G.Saray’ın savunması hariç her bölgesinde ufak ufak da olsa ilerleme devam ediyor
Çok değil 6 ay evvel bu maç için tribünlerdeki yerinizi almış ya da televizyonun başına geçmiş olsanız kıran kırana, şahane bir maç izleyeceğinizi bilirdiniz ve seyrederdiniz de.
Ama 6 ay sonra geçen yıl şampiyonluğu son haftada kaybeden Sivas, Bucaspor kadar dahi rakibini zorlayamadı. Böylece, sezon başından bu yana sadece Fenerbahçe maçında göremediğimiz Galatasaray’a özgü o futbol iştahına gerek olmadan ev sahibi oyunu kazanabildi.
Bu yüzden, yani Sivas’ın kekeme ve üretimden uzak oyunu nedeniyle Galatasaray’ın, Kadıköy travmasını atlatıp atlatmadığını söylemek mümkün değil. Ancak bu kötü dönemi kartlar hariç kazasız atlatmaları yarışta var olmanın parlak bir işareti olarak değerlendirebilir.
Oyuna Nonda’nın rakip için bezdirici soğukkanlılığı ile önde başlamaları, diken üzerindeki Sivas’ı en başından nakavt etti. Takımın onunla birlikte en standartlı oyuncusu Sabri önünde Keita’nın yerine Arda’yla başlamasına rağmen yine vasatındaydı. Ama bütün iyi niyeti ve çabasına rağmen Arda’dan Keita çıkmadı. Hücum dinamizmi anlamında eksiliği dolduran Kewell’dı. Nonda çıkınca bir dönem
Ortalama bir santrfor performansı, sezona harika bir başlangıç yapan Cim-Bom’da korkunç erken bir yıkım ortaya çıkarabilirdi
Senelerdir bir Mehmet Batdal efsanesi var Türkiye’de. Ben çok az canlı izleyebildim. Sanırım 3 yılda 4 ya da 5 kez. Çokça da televizyondan... 1.97 boyunda, İbrahimoviç’i andıran etkileyici bir fiziği var. Sahada görüldüğünde bile heyecan yaratıyor. Belki de sadece bu yüzden 18 yaşından bu yana gazetelerin transferde hep adını geçirdiği bir oyuncu. Ve her zaman da büyüklerle...
Öte yandan onu seyrettiğim hiçbir maçta ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayabilmiş değilim. Dün maçı sadece onu analiz edebilmek için seyrettim diyebilirim. Çünkü bir yerde bir yanlışlık olmalı. Ve bu durumdaki bir oyuncu için dün cennet gibi bir maç vardı. Fenerbahçe maçından fiziksel ve ruhsal olarak çökmüş halde çıkan Galatasaray’ın sahada zaman zaman paralize olan eksik kadrosuna karşı oynayabileceği averaj bir oyun onun kariyerini bambaşka bir hale getirebilirdi. Ama Batdal’ı yine anlayamadık. Kaçırdığı penaltıdan bahsetmiyorum. Bahsettiğim Elano’nun kırmız kart gördüğü pozisyondaki uyuklama hali ve benzerleri. Bunlar dün maç boyunca 4-5 kez tekrarlanmasına rağmen Mehmet yine yoktu.
Fenerbahçe yıllardır Alex’i tartışıyor. Tabii içerikle değil, sloganla: ‘Alex koşmuyor!’
Sloganla tartışınca da olmuyor tabii. Cevap istatistikler oluyor. Goller, asistlerle cevaplamak kolay. Lig tarihinin en efektif yabancısından bahsediyoruz.
Halbuki Alex’in koşmama gibi bir derdi yok. Hele de kat edilen mesafelerin ölçümlenmesinden sonra... Çünkü Brezilyalı birçok maçta kat edilen mesafe sıralamasında ilk üçe giriyor.
Bunca gol ve asist için, doğru yerde olmak gerek. Bunun için sert deparlar da atıyor. Sorun koşmaması değil. Alex’deki eksikliğin adını koyamadığımız için tartışmanın adını da koyamıyoruz. Herkes haklı ve herkes haksız oluyor.
