Halil’in vedası

15 Ekim 2009

Fatih Terim görevden gitsin diyenlerin de, devam etsin diyenlerin de duyguları karmaşık. Bütün bunların izleri Halil’in Terim’e koşuşunda var

Halil’in attığı gol sonrası Fatih Terim’e koşup ona veda edişi onun gibi bizim de ruh halimizi yansıtıyordu. Biliyorsunuz Halil, Avrupa Futbol Şampiyonası aday kadrosuna çağrılmış, kampın son günlerinde dışarıda kalan oyunculardan biri olmuştu. Tek yumurta ikizi Hamit’ten ve Avrupa’nın en büyük futbol sahnesinden gözyaşlarıyla ayrılmıştı.
O gün, Schalkeli oyuncunun Fatih Terim hakkındaki hisleri üzerine çok konuştuk, çok konuşuldu. Milli Takım kariyeri boyunca asla Fatih Terim’in has adamlarından da olamadı. Ancak gol sonrası vedasının sahte ya da yapmacık olduğunu kimse söyleyemez. Gönülden bir vedaydı. Türk futbolseverinin Fatih Terim hakkındaki hislerinin de tıpkı Halil’inki gibi karmaşık olduğunu düşünüyorum.
Görevi devraldığından bu yana Milli Takımın futbolunda bir gelişme yok, belki de bir gerilemeden de bahsedebiliriz. Ama Avrupa Şampiyonası finalinin ucundan dönmüşlükte var. Kavgalar da var, büyük sevinçler de...
Fatih Terim görevden gitsin diyenlerin de, devam etsin diyenlerin de duyguları karmaşık. Bütün bunların izleri Halil’in

Yazının Devamı

En iyi tercih yine Terim

13 Ekim 2009

Lippi, Hiddink, Rafa Benitez, Lucescu, Capello, Rehhagel vs. vs. İsmi geçenlerden bazıları...
Göztepe, Nişantaşı, Kemerburgaz, Yeşilköy, Anadoluhisarı, Cankurtaran...
Buna benziyor. İstanbul’da ev alacaksınız ya da kiralayacaksınız ve emlakçıya bu semtleri veriyorsunuz.
Güler size...
Durumumuz tam da bu işte.
Durumumuz ne istediğimizi neye ihtiyacımız olduğunu bile bilememek.
Soruyu bu yüzden bu kadar garip koyuyoruz: Yerli mi yabancı mı?

Yazının Devamı

Abdullah Avcı’ya sabredebilir misiniz?

12 Ekim 2009

Türk futbolunun yeniden yapılandırılması gerekiyor. Sorun sadece bir milli takım teknik direktörü bulma meselesi değil. Kaliteli sporcu, futbolcu yetiştirme konusunda büyük sıkıntımız var. Türkiye’de doğup yetişen ve 5 büyük ligde forma giyen sadece 1 oyuncumuz var. Kulüp takımlarımız Avrupa’da dökülmesine rağmen forma giyen Türk oyuncu sayısı az. Avrupalı Türkler de Türk Milli Takımı’na artık kolay kolay gelmiyorlar. Bunların değişmesi lazım...
Bu durumu kim değiştirecek? Buna uygun isim ve kadro kim? Bu soruların cevaplarını bulmamız lazım.
Yabancı gelsin demekle olmuyor? Terim’in parasına taktık hep beraber. O kalitede bir yabancı Terim’den 2 kat fazlasını alacak. E, o ağırlıkta bir adam da olmayacak muhtemelen. Hiddink, Capello, Lippi böyle kaç isim var ki? Ve ikna edebilir misiniz? İkna ederseniz zaman tanıyabilir misiniz? O sabrınız var mı?
Kabul edelim ki sıkışmış haldeyiz.
Sabır gösterebileceğimiz yerli de yok gibi. Yanal’a sabredemedik. Onun o günkü formunun yakınından geçebilen bir Türk hoca da elimizde yok.
Eğer sabrederiz deniyorsa, adres Abdullah Avcı olabilir. Bugün elimizdeki yeni oyuncu grubunu 10 yıldan fazla süredir tanıyan ve onlarla uluslararası başarı

