bir alanda adam geçebilecek birilerine ihtiyaç duyuyorlar.
Beşiktaş’ın orta sahasında kanada giden oyuncu yok. Ernst - Uğur - Fink. İlerideki 3’lü bloktan yani Nihat, Holosko ve Tello’dan da 3. bölgede bu alanlara giden kimse yok. Savunmanın 2 kanadı da hiç çizgiye inemiyor. Bu tabloda Gençler için savunma yapmak o kadar kolay ki.
Erhan’ın ilk yarıda yaptığı erken 4 orta
Keita transferi gerçekleştiğinde gazetenin istediği tanıtım yazısının başlığına “Daha atletik bir Yattara” başlığını atmıştım. Yanılmışım. 25 yaşındaki Fildişili oyuncu bu tanımlamanın, benzetmenin çok ötesinde bir performans, fizik güç ve yaratıcılıkla oynuyor. Aynı zamanda takım savunmasının en önemli parçalarından biri olduğunun da farkında.
Lyon sonrası yeniden daha güçlü olarak dünya sahnesine dönmek için elinden geleni yapıyor. Kuşkusuz çok erken... Ancak şu da açık. Galatasaray’ın ondan sağladığı yarar bir kenara eğer takım Avrupa’da bahara kadar giderse, Keita yeniden çok yüksek teklifler alacaktır.
Biliyorum dünkü maçı değerlendirirken sadece bir oyuncuyu başlığa taşımak çok hak değil. Ancak onun kariyerinin bu önemli dönemecinde böylesinde bir ayağa kalkışa imza atışı da çok önemli.
Evet, tıpkı Arda’dan Aydın’a, Sarp’tan Ayhan’a birçok oyuncu gibi...
Bu maçtan sonra da ‘rakip çok zayıftı’ fikriyle çoğu yerde rastlaşacağımıza eminim. Ancak böyle rakiplere karşı dahi yine “rahat, iştahlı, kontrollü, disiplinli ve keyifli” olabilmeleri de çok önemli değil mi? Bir tek pozisyon dahi vermeden, 10’u aşkın net pozisyona girmiş ve 5 gol bulmuş olmak.
Galatasaray
Biz her ne kadar “Times İnönü’yü dünyanın en iyi 4. stadı olarak gösterdi “desek de bu doğru değil. Doğrusu şu: Times yazarı John Evans kendi köşesinde sadece kendi fikrince, kendi gezip gördüğü statlar arasında atmosferi en iyi 10 stadı sıraladı. İnönü’yü de 4. sıraya koydu. Yani Times’ın değil Evans’n övdüğü taraftar, stadı değil.
İşte gerçekten o muhteşem atmosferi yaratanlar dün yoktu. Maç öksüzdü ve stat harikulade konumu ve manzarasına rağmen dünyanın 4. en iyi stadı gibi değildi. Beşiktaş da özellikle ilk yarıda pek Şampiyonlar Ligi takımına benzemiyordu.
İlk yarıda Denizli’nin Tello, Nihat, Bobo - Nobre’den müteşekkil ekibi geriden sadece 2 kez, Erhan’dan destek alabildi. İkisinde de gole yaklaştılar. (Önceki Ümit Milli Takım’ın kaptanı Erhan’da gözle görülür bir ilerleme olsa da henüz bu seviye için yeterli değil) Bunun dışında Antalya’nın 7’li savunma ekibinin arasına göbekten sıkıştılar. Nihat’ın bir an önce gol bulup ‘Hazırım ve bu paraya değerim’ mesajını verme çabası, Bobo’nun solda bütün iyi niyetine rağmen kalabalık arasında yitişi, Tello’nun uzak kalışı işlerini güçleştirdi. Ve kabul edelim ki, Ernst de Schalke idmanından geldiği günlerin oldukça uzağında.