Alex’de olmayan oyun sürekliliği, oyunu iki yönlü oynamayı istememe. Top rakibe geçtiğinde Alex rakiple uğraşmayı, sevmiyor, istemiyor. Ama durmuyor da. Dalıp gitmiyor. Yerine dönüyor (Alex’in kaç kez ofsayta düştüğünü gördünüz?). Dönüyor, ama rakibe basmadan, onu zorlamaya çalışmadan. 1 metre de yanında olsa yolunu kapamadan... Özetle bir orta saha oyuncusu gibi davranmıyor.
Ama o da zaten ‘Ben bir hücumcuyum” diyor. Kendisini bizim, onu sınıflandırdığımız gibi sınıflandırmıyor.
Alex’in hücumdaki tarzına da baktığınızda aynı
Bu oyunu beğenmeme lüksümüz var, ama istediğini bu kadar iyi yapabildiği için de Daum saygıyı hakediyor
Galatasaray bildik planıyla sahadaydı, üzerinde durulması gereken Fenerbahçe’nin planı. Roberto Carlos’un önündeki Vederson, Gökhan’ın önündeki Mehmet Topuz’la orta sahadan da destek alarak Galatasaray’ın kanatlarını tıkama önceliğiyle sahaya çıkmışlardı. Keita, Arda ve Sabri’yi göbeğe yönlendirmeye çalıştılar; bildik huni taktiği... Galatasaray ortaya yönelince de kapanıp, bol kademeyle, geçilmez bir duvar ördüler.
Plan yüzde 100 başarılı oldu. Gol dışında çeyrek pozisyon dahi yok. Gol de duran toptan. Yani kendi evinde 9 senelik bariz üstünlükle sahaya çıkan Fenerbahçe’nin teknik direktörü tedbiri alandı, 9 senenin mağlubu ise, 9 hafta ne oynadıysa aynısıyla sahadaydı. Hangi tarafı övmek ve hangi tarafı yermek gerekir, tercihi size bırakıyorum.
Fenerbahçe’nin oyununu başarılı kılan, planının işlemesini sağlayan birkaç oyuncudan bahsetmek gerekiyor. Mehmet Topuz ve Vederson dizilişte orta sahanın kanatları gibi gözükseler de fiili oyunda Arda ve Keita’nın markajcılarıydı. Yani aslında bek olanlar, onlardı. Zaten Gökhan ve Carlos’u hücum yönünde daha fazla gördük. Bu tip
Galatasaray sol beksiz oynadı. Servet hem sol bekti hem de Topal’la birlikte savunmanın göbeği... Çünkü Caner kendi yarı sahasına neredeyse hiç geçmedi. Bu Rijkaard’ın bir tercihi mi, yoksa Caner’in arzu ya da hamlığından mı bilmiyorum. Ama durum buydu.
Galatasaray aynı zamanda sağ beksiz de oynadı. Çünkü Sabri, Keita’yla kurduğu şahane ortaklığın sonucu olarak sürekli olarak Fildişili’nin peşinde rakip yarı alandaydı.
Kağıt üzerinde yine aynı Trabzonspor maçında olduğu gibi, hatta onun da ötesinde riskli ve eleştiriye sonuna kadar açık bir saha hali!
Ancak bu riskin yarattığı endişe ve heyecan en düşük seviyede hissedildi. Fevkalade eğlenceli bir oyunla maçı çok rahat koparıp farka gittiler. Bu arada orta sahanın ortasının ekstra bir çaba içinde olduğunu da söyleyemeyiz. Elano mu? Hayır!
Ancak saha ortalamasının kat ve kat üzerinde kalite ve performansta bir 4’lü her şeyi değiştirdi. Keita Nonda ve Kewell, arkada da Servet... Mahallede çocuklarla oynayan eski profesyonel futbolcu ağabeyler durumundaydılar. Sürekli oyunun içinde değil de topun ayağına gelmesini bekleyen, gelince de ortalığı dağıtan şahane adamlar.
Zaten tartışılmaz bir Kewell fenomeni var İstanbul’da.
Terim bu basın toplantısını Milli Takımlar Sorumlusu olarak, belki de yanında Mahmut Özgener olduğu halde yapacaktı. Başta planlanan ve beklenen buydu.
Öyle yapmış olsaydı daha fazla anlamı olurdu. İşin başındaki adamın denizin bittiğini, artık başka şeyler söyleyip yapma zamanının geldiğini söylemesi daha iyi olurdu. Memleketin futbolunun geldiği noktayı, alt yapının üretkenlikten ne kadar uzak olduğunu milli takım hocasından yanında federasyon başkanı varken duymak herkes için başka anlamlar ifade ederdi.
