Hareketlendiler

4 Aralık 2009

Dün akşam sezon başındaki toptan iştah ve ihtiras olmasa da, yakın geçmişin ilerisinde bir oyun vardı. Temel değişim yine eskisi gibi hücumu enine/boyuna geniş alanda yapıp, markajdan kurtulmak, rakibin savunmada yerleşmesini zorlaştırmaktı. Bunu 70’inci dakikaya kadar nispeten yapabildiler.
Kuşkusuz sezon başında olduğu gibi, bunu daha süratli yapıp markajdan kurtulan oyuncuları daha fazla içeri sokmak gerekiyor. Ancak Mustafa Sarp’ın birkaç defa ceza sahası içinde pozisyona girmiş olması bile bu yönde bir iyileşme olduğunu gösteriyor. Elano da çalışkanlığına bu yönde bir yırtıcılık ekleyebilse her şey çok daha kolay olabilirdi.
Nonda çok iyi bir golcü. Hatta ligin en standartlı santrforu diyebiliriz. Ancak bunun da ötesinde önemi, pozisyon bilgi ve sezgisinin en üst düzeyde olması. Sadece kendisinin son vuruşçu olduğu anlarda değil. Arda’ya Kewell’a, Sarp’a herkese alan açarak, savunmanın dengesini bozarak, duvar olarak büyük iş yapıyor. Savunma 2, hatta 3 oyuncuyla onu kontrol ediyor ve geri kalan herkes için hayat kolaylaşıyor. Bu durumda Arda’nın eski standardına yakın bir serbest yaratıcı oyuncu performansı sergilediğini söylemek mümkün. Nonda’nın büyük katkısıyla...
Tab

Yazının Devamı

Ligden farklı

3 Aralık 2009

Türk takımlarının, Avrupa’nın başaltı liglerinin standart, ama başarılı sistem takımlarıyla baş edebilmesi, ancak daha özellikli ve daha pahalı oyuncularla mümkün oluyor.
Bir üst sınıf takımlar ise standart sistemi pahalı ve iyi oyuncularla yapanlar.
Yani, biz arada kalmış karma bir haldeyiz.
Dün bu durumun bir gösterisiydi sanki. Fizik, sahaya yayılma, garanti pas ve sürat olarak daha iyi bir rakip. Ama maç denk geçiyor. Karşılıklı net pozisyonlarla...
Fenerbahçe açısından ilginç olan ise şu: senelerce, ligde fırtına gibi estiği dönemlerde dahi, böyle başaltı Avrupa takımları karşısında rahatça çözülen bir takımdılar. Son 3 yılda bu durum 180 derece değişti. Şimdi ligde en sıkıntılı döneminde dahi olsa, -en azından bu seviyede Avrupa’da belli bir standardı ortaya koyabiliyor. Rakip Hollanda’da geçen yılın ikincisi ve bu yılın flaş lideri de olsa. Çok iyi biliyoruz ki 10 yıl önce böyle bir maç 3-0’dan aşağı bir skorla bitmezdi.
Lig - Avrupa standartlarının farklı olmasının futbol açısından temel bir açıklaması var. Avrupa kupalarında kimse başı sıkışmadıkça risk alıp önde basıp, tempoyu yükseltmeye çalışmıyor. Böyle olunca Fenerbahçe savunması ve orta sahası için top

Yazının Devamı

Çözüm Türk pasaportlularda

2 Aralık 2009

Delgado bir yem mi? Yoksa gerçekten Denizli’nin kullanmayı düşündüğü bir oyuncu mu? İşler yoluna girmeye başlamışken hoca böyle bir risk alır mı?
Bu soruların cevaplarını bilmek kolay değil. Ben çok emin değilim.
Ancak eğer cevap, Delgado’nun takıma kesinlikle döneceği şeklindeyse o zaman da ilk önce oyuncuların isteğine bakmak lazım. Gitmek isteyen var mı? Çünkü her işte olduğu gibi, senin için en değerli olan kendisini en çok adayandır. Burada akla gelen ilk soru işareti Bobo. Onun ne düşündüğü önemli. Kalmak istiyorsa sorun yok... Takımın tek tam, çok yönlü ve hazır santrforu o...
Beşiktaş’ın bugünkü oyunun kalbini oluşturan Sivok, Ferrari, Ernst ve Fink zaten klasman dışı... Sonra, beklenen fayda/performans denklemine bakmak gerekir. Yukarıdaki 5’li dışarıda. Geriye Holosko, Tello ve Tabata kalıyor. Bu oyuncular arasındaki tek hücuma dönük orta saha Tello. O yüzden her şartta elde tutulacaktır.
Geriye kalan seçenekler ise Delgado gibi forvet oynadıklarında performans veren oyuncular: Tabata ve Holosko.
Tabata kiralanabilir. Ama ben onun orta uzun vadede Beşiktaş’ın en etkili gol adamlarından biri olacağını düşünüyorum. Holosko ise sakatlık durumuna göre kiralık

