Mehmet Demirkol

Mehmet Demirkol

mdemirkol@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Fenerbahçe yıllardır Alex’i tartışıyor. Tabii içerikle değil, sloganla: ‘Alex koşmuyor!’
Sloganla tartışınca da olmuyor tabii. Cevap istatistikler oluyor. Goller, asistlerle cevaplamak kolay. Lig tarihinin en efektif yabancısından bahsediyoruz.
Halbuki Alex’in koşmama gibi bir derdi yok. Hele de kat edilen mesafelerin ölçümlenmesinden sonra... Çünkü Brezilyalı birçok maçta kat edilen mesafe sıralamasında ilk üçe giriyor.
Bunca gol ve asist için, doğru yerde olmak gerek. Bunun için sert deparlar da atıyor. Sorun koşmaması değil. Alex’deki eksikliğin adını koyamadığımız için tartışmanın adını da koyamıyoruz. Herkes haklı ve herkes haksız oluyor.
Alex’de olmayan oyun sürekliliği, oyunu iki yönlü oynamayı istememe. Top rakibe geçtiğinde Alex rakiple uğraşmayı, sevmiyor, istemiyor. Ama durmuyor da. Dalıp gitmiyor. Yerine dönüyor (Alex’in kaç kez ofsayta düştüğünü gördünüz?). Dönüyor, ama rakibe basmadan, onu zorlamaya çalışmadan. 1 metre de yanında olsa yolunu kapamadan... Özetle bir orta saha oyuncusu gibi davranmıyor.
Ama o da zaten ‘Ben bir hücumcuyum” diyor. Kendisini bizim, onu sınıflandırdığımız gibi sınıflandırmıyor.
Alex’in hücumdaki tarzına da baktığınızda aynı şeyi görüyorsunuz. İkili mücadeleye nerdeyse hiç girmeden oynamanın yolunu biliyor. Faul almayacaksa buna hiç yeltenmiyor neredeyse. Boşa kaçma konusunda gördüğüm belki de en iyi oyuncu.

Haberin Devamı

Önce akıl
En akıllı olan kendisini en iyi bilen ve buna göre davranabilendir. Sonuna kadar inandığım bu görüşle Alex gördüğüm en akıllı oyuncuların başında geliyor. Kendisini biliyor, ülke şartlarını biliyor. Rakipleri, memlekette oynanan oyunu biliyor. Bu şartlar içinde bir başkan, bir teknik adam ve taraftar için vazgeçilmez olduğunu biliyor. Bu şartlar içinde istikrarlı çalışıyor. Bırakmıyor. Ona ihtiyaç olan her an en iyisini yapıyor.
Fenerbahçe onu taşıyabildiği zaman çok iyi bir takım oluyor. Fenerbahçe onu taşıyamadığı zaman sadece çok iyi bir Alex oluyor.
Alex koşmuyor değil, Alex tek yönlü oynuyor. Ha! Buna itirazı olan olabilir. Bu konuda tartışırız. Ve bu doğru tartışma olur. Ama Alex koşmuyor dersek bu yanlış bir zemin olur. Ya da ‘Kardeşim bu kadar asist ve gol yapmış. Hâlâ ne konuşuyorsunuz dersek’ Bu da en azından doğru tartışma olmaz.
Bu bakış açısıyla yaklaşırsak. Galatasaray’ın durumunu da daha iyi tartışabilir ve kafa karışıklığından kurtulabiliriz.
Böylece, bir hafta “Bravo şahane ve tutulmaz bir hücum gücü”...
Diğer hafta “ Bu nasıl savunma kardeşim” demeyiz.
Galatasaray bir değil, 4 Alex’le oynamaya çalışıyor.
Bu durum Rijkaard’ın belli ki değişmeyecek oyununda sorun çıkarıyor. Hollandalı’nın sistem ve dizilişiyle stratejisi arasında bir uyumsuzluk var.
-Diziliş kağıt üzerindeki oyuncu yerleşimidir.
-Sistem bu dizilişin oyun içinde nasıl işlediği ve dönüştüğü.
-Strateji ise temel olarak oyun merkezinin neresi olduğu.
Pazar akşamı orta sahada dirençle karşılaşınca iyice ortaya çıkan temel sorun şu:

Haberin Devamı

Galatasaray’ın sistemini işleten ilerideki dörtlünün top rakipteyken Alex’leşmesi, top Galatasaray’dayken sıradanlaşması. Yani olabilecek en kötü kombinasyon. Bu Galatasaray’ın oyun merkezini belirsizleştiriyor. Mesafe orta saha oyuncuları için kapatılamaz şekilde açılıyor.
Çünkü o dörtlü kimlerden oluşursa oluşsun Keita ve zaman zaman Arda dışında oyunu iki yönlü olarak oynamıyor. Bunun sonuçları da vahim oluyor.
Hatta bana kalırsa Keita’nın savurduğu yumruk da bunun sonucu. O yumruk Carlos’tan çok bu durumaydı. Bu seviyedeki bir oyuncu rakibin sarı kart göreceğini bile bile o yumruğu savurur mu? Sanki attığı o yumruk işlemeyen sistemin yarattığı o sıkışmış ruh halinin sonucuydu. Eğer sisteminiz bir maç harikalar yaratıp diğer maçta pozisyona giremeden 10 pozisyon veriyorsa, oyuncuların ruh halinin iyi olmasını bekleyemezsiniz. Bu şizoid bir durumdur.
Özetle Rijkaard’ın oyun anlayışında diziliş (kadro) sistem (isleyiş) ve oyun strateji anlamında büyük bir uyumsuzluk ortaya çıktı. Bu teşhisi yaptıktan sonra gerisini düşünmek gerekir.

4-0’lık maç gibi
Rijkaard oyun siteminde büyük bir değişiklik yapmaz. Yaparsa artık Rijkaard olmaktan çıkar. Ve bana kalırsa bu durumda hiçbir faydası da olmaz. Ondan sonra takımın başında kimin olduğunun önemi yoktur. Dolayısıyla Galatasaraylı’nın şuna karar vermesi gerekir:
Rijkaard’a oyun sistemini tam olarak yerleştirene kadar dayanılabilecek mi? Bu çerçeveye kadronun yeniden yapılandırılması da dahildir daha başka detaylar da!
Diğer seçenek ise bundan vazgeçip eldeki kadroyu maksimumda kullanacak Daumvari pragmatist bir adam bulmaktır. Bu da bir yoldur.
Ama 1- Gelecek bunun üzerine kurulabilir mi? 2- Ve başka bir Daum arıyorsanız, Lucescu’dan başka memleketi tanıyan bir seçenek bulmak kolay mı?
Bunları düşünmek lazım. Düşünürken de 96-97 sezonunun 5. haftasında, Galatasaray’ın Ali Sami Yen’de Fenerbahçe’ye 4-0 yenildiği maçı aklımızın kenarından ayırmamak gerekir.
Tarihi bir hezimetti. Fenerbahçe içinse Saffet, Boliç ve Okocha’nın golleriyle gerçekten muhteşem bir zafer.
O maçta Fenerbahçe’nin teknik direktörü Lazaroni’ydi. Galatasaray’ınki ise ilk yılındaki Terim.
Lazaroni o yıl Şamiyonlar Ligi Türkiye rekorunu da kırmıştı, ama o temelin üzerine bir şey inşa edilemedi. Terim’se o yenilgiye, tartışılan sistemine ve Şampiyonlar Ligi’nde kariyeri boyunca ilerleme kaydedememesine rağmen 15 yıllık bir geleceğin temelini attı.
Rijkaard yeni Terim olabilir mi?
İşte bu soruyu sorup Rijkaard’ı öyle tartışmak lazım.