Terim yol haritasını çizecekti. Belki de teknik direktörlük görevini bir başkasına devredip tepeye çıkacak, ülke futbolunu yeniden yapılandıran adam olacaktı. Bir bakıma profesyonel bir Federasyon Başkanı olarak karşımızda duracaktı.
Bu bugün herkesin içinde olduğu hırçın ruh haline derman olmazdı belki. Ama geleceği kurtarabilirdi.
Bu bir manifesto olurdu. Ve biz başka bir dünya kurabilirdik.
Terim başka bir yol seçti. Bunu ilk kez yapmıyor. Genelde şahsi olarak hep doğrusunu yaptı. Ve biliyor ki, çok uzak olmayan bir gelecekte yine kapısında yatmaya başlayacağız.
İstifa ederek şahsi olarak doğru olanı saptı. Görevden ayrılışı biraz geçen yıl Ertuğrul Sağlam’ın,
Böylesine düşük performanslı sıradan bir maç için fazlasıyla parlak final oldu. Da Silva’nın, Volkan’ın bakışlarıyla bile zor takip edebildiği serbest vuruşu için alkış yetmez. Maç boyunca sürekli şut deneyen Brezilyalı’nın bacaklarında o dakikada böyle bir güç olabilmesi sebebiyle bile kutlamalı... Sergilediği gerçekten inanılmaz bir vuruş kalitesiydi. Futbolun kendine has özelliğiyle vasatın altındaki bu sıkıcı oyun aklımızda belki de sadece bu şahane perdeyle hatırlanacak.
Fenerbahçe dün, dünyanın dört bir yanındaki birçok kulüpte gördüğümüz milli maç sonrası sendromunu en ileri boyutta yaşadı. İlk 30 dakikada Antep’in pasif oyunu bile onları tam bir takım yapmadı. Özellikle Emre-Topuz-Semih hücum nüvesinin akıl almaz uyumsuzluğu sadece bizim için değil, oyuncuların bizzat kendisi için dahi şaşırtıcıydı. Sürekli birbirlerine sitem edişlerinden bunu anlayabilirsiniz.Bu üçlü iyi çalışmayınca zaten varlıkları tartışmalı olan Kazım ve Vederson’dan da yararlanmak mümkün olamazdı.
Belki oyun dengede gitse sarı-lacivertlilerin kendilerine gelme, Daum’un da olaya el koyma çizigisi öne çekilebilirdi. Ancak Fenerbahçe için sonun başlangıcı oynadıkları bu ‘5 benzemez’ oyunun galibiyet
Mustafa Denizli geçen sezonun sonunda görevini bırakmış olsa, bugün Federasyon, Milli Takım için hoca aramıyor olacaktı muhtemelen.
Ancak her şey bitmiş değil. Yapılacak temasların ardından yine sıra Denizli’ye gelebilir. Çünkü bahsedilen kriterlere uygun bir hoca bulmak hiç, ama hiç kolay değil.
Dolayısıyla olası bir Kasımpaşa-Wolfsburg-Eskişehir üçlemesi hocayı yeniden gündeme getirebilir. Kim ne derse desin bu mümkün!
Yani bu 3 maç hocanın kariyeri açısından çok önemli. Öte yandan Yıldırım Demirören’in başkanlığının devamı için de öyle. Buradan 9 puan çıkmazsa başkanın yeniden seçilmesi hayal olur. Kim ne derse desin, seçim sonuçlarını futbol takımının performansı belirler, bilirsiniz.
Ancak Kasımpaşa maçındaki performans ve asıl önemlisi kartlar bu üçleme hedefi için iyi sinyaller vermedi. Ernst’siz bir Beşiktaş’ın haftaya Eskişehirspor karşısında takım bütünlüğünü sağlama konusunda ne gibi sıkıntılar çekebileceğini tahmin etmek zor olmaz. Zaten siyah beyazlıların savunma ve hücum ekibi birbirinden kopuk oynuyor. Burayı doldurmakta Alman oyuncunun gösterdiği insanüstü performans geçen yıl gelen çifte şampiyonluğun temel etmeniydi. Bu yıl onun çabasına rağmen boşluk