Yazının Devamı

Yabancılar ve yerliler

1 Aralık 2009

1930’dan bugüne 18 Dünya Kupası oynandı. Şampiyonların tamamını yerli hocalar çalıştırıyordu. Finalde kaybedenlerde ise sadece 2 yabancı hoca var. 58’de İsveç’le İngiliz George Raynor, 78’de Hollanda’yla Avusturyalı Ernst Happel...
1960’dan bugüne 13 Avrupa Futbol Şampiyonası oynandı. Sadece tek bir yabancı hoca, Alman Otto Rehhagel Yunanistan’la şampiyon olabildi.
Dünyanın en karma, en çokuluslu spor organizasyonu Şampiyonlar Ligi... 17 şampiyonun koçlarından sadece 3 teknik adamın anadili, kazandığı kulübün ülkesinin dilinden farklı. Barça’yla Rijkaard (Hollanda ve Katalunya’nın yüzyıllardır süren tarihi yakınlığını unutmamak gerekir) Real’le Heynkess ve Liverpool’la Benitez.
Ondan önceki 37 Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde de Bela Gutmann Benfica’yla, Ernst Happel Feyenord’la, Kovacs Ajax’la, Cruyff Barça’yla başarılı olmuş. Hepsi bu!
İçeriye bakınca:
Türkiye 1954 Dünya Kupası’na Sandro Pupo yönetiminde gitti. Modern dönemdeyse Terim, Denizli ve Şenol Güneş’le büyük organizasyonlara gidebildik. Pupo’yla gruptan çıkamamıştık. Yerli hocalarla gittiğimiz 4 organizasyonda 1 çeyrek, 2 yarı final oynamayı başardık.
Tek kıta çapından şampiyonluğumuz da bir Türk teknik adamla

Yazının Devamı

Yılmaz Vural haklı (mı?)

29 Kasım 2009

Galatasaray’ın ileri hattı dışında katkıda bulunan yegâne oyuncusu Sabri...Hâlbuki başta total futboldan bahsediyorduk... Temel prensipleri, geniş alanda herkesin dahil olduğu, hızlı bir pas trafiğiydi.
Alanı genişlettiklerinden hücum 4’lüsünün markaja alınması imkânsızlaşıyordu. Onların sergilediği yaratıcılık, geri kalanları da olumlu etkiliyordu. Misal bir Mustafa Sarp mucizesinden bahsediyorduk.
Çünkü Galatasaray’ın hücum hızı ve en sağdan en sola genişliğiyle rakip savunmaların bağlarını gevşetiyordu. Sarp da hücumun güçlü bir parçası olabiliyordu.
Bu oyundaki zaaf, ileri hattın Keita dışında geri dönmekte zorlanışıydı. Bu yüzden ‘Birisi Galatasaray’ın bu zaafından yararlanacak’ tahminleri yapılıyordu. Tahminler tuttu. Bu süreç Eskişehir maçıyla başladı. Fenerbahçe maçından sonra da teknik heyet dizilişi değiştirdi.
Ancak dizilişin değişmesi sistemi iyileştirmedi. Savunma zaafları olduğu gibi dururken hücum gücü azaldı. Bir pasla oyunu 40 metre açan takım, 4 pas - 2 driplingle aynı mesfeyi kat etme çabasına girişti. Dolayısıyla markaja takıldıkları için de sorun büyüdü. Böylece oyunun merkezi yani Galatasaray’ın ekseni geriye kaydı. Bugün oyun genişliğini ve süratini

Yazının Devamı

Rüştü-Valdes, Franco-Aykut

28 Kasım 2009

Peki De Sanctis niye gitmişti? Ben bu transfer mantığını da hiç anlayama-yacağım. Böyle emekli olup gideceğim korkarım!