Yazının Devamı

Taşıma su

11 Ekim 2009

Kadromuzda Belçika’da yetişmiş 2 oyuncu var. Sinan ve Önder. 25 kişilik kadroda yurt dışında doğup temel eğitimini almış oyuncu sayısı 8. Öte yandan Türkiye’de yetişip dışarıda oynayan oyuncu sayısı 1. O da Stoke City’de!
Kendi malını işleyemiyorsun. Temel bir eğitim veremiyorsun. Senin çocuklarını başkası yetiştiriyor sen onlardan kapmaya çalışıyorsun.
Gerçek şudur: Temel eğitimin olmadığı yerde ekol de olmaz, standart da. Bizdeki durum bu. Pas oyunu mu oynuyoruz? Önde mi oynamayı seviyoruz, arka da mı? Belli değil. Tutarsaspor...
Böyle olunca ara sıra oluyor. Tutarsa oluyor. 60 yılda 2 defa Dünya Kupası’na gidiyorsun, onda da 3. oluyorsun. Sonra bir daha yoksun. Ama son 4 Avrupa Şampiyonası’nın 3’ünde orada olmuşsun. Çeyrek final ve yarı final de oynamışsın. Diyorum ya tutarsa!
Sporcuna iyi bir temel eğitim verip bir ekol oluşturamadığın için ligine gelen yabancıyı da kullanamıyorsun. Çünkü içine yerleştirebileceğin bir yapı yok. Kırk yılda bir Aurelio bir, Nouma, bir Hagi, bir Alex buluyorsun. O seni değiştiriyor.
Durum buyken memlekette beden dersi haftada 1 saate iniyor. Hem de seçmeli olarak. Dünkü mesele budur aslında.
Bu maçı yazmanın bir âlemi yok. Bitmiş bir

Yazının Devamı

Mucizeden fazlası

10 Ekim 2009

Tarafsız bir göz, bu grubun puan durumu ve fikstürüne baksa, çıkanların belli olduğunu düşünür herhalde. Normal şartlarda biz Bosna’da bu serüveni bitirdik. Şu anda, ilk maçta rakibine 7 atmış bir takımın puan kaybetmesini ve evimizde yenemediğimiz Belçika’yı orada yenmeyi bekliyoruz.
Bosna’nın serüveni buraya kadar getiremeyeceğini düşünüyordum çünkü biz, onlardan daha tecrübeliyiz. Bizden daha fazla hata yapmaları gerekiyordu. Ama birey birey ve toplu olarak o kadar formsuzduk ki! Hâlâ da Bosna’nın tecrübe eksikliğiyle hata yapmasını bekleyebiliriz. Ama yine biz çok formsuzuz. Onlar da bizim maçta görüldüğü üzere tecrübe eksikliğine rağmen fazlasıyla soğukkanlı.
Estonya bizden puan aldıysa onlardan da alabilir diye düşünmek normal. Ama biz Belçika’yı bu formla yenebilir miyiz? Hiç emin değilim. İspanya görevini yapıp Bosna’yı son maçta yenecektir. Ama biz oraya ulaşabilir miyiz? Eğer iş o noktaya kadar gelirse 2008’deki mucizelerden de fazlası olmuş demektir.

Yazının Devamı

Arda klişe olmasın

6 Ekim 2009

Düzen, Arda’yı kendisine benzetiyor. Üzülüyorum.
Ankaragücü maçı öncesi koridorda, Baros, Kewell, Elano, Leo, Servet gibi uluslararası oyunculara klasik Türk usulü bir kaptanlık diskuru atıyor. “Hadi beyler! Dikkatli olalım, basalım. Kornerle dikkat”. Sesinde zoraki bir Kurtlar Vadisi tonlaması... Pusu!
Güleryüzlü ve sempatik genç adamın asla yüzüne yakışmayan bir asık surat maskesi oturtmuş. Hani gollerinden sonra da gördüğümüz ifade bu. İfadesiz, zorla yapıştırılmış bir yüz. Gülse halbuki, rahat bıraksa yüz kaslarını... Kendisi olsa, böyle sevildiğini, hatta aslında bu yüzden sevildiğini bilse... Basit olanı, kendine ait olanı yapsa çok daha kolay olacak iş.
Elano’yla ve Baros’un ellerini yüzlerine götürüp gülüşleri onaysa ne kötü... Hayranlık uyandıracak bir kişiliği niye değiştirmek istersin ki!
Belki çoğunuza garip gelmeyecek, ama beni en çok şaşırtan geçen hafta yaptığı bir ziyaret. Emniyet Müdürü’ne gidiyor. Ağalık kültürünün uzantısı bu... 22 yaşındaki bir çocuk bilmediğimiz bir sebep yoksa Emniyet Müdürü’nü niye ziyaret eder? Böyle görmüş çünkü. Bunu yapması gerektiği öğretilmiş. Emniyet Müdürlüğü yerine Bianale gitmesini beklemiyorum tabii. Ama ne işi var orada?

Yazının Devamı

İkinci sınıf savunma

5 Ekim 2009

Hikmet Karaman, Sturm Graz’ın yolundaydı dün öğleden sonra. Özetle ‘topa sahip olan adamı değil, pas verme ihtimali olanları oyuna sokma’ olarak özetleyebileceğimiz bu oyunun savunma yönünde oldukça başarılılardı. İlk yarı için ters giden tek şey, ters top atıp Galatasaray savunmasını tek ayak üzerinde yakalama planının tutmayışı oldu. Bunu hiç yapamadılar. Hem de Karaman’ın sürekli uyarılarına rağmen.
Karşı tarafa geçersek. Onlar ise Karaman’a yardım etti.
Öncelikle Baros’un son top beceriksizliği akıl almaz boyutlara ulaştı. Belki sezonu çok önce açmaktan, belki de başka bilmediğimiz bir sebepten şut formu yerlerde sürünüyor Çek’in. Ama formsuzlukta yalnız değil. Yerine giren Nonda’nın da karbon kopya beceriksiz ve panik vuruşlarını gördük ki. Bu kadarla da bitmiyor.
Arda’nın pas ve dripling tercihlerinde asla en ideal seçeneği tercih etmemesini ekleyin. Bu hep beklenmedik olanı yapma ihtirasına bağlayabiliriz belki. Solda bomboş birisi var o basıp içeri dönüyor misal. Yıldız olmanın temelinin bu olduğunu düşünüyor olabilir. Çünkü gerçekten yaptığı zaman başka türlüsünü yapabiliyor genç kaptan. Ama her seferinde bunu yapmaya çalışmak akıllıca, yıldızca değil. Etkili de

Yazının Devamı

İfadeler

4 Ekim 2009

Golün ardından koşup, sarıldıkları adamın yüzü de başka bir âlem... Tabata’yı karşılamıyor, sarılmıyor, gülmüyor, sevinmiyor. Kolunu kaldırmıyor

Tabata’nın golü sonrası sahanın içindekilerin sevinç halini geçen yılın çifte şampiyonluğunda görmedik sanki...
Sanki, Şampiyonlar Ligi finali uzatmasının son dakikasında gelen altın gol gibi...
Her şeyi bitiren, diğer herkesi yenen, takımdaki herkesi temize çıkaran bir gol gibi...
Tabata’nın transferinden, Nihat’ın maaşına, Ernst’in ayrı tutulmasından, Rüştü’nün yuhalanmasına kadar. Sanki hepsini silen, tribündeki yandaşlar da dahil diğer herkese atılmış bir golün sevinci gibi.
Yüzlerdeki ifadeden sevincin boyutundan anladığım bu...
Golün ardından koşup, sarıldıkları adamın yüzü de başka bir âlem... Tabata’yı karşılamıyor, sarılmıyor, gülmüyor, sevinmiyor. Kolunu kaldırmıyor. Öyle duruyor Denizli de, put gibi... Onun ifadesi biraz ifadesiz, bilinçli olarak.

Bırak der gibi!

Yazının Devamı