Biliyorsunuz, Rüştü Barcelona’ya gittiğinde dünyanın en iyi 5 kalecisinden biriydi. Ve kulüp açısından yılın en önemli transferlerinden biriydi. Rijkaard onu hiç düşünmeden dışarıda bırakıp genç Katalan Valdes’i tercih etti. Fazlasıyla cesur, yanlış gibi duran, bizim açımızdan üzücü karardı. Bugün baktığımızda ise bu karar başka duruyor.
O zaman Aykut ve Ufuk’un eksiği ne? Ya da Leo Franco’ya böyle sarılmasının? Rijkaard ya da dünkü kulübeye baktığımızda gördüğümüz dev Neeskens’in en anlayamadığım tercihi bu! Muhtemelen hiç de anlayamayacağım.
Volkan’ın olağanüstü sol volesini çıkarmasını beklemiyorum. ama 0 reaksiyona ne demeli. Paralize oluyor! Herhangi bir hücumcu üzerine hızla geldiğinde durum neyse, top aynı şekilde geldiğinde de benzer bir felç hali! Peki De Sanctis niye gitmişti? Ben bu transfer mantığını da hiç anlayamayacağım. Böyle emekli olup gideceğim korkarım!
Neyse bilemediklerimiz ve asla anlayamadıklarımıza bunlar da eklensin. Cehaletimiz büyüsün!
Şimdi Galatasaray’ın dünkü durumuna maddeler halinde bakalım:
1-Galatasaray ilk mevkisi santrfor

Yazının Devamı

Geçmişten gelen zafer

26 Kasım 2009

Denizli’nin top rakipteyken 8 stopere dönüşen oyun yapısı sağlam bir duvardı. Hele de Manchester United’ın hücum ve onu temelde destekleyen ekibinin yaşları Anderson’dan Macheda’ya şöyle olunca:
20-18-18-22-21...
Üzerine Tello’nun 96’yı hatırlatan ‘Boliçleme’ golü de gelince duvar iyice sağlamlaştı.
Boliç, Nicky Butt’ı biraz kalın görmüştü. Şilili daha ince çalıştı. Fark bu!
Bu gol Denizli’nin son derece disiplinli duvarını genç Manchester United hücum ekibi için içinden çıkılmaz bir hale getirdi.
İngilizler zaman zaman oyunu geniş ve hızlı oynayıp bu savunma duvarını gevşettiklerinde de Rüştü çıktı meydane... 96’da olduğu gibi. Belki de yıllar sonra ilk kez mucize kaleci gibiydi yeniden. Eskileri çağrıştırıyordu.
Aslında Denizli de öyle... Temelde 5’li savunmasıyla, gömülü, disiplinli oyunuyla Galatasaray’ın başında yarattığı ilk mucizeyi, Monaco maçını hatırlattı. Hatta ötesi, planı aynıydı.

Yazının Devamı

Rijkaard’ı yüreklendirmek

24 Kasım 2009




Fenerbahçe - Galatasaray maçından sonra şunları yazmıştım: Pazar akşamı orta sahada dirençle karşılaşınca iyice ortaya çıkan temel sorun şu: Galatasaray’ın sistemini işleten ilerideki dörtlünün top rakipteyken Alex’leşmesi, top Galatasaray’dayken sıradanlaşması. Yani olabilecek en kötü kombinasyon. Bu Galatasaray’ın oyun merkezini belirsizleştiriyor. Mesafe orta saha oyuncuları için kapatılamaz şekilde açılıyor.
Çünkü o dörtlü kimlerden oluşursa oluşsun Keita ve zaman zaman Arda dışında oyunu iki yönlü olarak oynamıyor. Bunun sonuçları da vahim oluyor...
Rijkaard oyun siteminde büyük bir değişiklik yapmaz. Yaparsa artık Rijkaard olmaktan çıkar. Ve bana kalırsa bu durumda hiçbir faydası da olmaz. Ondan sonra takımın başında kimin olduğunun önemi yoktur...
O günden sonra benim açımdan Galatasaray için en beklenmedik seçenek gerçekleşti. Rijkaard 98’den bu yana sadık kaldığı temel oyun yaklaşımını terk etmeye başladı. Başta bunun ceza ve sakatlıklardan kaynaklandığını düşünmek istedim. Ama Barış tribündeyken Keita, Arda ve Linderoth kenarda oturunca işin rengi değişti.

Yazının Devamı